TarihSayfası tarihsayfasi.com



warning: Creating default object from empty value in /home/icom/domains/ihya.com/public_html/tarih/modules/taxonomy/taxonomy.pages.inc on line 33.

3. Mehmet

Sinan Paşanın vefatından sonra Damad İbrahim Paşa vezaretiuzma makamına getirilmiş ve Anadoluda sürgünde bulunan Çağalazade mezkur sefer hasebiyle süvari kuvvetleri komutanlığına tayin olunarak orduyu hümayuna katılmıştı. Hicri tarih 1004 Milâdi 1596 yılında hazreti padişah İstanbul'dan yola çıktı. Sadrazam Damad İbrahim Paşa daha önce hareket etmişti. Çağalazade Sinan Paşa ise düşman eline geçmiş Estergon kalesinin zaptının gerçeklektirilmesinin ye­rinde olacağını söylemesi; koca bir padişahın küçük bir kale fethiyle meşgul olmaması gerektiğine itikat edildiğinden bu teklif red olundu. Cennetmekân Kanunî Sultan Süleyman'ın bir müddet sıkıştırıp sonra bıraktığı Eğri üzerine gidilmesi kararlaştırıldı. Bu sefer Devlet siyaseti mutlak surette büyük bir zafer kazanmak icab ettiğine karar vermişti. Bu doğru bir gö­rüştü. Çünkü ard arda gelen mağlubiyyetler evlâdı fatiha­ndan olan müslüman halkta bir huzursuzluk ve Anadoluya daha olmazsa merkeze yakın yerlere göç etme duygusu meydana getirmişti. Köprü faciasında yok olan akıncı teşki­latının eksikliği herkeste bu fikre eğilim meydana getirmişti.

Hazreti Padişah niçin tereddüt ediyordu? Bir çok tarihçiler bu tereddüdü rahatına düşkünlüğü vermişler, bazıları (hâşâ) korkaklığına hamletrnişlerdir. Bizde derizki; bir sürü mağlubiyyetle biten son iki yıl şüphesiz ki saadece bizim zayıflığı­mızdan değil, akılca kabul etmek gerekirki, kâfirlerinde za­manını değerlendirmesi, tekniklerini geliştirmeleri, ideal birliğine varmaları muvaffakiyetler temin etmelerinde büyük rol oynuyordu.

Bu sıralarda İstanbulda bütün şiddetiyle hissetilen aralıklı ve tesirli zelzeleler Dersaadet halkının kuvvei mâneviyesini altüst etmiş, bu mağlubiyetler ve zelzelelere İlahi bir ted'ip nazarıyla bakan ve ne yapacağını şaşırmış ahaliye aynı za­manda Halife de olan hazreti padişah Okmeydanı sahrasındaki Namazgahta imamete bizzat geçerek namaz kıldırmış ve namazın hitamında Cenab-ı Allah (c.c.)'e içten gelen bir yalvarışla iltica etmiş, Huzuru İlahide af ve mağfiret, Resûlu Peygamber (s.a.v.) den şefaat dilemişti. Namazdan kalkıldık­ta yeniçeriler (Kaanunî Sultan Süleyman Efendimiz hem yaş­lı hemde nikriz hastalığından muzdaripken başımızdan ayrılmazdı. Zaferler onun ayaklarının altına saçılırdı. Padişahımız Efendimiz başımıza geçsin, nasıl zaferler kazanılır) yolu seslenişlerle arzularını bizzat Hazreti padişaha duyurdular.

Hacei Sultan Hoca Saadeddin Efendi hazretleri padişahı bu hususta teşvik ettikten sonra sefere karar verilmişti. İşte namazgah namazı devletin başkanıyla, askeriyle ve ahalisiyle bütünleşmesine bir vesile olmuştu ve hayırlı kararların alınmasına müncer olmuştu.

Günümüze kadar gelen serhat türkülerinin içerisinde en göz yaşartan türkülerine isim olan Estergon Kalesi; Prens Mansfeld emrindeki Alman ve Macar kuvvetleri tarafından muhasaraya alınmıştı. Estergon'u kurtarmak üzere gönderilen Sadrazam Sinan Paşanın oğlu Mehmed Paşa yola çıkmıştı. Çok değersiz bir asker olan bu paşa, babasıyla dahi mu­kayese edilemeyecek bir seviyesizlik göstermiş, koskoca bir ordunun bu paşanın harp başlar başlamaz korkudan kaçma­sı yüzünden Prens Mansfeld idaresindeki kuvvetlerin önünde yok olmasına sebep olmaya kadar varmıştır. Mehmed Paşa­dan yardım gelir ümüdiyle bütün zorluklara göğüs geren Es­tergon Kalesinin kahraman kumandanı kara Ali Bey'in şehid düşmesi, mukavemetin bittiğinin ilânı oldu. İşte dikkat eder­sek bu bu misalde de görülecektir ki; bir adam koca bir orduyu hatalarıyla nasıl mahvediyorsa yine bir adam gösterdi­ği azim ve şecaatle geçilmez bir geçit, yenilmez bir kaie olu­yor... Kara Ali Bey'in şehadeti üzerine teslim olan Estergon, prensle yaptıkları antlaşmada kadın, çocuk ve ihtiyarların hayatına dokunulmayacak garantisini almışlardı!.. Heyhat ona bu kâfirler uyar mıydı? Ne zaman ahdine sadık kalmışlar idi bugün kalsınlardı...

Kâfirin Glurgevo bizlerin ise Curcura köprüsü adını verdiğimiz bu köprü faciası dünyanın en ahmak insanının dahi yapmayacağı bir hatanın neticesidir. Şöyleki; Savaş ganimetlerinin beşte biri devletin olması hasebiyle, epeydir sefer­de olan orduda ganimetlerin mücahidlerin elinde biriktiğini gören Sinan Paşa mezkûr köprü geçilirken beşte birleri alma hevesine düşmüştü. Köprünün bir tarafına koyduğu tahsildar vasıtasıyla rüsumları toplamaya başladığından köprüden ge­çiş son derece yavaş oluyordu. Defaatle uğradığı baskınlar­dan ders almayan bu ahmak ve hain adam başına gelecek­lerden habersiz tahsilatı zevkle seyrederken, arabaların bir bölümü köprünün öbür başına geçmiş bir bölümü de köprü üstündeyken Mihal askeri ile gözükmüş ve durumu görmüş­tü.

Asi Voyvoda Mihal, Tergoviç kasabası önlerine geldiğinde, Sinan Paşa oradan ayrılmıştı. Karşısında üçbin kişilik bir kuvvet bulan Mihal, mücahidlerin direncini kırarak kaleyi zapt etti. Kaledeki islâm askerlerini kılıçtan geçirirken, kumandan Ali Paşa ve Koçi Beyi şişe geçirip ateşte kızartarak cehid etti. Bu zulmüyle haçlı zihniyyetinin ve hristiyanhk ta­assubunun ve vahşiliğinin bir örneğini bir kere daha göster­miş oluyordu.

Sinan Paşa yanında bulunan dört bin askerle Bükreş üzerine giderken etrafı orman ve bataklıklarla kaplı bir geçidde Eflâk ordusuyla karşılaştı. Bu arada Tuna nehrini geçip ora­ya yetişmiş olan Satırcı Mehmed Paşa, Haydar Paşa, Hüse­yin ve Mustafa Paşalarla birleştiler ve Eflâk ordusuyla savaşa tutuştular. Önceleri Voyvoda Mihalin ordusunu zor durumlara düşürdüler. Hatta onların oniki topu da ellerine geçirdiler. Düşman bir ara kendini topladı ve ani bir saldırıya geçti. Bu sırada yanlış bir manevra yapan Osmanlı ordusu bataklık sahaya doğru ricat etme durumuna geldiler. İşte o zaman felâket kendini göstermeye başladı. Satırcı Mehmed Paşanın dışında yukarıda isimlerini saydığımız paşalar şehidlik mertebesini ihraz ettiler. Allah (c.c.) rahmet eylesin.

Vezareti uzma makamında bulunan Ferhad Paşa, küffar üzerine sefer yapmak hususunda müzakere yapılan divan toplantısmdan konağına dönmek üzere maiyetiyle birlikte at üstünde yoia çıkmış, bir müddet ilerledikten sonra karşısında bin kadar, Kuloğlanı denilen ve türlü sebeplerden sipahi bö­lüklerine yerleştirilmeleri gecikmiş olmalarından dolayı cülus hsisi alamadıklarından şikâyet etmişlerdi. Ferhad Paşa ndisinden vazife isteyen bu askerlere mülayemetle (Evlatlarım hududa gidiniz ulufeleriniz orada verilecektir) dediyse Ae cevab olarak itirazlar, gürültüler hatta hareketlerle karşıla-ınca hiddetlenen paşa (sizden olan emire itaat etmeyen kâ­fir olur, avratları boş düşer, sizler bunu bilmez misiniz?) diye ölçüyü kaçıran bir hitabda bulunur. İsyancılar hemen soluğu Şeyhülislâmın yanında alırlar. Durumu anlatırlar. Şeyhülis­lâm ise sadrazamın böyle söylemesi ile kâfir olunup, avratla­rın boş düşmeyeceğini söylediyse de ve onları teselli ettiyse de asilerin istediği fetvayı da vermedi. Bunun üzerine dağılan asiler, sadrazamın sözlerini sipahi bölüklerine de yaymaya başladılar.

Sultan Çelebi Mehmed Hazretleri zamanından beri devam eden an'aneye uygun olarak 3. Murad'ın vefatı gizlendi ve Manisa'daki şehzade Mehmed'e haber gönderildi. Anası Safiye Sultanın müdebbirliğinden emin olan Şehzade hiç acele etmeden İstanbul'a geldi.

İstanbul halkı topların endaht ettirildiği duyunca 3. Murad devrinin bittiğini ve 3. Mehmed devrinin başladığına muttali ouyordu.

Yeni padişahın geldiğini öğrenen ulema, vezirler ve komu­tanlar derhal saraya koşup padişaha bağlılıklarını bildirip bi­at ettiler. Merhum padişahın naşı mübarekleri Sultan Selim Camii yakınlarındaki Yavuz Selim Hazretlerinin türberine ve onun yanına defnolundu.

Hicri 937, miladi 1566'da Manisa'da doğan ve Venedikli Bafo ailesine mensub ve sonradan müslüman olarak Safiye Sultan ismini alan 3. Murad Hân Hazretlerinin sevgili karısın­dan tevellüd etmişti. Hazreti Padişah çok evlenip yüziki ço­cuk sahibi olmasına rağmen Safiye Sultanı daima en gözde eşi bilmiş ve daima ona âşık kalmıştır.

İkinci Selim Hazretlerine doğum müjdesi verildiği zaman hazreti padişah pek memnun olmuş ve şu sözlerle adını: (Ecdadı kiramımızda Murad oğlu daima Mehmed olagelmiştir) diyerek torununa Mehmed adını koyduğunu ilan etmiş oluyordu. O sırada 2. Selim daha tahta geçmemiş ve Cihan Sul­tanı Kaanuni Sultan Süleyman Hazretleri berhayattı. Üçüncü Mehmed ilk derslerini Manisalı İbrahim Cafer Efendiden gör­müş ve hocasının vefatı üzerine Haydar Efendi ve Pîr Meh­med Azmi Efendiden feyz ve ilim aldı.

Son yorumlar