Peygamber Şehri Medine

Peygamber Şehri Medine

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinin Yapılışı

Peygamberimiz Aleyhisselam devesi Kasvâ´nın üzerinde bulunduğu ve devenin yuları da devenin başına dolanmış olduğu halde, deve Medine´nin içinde ilerleyerek Adiyy b. Neccar oğullarının evleri hizasına gelince, Peygamberimiz Aleyhisselamın yapılacak mescidinin kapısının konulacağı yere çök­müştü ki, orası o zaman Neccar oğullarından Sehl ve Süheyl isimlerinde iki yetim gence ait hurma serme ve kurutma yeri olup, adı geçen gençler Muaz b. Afrâ´nın[1] himayesi altında idiler.

Kasvâ çöktüğü zaman Peygamberimiz Aleyhisselam onun üzerinden inmemiş, Kasvâ ayağa kalka­rak biraz daha gittikten sonra birdenbire geri dö

nüp ilk önce çöktüğü yere kadar gelmiş ve oraya tekrar çökmüş ve artık kalkmayarak boynunu ve göğsünü yere uzatıp böğürmeye ve deprenmeye başlamıştı.

Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Kasvâ´nın üzerinden inmiş[2] ve:

"İnşaallah, menzil burasıdır!" buyurmuş[3] ve:

"Kimindi burası?" diye sormuştu.

Muaz b. Afra:

"Yâ Rasûlallah! Amr´ın oğulları Sehl ve Süheyl´indir!" demişti.[4]

Peygamberimiz Aleyhisselam, Sehl ve Süheyl´i çağırıp, mescid yapmak üzere, hurma serme ve kurutma yerlerini onlardan satın almak istedi ve:

"Bu arsanızın bedelini bana söyleyiniz, ödeyeyim?" buyurdu.

Gençler

"Hayır, yâ Rasûlallah! Biz orayı sana hediye ederiz!" dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam arsayı onlardan hediye olarak almaya razı olmadı.[5]

Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Neccar oğullarının ileri gelenlerine haber gönderdi.

Geldikleri zaman, onlara:

"Ey Neccar oğulları! Şu arsanızın bedelini bana söyleyiniz de, ödeyeyim?" buyurdu.[6]

Neccar oğulları:

"Hayır![7] Vallahi, biz onun bedelini Allahtan başkasından istemeyiz![8] Onun bedelini hiçbir zaman almayız!" dediler.[9]

Peygamberimiz Aleyhisselamın onlar satıp bedelini almayı kabul edinceye kadar, arsayı bedelsiz almaya yanaşmadığı; en sonunda onlardan on dinar (altın)a satın alıp, bunu kendilerine ödemesini Hz. Ebu Bekir´e emir buyurduğu rivayet edilir.[10]

1- Mescid arsasının içinde, müşriklerin kabirleri, oyuk, tümsek, bakımsız harap yerler ve hurma ağaçları da bulunuyordu.

2- Peygamberimiz Aleyhisselam emir buyurdu.

Hurma ağaçları,[11] garkad ağaçlan kesildi.[12]

Müşriklerin kabirleri açılarak, kemikleri başka bir yere götürülüp gömüldü.

Bakımsız, harap yerleri[13] düzeltildi.[14]

Arsadaki, yağmur sularının akıntıları ve sızıntıları giderildi.[15]

Peygamberimiz Aleyhisselam; yapılacak mescid için kerpiç kesilmesini, hazırlanmasını emretti.
Kerpiç kesildi ve hazırlandı.[16]

3- Mescid yapılırken, Hadramevtli bir adam gelmişti ki, iyi çamur karardı.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Allah işini iyi yapana rahmet etsin!

Sen bu işe devam et!

Ben senin işini iyi yaptığını görüyorum!" buyurdu.[17]

Yemame halkından Benî Hanifelerden Talk b. Ali der ki:

"Resûlullah Aleyhisselam mescidini yapar, Müslümanlar da kendisiyle birlikte çalışırlarken Resûlullah Aleyhisselamın yanına varmıştım.

Ben, çamur karma işinin ustası idim.

Düzlük ve ince kumluk yerden, kürekle toprak alıp karmaya başladım.

Resûlullah Aleyhisselam bana bakıyordu:

´Bu Hanifî, muhakkak çamur karma ustasıdır!´ buyurdu.[18]

Benim toprağı düzlük ve ince kumluk yerden kürekle alışım ve çamur karışım kendisinin hoşuna git­miş olmalı ki:

´Bu Hanifî´yi çamur karmaya çağırınız! Yaklaştırınız!

Çünkü, o, çamur karma işini en güzel yapanınızdır1 buyurdu."[19]

4- Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlı kölesi Sefine derki:

taşını benim taşımın yanına koysun! Sonra Ömer, taşını Ebu Bekir´in taşının yanına koysun! Sonra Osman, taşını Ömer´in taşının yanına koysun! Bunlar, benden sonra halifelerdir!´ buyurdu.[20] E bu Bekir geldi. B ir taş getirip tem ele koydu. Sonra Ömer geldi. Bir taş getirip temele koydu. Sonra Osman geldi. Bir taş getirip temele koydu. Resûlullah Aleyhisselam:

´Bunlar, benden sonra işi yönetecek olanlardır!´ buyurdu."[21] Yine Sefine:

"Resûlullah Aleyhisselamdan işittim: ´Halifelik otuz yıldır. Ondan sonra krallık olur1 buyurdu" dedik­ten sonra:

"Ebu Bekir´in halifeliğini (yaklaşık olarak) iki yıl,

Ömer´in halifeliğini on yıl,

Osman´ın halifeliğini oniki yıl,

Ali´nin halifeliğini de altı yıl (olarak gözönünde) tut!

Bunların otuz yıl tuttuğunu buluruz!" demiştir.[22]

5- Mescidin temelleri taşla üç zira (arşın) kadar yükseltil dikten sonra, üzerine kerpiç örüldü.[23]

Taş duvar üzerine kerpiç örülürken de, kerpiçler birbiri üzerine gelecek biçimde;[24] erkekli dişili,

enlemesine boylamasına konularak, yani birbirlerine bağlanarak örüldü.[25]

6- Yapıda, çamurdan harç da kullanıldı.[26]

7- Mescidin Kıble tarafına direk olarak sıra ile hurma ağacı gövdeleri dizildi.

8- Kapıların yan söveleri taştan örüldü.[27]

9. Abdullah b. Ömer´in bildirdiğine göre; mescidin tavanı ve direkleri hurma dalları ve gövdesindendi.[28]

10.Yapılan mescid murabba´ (dörtgen) biçiminde, yükseltilen dört duvar ile bir mihrab ve üç kapı­dan ibaretti.

11- Duvarların Kıble cihetinden beriye doğru uzunluğu yüz zira (arşın) idi.

Eni de; her iki tarafta, yüzer zira idi veya yüzer zinadan biraz eksikti.

12- Duvarların yüksekliği: üç zira´ı taştan, üst tarafı kerpiçten olmak üzere beş-yedi zira´ kadardı.

13- Mescidin mihrabı (kıblesi), Beytü´l-Makdis´e (Kudüs´e) doğru idi.

14- Mescide konulan kapılardan birisi bugünkü Kıble tarafındaki Muahhara duvarında, geride olup,cemaat bu kapıdan girer çıkardı.

İkincisi: Bâb-ı Âtike, Bâbü´r-rahme diye anılan kapı idi.

Üçüncü kapı: Peygamberimiz Aleyhisselamın girip çıkuklan kapı olup, bugün Bâb-ı Cibril diye anılan Âl-i Osman kapısı idi.

Kıble Beytü´l-Makdisten Kabe tarafına çevrilince, Peygamberimiz Aleyhisselam birinci kapıyı kap­attı.

Onun yerine, Şam duvarında başka bir kapı açtı.

İkinci ve üçüncü kapılar değiştirilmedi.[29]

15- Mescid yapılırken, Peygamberimiz Aleyhisselam; Müslümanları çalışmaya teşvik için,[30] kendiside çalışmaktan geri durmadı. Peygamberimiz Aleyhisselamın çalıştığını gören Muhacirve Ensar, çalış­
maya giriştiler, koyuldular.[31]

Peygamberimiz Aleyhisselam kerpiç taşırken, Müslümanlardan birisi: "Yâ Rasûlallah! Onu bana ver (Ben taşıyayım)" demişti.

Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:

"Git, sen de başkasını al, taşı!

Sen Allah´a benden daha muhtaç değilsin!" buyurdu.[32]

Müslümanlardan birisi:

"Peygamber çalışırken biz oturursak, andolsun ki, bu amel, bizim için ancak dalâlet olur!" mealli bir beyit söylemiştir.[33]

Müslümanlar, mescidde çalışırken,[34] Abdullah b. Revâha´nın söylemiş olduğu:[35]

"Ahiret yaşantısından başka yaşantı yoktur!

Ey Allah´ım! Ensara ve Muhacirlere rahmet et!"[36]

Diğer rivayete göre:

"Ey Allah´ım! Ahiret hayrından başka hayır yoktur!

Ensar ve Muhacirlere yardım et![37] mealli bir beyti okuyorlar;

Peygamberimiz Aleyhisselam da onlarla birlikte taş taşıyor[38] ve:

"Ahiret yaşantısından başka yaşantı yoktur!

Ey Allah´ım! Muhacirlere ve Ensara rahmet et!"[39]

Başka rivayete göre:

"Ey Allah´ım! Ahiret yaşantısından başka yaşantı yoktur. Ensarı ve Muhacirleri yarlığa!"

"Ey Allah´ım! Ahiret hayrından başka hayır yoktur! Ensara ve Muhacirlere yardım et!"[40]

"Ey Allah´ım! Ecir, ahiret ecridir! Ensara ve Muhacirlere rahmet et!"[41] diyerek, Müslümanların söylediklerine katılıyordu.[42]

16. Mescid yapılırken herkes kerpiçleri birer birer taşıdığı halde, Ammar b. Yâsir biri kendisi, birisi
de Peygamberimiz Aleyhisselam için olmak üzere ikişer ikişer taşırken,[43] Peygamberimiz Aleyhisselam
onu görüp tozlarını silkmiş ve:

"Ey Ammar! Sen ne için kerpiçleri arkadaşların gibi birer birer taşımıyorsun?" diye sormuş, o da:

"Allah´tan, bunun ecrini diliyorum!" demişti.[44]

Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam onun sırtını sığamış ve "Ey Sümeyye´nin oğlu! Halkın bir ecri var, senin iki ecrin var!" buyurmuştur.[45]

Ammar b. Yâsir güçlü bir zât olduğundan, kendisine ağır taşlardan ikişer ikişer, kerpiçlerden de taşıyamayacağı kadar yükledikleri zaman, Peygamberimiz Aleyhisselama:

"Yâ Rasûlallah! Onlar kendilerinin taşıyamayacaklarını bana yüklüyoriar! Beni öldürecekler!" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam, eliyle onun tozlarını çırparken:

"Vâh Sümeyye´nin oğlu! Seni öldürecek onlar değiller![46]

Seni ancak azgın, isyankâr bir cemaat öldürecektir![47]

Ammar onları Cennet´e çağırır, onlarsa Ammar1! ateşe (Cehennem´e) çağınrlar![48]

Onun dünyadan en son içeceği de, bir içim sütten ibarettir!" buyurdu.[49]

Ammar b. Yâsir:

"Fitnelerden Allah´a sığınırım!" dedi.[50]

Hz. Ali, mescid için herkesle birlikte kerpiç taşırken, ashabdan birzâtın kerpiçleri götürüp bıraktıkça eğilerek üstünü başını silkelemeye durduğunu görmüş[51] ve:

"Mescidleri imar edenler, orada dikilmeyi, eğilmeyi, oturmayı âdet edinenlerle ve tozdan topraktan eğilmiş görülenlerle bir olmazlar!" recezini söylemişti.

Ammar b. Yâsir de, bunun kimin hakkında söylendiğini bilmeksizin, ezberleyip tekrarlamaya başlamıştı ki, bununla kendisine tariz ettiğini sanan zât, Ammar´ın yanına gelince:

"Ey Sümeyye´nin oğlu! Bugün söylediğini işittiğim sözü bir daha söylediğini işitirsem, şu değneği yüzüne vururum!" diyerek, elindeki değneği gösterdi.

Peygamberimiz Aleyhisselam, Ammar´a söylenilen sözü işitince; elini gözleri ile bumunun arasına koyup:

"Ammar, benim iki gözümle bumum arasındaki deridir! (Yani, o benim derim gibidir. Ona vuran bana vurmuş olur)" buyurdu.[52]

Ammar´a:

"Sen Peygamberimiz Aleyhisselamın kızmasına sebep oldun! Hakkımızda âyet inmesinden korkuy­oruz!" dediler.

Amman

"Ben ona razıyım, bana kızsa da!" dedikten sonra:

"Yâ Rasûlallah! Bana mı, yoksa ashabına mı kızdın?" diye sordu.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Ne sana kızdım, ne de onlara!" buyurdu.

Ammar, Peygamberimiz Aleyhisselama:

"Onlar kerpiçleri birer birer taşıyorlar, bana ise ikişer üçeryüklüyorlar!" diyerek şikâyetlendi.[53]

16- Mescidin hurma dallan ve yapraklanyla örtülmüş bulunan tavanının üzerine, yağmuru geçinmeyecek çamurla bulgurlama yapılmış değildi.

Yağmur yağdığı zaman, mescid çamurla dolardı.[54]

Peygamberimiz Aleyhisselam; Ramazan´da mescidde itikafa çekildiği sırada yağan yağmur mescidin içine akmış, Peygamberimiz Aleyhisselam sabah namazını orada kıldırdığı zaman, alnında ve yüzünde çamur izleri görülmüştü.[55]

17- Bir gece, yine yağmur yağmış, yerler ıslanmış, Müslümanlardan birisi namaz kılmak için elbis­esi ile kum getirip altına sermişti. Namaz kılınınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Bu, ne kadar güzel!" buyurmuştur.[56]

Mescidin tabanına ilk kez Hz. Ömer Akîk vadisinden kum getirtip serdirmiştir.[57]

18- Mescide minber yapılmadan önce, mescidde bir hurma kütüğü vardı ki, PeygamberimizAleyhisselam hutbe esnasında ona dayanırdı.

Peygamberimiz Aleyhisselam, sonradan kendisi için yapılan minberin üzerine çıktığı zaman kütük­ten gebe veya yavrusundan ayınlmış devenin bozulmasını, inlemesini andıran sesler gelmeye başlamış,[58] kütüğün bu halinden mescid çalkalanmıştı.[59]

Peygamberimiz Aleyhisselam minberden inip kütüğü kucaklayınca, kütük bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra susmuş, Peygamberimiz Aleyhisselam:

"O, yanında yapılan zikrullahı dinlemekten uzak kaldığı için ağlamıştı!" buyurmuş[60] ve bir çukur kazılıp kütüğün oraya gömülmesini emretmiş, kütük minberin altına.[61] sağına ve soluna gömülmüş;[62] Mescid, Hz. Osman devrinde, yeniden yapılmak üzere yıkılıp temizlendiği sırada, bu kütüğü Ensar-ı Kiramdan Übeyy b. Ka´b almış, güvelenip toz toprak haline gelinceye kadar evinde saklamıştır.[63]

19- Peygamberimiz Aleyhisselama ashabından birisi:"Sana; Cuma günü, üzerine dikileceğin, halkın seni görebileceği ve hutbelerini işitebileceği birşey yapsak olmaz mı?" diye sormuştu.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Olur!" buyurdu.[64]

Ensar kadınlarından, marangoz kölesi bulunan kadına:

"Benim için marangoz kölene söyle de, halka hitab ettiğim zaman üzerine oturabileceğim, tahtadan bir yer yapsın!" diye haber saldı.

Kadın da, Gâbe ağaçlığında yetişen esi (ılgın) ağacından onu yaptınp, Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.[65]

Vaktiyle Kabe´yi yapım iş olan Rum marangoz Bakom´un:

"Ben Resûlullah´a tarfâ (ılgın) ağacından üç basamaklı bir minber yaptım" dediği de bildirilmekte-dir.[66]

Yapılan üç basamaklı minberin üçüncü basamağı, oturma yeri idi.[67]

Peygamberimiz Aleyhisselam üçüncü basamağa kadar çıkar, oturur, ayaklarını birinci basamağa koyardı.

Hz. Ebu Bekir, halifeliği zamanında, ikinci basamağa oturur, ayaklarını birinci basamağa koyardı.

Hz. Ömer, birinci basamağa oturur, ayaklarını yere koyardı.

Hz. Osman da, altı yıl, Hz. Ömer gibi yaptı.

Hicretin otuzuncu yılında, üçüncü basamağa çıkıp oturmaya başladı. İlk kez, minbere Mısır işi perde astıran da o olmuştur.[68]

Minber yapılıp mesciddeki yerine ilk konulduğu zaman, minberle Kıble arasında, bir koyun geçecek kadar açıklık vardı .[69]

Mervan b. Hakem, Muaviye b. Ebi Süfyan´ın emriyle altı basamak daha ekleyerek, minberin basamaklarını dokuza çıkardı.[70]

Hicretin 50. yılında, hacca gelen Muaviye b. Ebi Süfyan, Medine´ye uğrayınca, minberi yerinden söktürüp Şam´a, Dımaşk´a götürmek istemişti.

Minber söküldüğü sırada güneş tutulup gökte yıldızlar görünmeye başlayınca, ashabdan Ebu Hureyre´nin nasihati üzerine, Muaviye minberi götürmekten vazgeçmiş ve: "Ben ona güve düşmesinden korkmuştum da, söküp altına bakmak istemiştim!" diyerek halktan özür dilemişti.

Halife Abdülmelik de, onun oğlu Velid de aynı teşebbüsü tekrarladılar.

Birincisi, Kabîsa b. Züeyb´in, ikincisi de Saîd b. Müseyyeb´in uyarısı ve öğüdü üzerine, götürmekten vazgeçtiler.

Halife Mehdi, İmam Malik b. Enes´e:

"Ben Peygamberimiz Aleyhisselamın minberini eski haline çevirmek [yani, Mervan´ın yaptığı ek basamaklan sökmek] istiyorum!" demişti.

İmam Malik:

"Bu, ılgın ağacından yapılmıştır. Sen onu sökecek olursan, minber harab olur" deyince, Mehdi kararından vazgeçmiştir.

Minberin birinci ve ikinci basamakları dört tarafından ince abanus tahtasıyla kaplanmış; üçüncü basamağına, kimsenin oturmaması için abanustan tahta bir levha geçirilip, üzerine bir de kubbe yapılmıştı.

Halk, ellerini sürerek onunla teberrük ederlerdi.

Minber, bu şekilde uzun zaman devam etti.

Abbasi halifeleri zamanında, yenilendikçe, minberin hurdaya çıkan enkazından taraklar yapılarak teberrük edilirdi.

Muhammed b. Cübeyr´in H icretin 578. yılında bizzat görüp anlattığına göre:

Minber, adam boyu yüksekliğinde veya biraz fazlaca idi.

Minberin genişliği beş kanştı.

Uzunluğu beş adımdı.

Basamaklarının sayısı sekizdi.

Kapısı kilitlenir, Cuma günü açılırdı.

Hicretin 654. yılında Mescid yanınca, bu mübarek minber de yanmıştır.

Yemen hükümdarı Muzaffer, Hicretin 656. yılında kokulu sandal ağacından bir minber yaptırıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanan minberinin yerine koydurdu.

Hicretin 666. yılında hükümdar Zahir Rüknüddin Baybars, eski minberi söktürerek, yerine dokuz basamaklı bir minber yaptırıp koydurdu.

Zahir Rüknüddin´in yaptırdığı minberi güveler yemeye başlayınca, Hicretin 797. yılında Mısır hükümdan Zahir

Berkuk onu söktürüp yerine kendisinin yaptırdığı minberi koydurdu.

Mısır hükümdarı Müeyyed Şah da, Hicretin 820. ve 822. yılında yeni bir minber yaptınp gönderdi.

Bu minber de, Hicretin 886. yılında mescidin ikinci yanışında yandı.

Bunun üzerine, halk minberin yerini temizleyip kerpiçten bir minber yaparak alçı ile sıvadılar.

Hicretin 888. yılında Mısır Sultanı kerpiç minberin yerine taştan bir minber yaptırdı.[71]

Hicretin 998. yılında Osmanlı padişahlarından Sultan Murad İstanbul´da mermerden on iki basamaklı bir minberyaptırıp Medine´ye gönderdi, Mısır Sultanının minberini de Küba Mescidine naklet­tirdi .

Halen Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinde bulunan minber, Sultan Murad´ın yaptırıp gön­derdiği minberdir.[72]

20- Mescid de, muhtelif tarihlerde genişletilmiş ve yenilenmiştir:

A. Peygamberimiz Aleyhisselamın devrinde Mescid cemaate dar gelmeye başladığı zaman,

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Mescidi genişletmek üzere,[73] filan oğullarının hurma kurutma yerierini,[74] günahlan Allah tarafın­dan bağışlanmak,[75] Cennette karşılığını almak üzere, hayrına[76] kim satın alır?" buyurunca;[77] Hz. Osman orayı onlardan yirmi veya yimnibeş bin dirheme satın alarak[78] Peygamberimiz Aleyhisselama vanp:

"Ben orayı satın aldım!" demiş, Peygamberimiz Aleyhisselam da:

"Orayı mescidimize bağışla, ecri senin olsun!" buyurmuş;[79] böylece Mescidin ilk genişletilmesi sağlan m ı ştır.[80]

B. Abdullah b. Ömer´in bildirdiğine göre; Resûlullah Aleyhisselamın devrinde Mescidin direkleri hurma ağacı gövdesinden, üzeri de hurma dalları ile örtülü olup Hz. Ebu Bekir´in devrinde bunlar
çürüyünce, Hz. Ebu Bekir onları hurma gövdeleri ve dallanyla yenilemekle yetindi.[81] Mescidin
Peygamberimiz Aleyhisselamın devrinde olanına birşey eklemedi.

C. Hz. Ömer´in devrinde,[82] Hicretin 17. yılında,[83] mescid cemaati alamayacak derecede sıkışık birhale geldiği için, Hz. Ömer Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Hz. Abbas´a başvurarak onun evini
satın almak istemişse de Hz. Abbas satmaya yanaşmamış, fakat sonunda mescidlerini genişletmeleri
için onu Müslümanlara bağışlamıştır.[84]

Bunun üzerine, Hz. Ömer; Peygamberimiz Aleyhisselamın zamanında olduğu gibi, mescidin duvar­larını kerpiçle ördürmüş, üzerini hurma dallarıyla örttürmüş,[85] çürüyen[86] direklerini de hurma gövdeleriyle yeniletin iş,[87] bağışlanan evle de[88] mescidi biraz daha genişletmiştir.[89]

D. Hz. Osman´ın devrinde, Müslümanlar Cuma günleri mescidin darlığından ve namaz kılmak için meydanlara yayıldıklarından şikâyetlenip, mescidin genişletilmesini ondan istediler.

Hz. Osman da Ashabın görüş sahibi olanlanyla konuştu. Mescidin yıkılıp genişletilmesi hususunda görüş birliğine vanldı.[90]

Bunun üzerine, Hz. Osman mescidin yapısını değiştirdi. Ona birçok ilaveler yaptı. Duvarları yontma nakışlı taşlarla ve kireç harçla[91] çürüyen[92] direklerini yontma nakışlı taşla yaptırdı.

Mescidin tavanını sert ve dayanıklı sac ağacıyla kaplattı.[93] Yapının çakıl ve kumları Akîk deresin­den taşındı.[94] Kerpici, Bakiyy´de kesildi. Mescidin temeli, adam boyu yükselinceye kadar, taşla örüldü.

Hz. Ömer devrinde olduğu gibi, mihrabın sağından, sol undan ve aksi istikametteki kısmından ikişer kapı olmak üzere, altı kapı konuldu.[95]

Yapılan değişiklikte, mescidin boyu 160 zira (arşın)a,

Eni 150 zira´a (veya 130 zira´a) çıkarıldı.[96]

Yapı işi, Hicretin 29. yılı Rebiülevvel ayının başında başladı, 30. yılın Muharremi girince, on ayda bitirildi.[97]

E- Velid b. Abdülmelik b. Mervan´ın devrinde, Mescidin Cuma günleri cemaata dar geldiği ve cemaatin Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcelerine ait odalara taştığı görülünce, odaların yıkılarak
Mescide katılmasına kararverilip,[98] Velid b. Abdülmelik tarafından Rum kralına bir yazı yazıldı.[99]

Yazılan yazıda:

"Biz, Büyük Peygamberimizin Mescidini onarmak istiyoruz.

Bize bu hususta ustalar ve füseyfisa temininde yardımcı ol!" denildi.[100]

Rum kralı da:

Rum ve Mısır halkından, usta ve işçi olarak seksen[101] veya yüz Kişi.[102]

Kırk deve yükü füseyfisa (renkli tepe camlan),[103]

Yüklerle kandil zincirleri,[104]

Ayrıca da, seksen bini[105] veya yüz bin miskal altın gönderdi.[106]

Velid b. Abdülmelik; Mescidin yıkılıp yeniden yapılması için, Medine valisi Omerb. Abdülaziz´e yazı yazdı ve kendisine gelenlerin hepsini de ona gönderdi.[107]

Salih b. Keysan adındaki zâtı da bu işe bakmakla görevlendirdi. [108]

Mescidin ve odaların yıkılması hakkındaki yazı Medine´ye geldiği zaman, Medineliler, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatında ağlaştkları gibi ağlaştilar.[109]

Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcelerine ait olup yıktırılan odalardan başka,

Abdurrahman b. Avf oğullarının evleri,

Abdullah b. Mes´ud´un Dârü´l-kurrâ diye anılan evi,

Hâşim b. Utbe´nin evi,

Talha b. Ubeydullah´ın evi,

E bu Sebre´nin evi,

Ammar b. Yâsir´in evi,

Hz. Abbas´ın evinden kalan kısmı,

Mervan´ın evinden bir kısmı,

Mescide katılmak üzere yıktın İdi.[110]

Mescidin temelleri taşla, duvarları birbirine uygun yontuna nakışlı taşlarla örüldü.

Yapıda kireçli harç kullanıldı. Kireç Nahl vadisinden taşındı.

Tepe camları ve mermerler yerlerine işlendi.

Mescidin tavanı, sac ağacı kerestesinden yapıldı ve altın suyu ile yaldızlandı.

Mescidin direkleri Haşa1 mevkii taşlarından yapıldı ve demirle birbirlerine kenetlendi.

Renkli tepe camları yerlerine takıldı.

Ustalardan bazıları:

"Renkli tepe camlarını yapıp yerlerine taktığımız zaman, onların üzerlerinde Cennet ağaç ve köşk­lerinin suretlerini gördük!" demişlerdir.[111]

Mescidin Kıble cihetinden boyu 167.5 zira,

Eni de Şam cihetinden 135 zira oldu.[112]

Mescidin bu inşasına, Hicretin 88. yılında başlandı.[113]

Üç yılda bitirildi.[114]

F. Ömer b. Abdül aziz devrinde mescidin dört köşesine ilk defa birer minare yaptırıldı. Bunlardan birisinin boyu: 60 zira,

İkisinin boyu: 55´şerzira, Birisininki de, 53 zira idi. Bu minarelerin enleri de, 8´erzira idi.[115]

G. Halife Mehdi, Hicretin 160. yılında, hac mevsiminden önce Medine´ye gelmiş, Mekke ve Medine mescidlerinin genişletilmesini emretmişti.

Medine Mescidinin eni ve boyu genişletilerek Hicretin 162. yılında yapı işini bitirdiler.

Mescidin boyu 300 zira´a, eni de 200 zira´a çıkarıldı.[116]

H. Halife Memun b. Reşid´in Hicretin 202. yılında mescidi genişlettiği, yenilediği, sağlamlaştırdığı ve nakışlattığı rivayet edilir.[117]

Mescidin daha sonraki durumu hakkında Eyyub Sabri Paşa´nın Mirat-ı Medine´sinde yeterli bilgi vardır. Günümüzde; Mescid-i Nebevî, Suudî Arabistan Krallığınca yaptırılan çevre düzenlemesinde, bütün hacıları içine alacak derecede genişletilmiştir.[118]

Mescidin Kandille Aydınlatılışı

Peygamberimiz Aleyhisselamın mescidi, önceleri yatsı ve sabah namazı vakitlerinde, kuru hurma dallan, yaprakları yakılarak aydınlatılirdi.[119]

Temimü´d-Dârî, Şam´dan Medine´ye gelirken, yanında birkaç altın kandil ile, kandil bağlan getirmişti.

Cuma gecesi, uşaklarından birine emretti; kandil bağlarını serdirdi.

Kandilleri astırdı.

Kandillerin içine, fitil ve zeytinyağı koydurdu.

Güneş batıp karanlık basınca, kandilleri yaktırdı.

Peygamberimiz Aleyhisselam mescide gelip de mescidin kandillerle aydınlandığını, parladığını görünce:

"Kim yaptı bunu?" diye sordu.

"Temimü´d-Dârîyaptı yâ Rasûlallah!" dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:

"Sen İslâmiyeti nurlandırdın ve onun mescidini süsledin. Allah da seni dünyada ve ahirette nur-landırsın!" buyurdu[120] ve:

"Mescidimizin kandilini kim yakacak?" diye sordu.

Temimü´d-Darî:

"Şu uşağım!" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Nedir onun adı?" diye sordu.

Tem im ü´d-Dârî:

"Fetih!" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Hayır! Onun adı Sirac!" buyurdu, Sirac oldu. [121]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinin İlk Vazifelileri

Peygamberimiz Aleyhisselam; mescidinin ilk ve devamlı imamı, hatibi ve vaizi idi. Sefer ve gazalara çıkacağı zaman, yerine vekil olarak ekseriya İbn Ümmi Mektum´u bırakırdı.[122] Mescidin müezzinlik vazifesi Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından ilk günden itibaren Bilal-i Habeşî´ye verilmişti .[123]

İbn Ümmi Mektum da, Bilal-i Habeşî ile birlikte müezzinlik yapardı.

Bilal-i Habeşî, uyuyanları sabah namazına kaldırmak için, ezanı erkence okurdu.

İbn Ümmi Mektum ise, âmâ olduğu için, kendisine:

"Sabah oldu! Sabah oldu!" diye uyan yapılmadıkça, ezanı okumazdı.[124]

Bu iki müezzinden Bilal-i Habeşî ezan okuduğu zaman, İbn Ümmi Mektum kamet getirirdi.

Ezanı İbn Ümmi Mektum okuduğu zaman da, Bilal-i Habeşî kamet getirirdi.[125]

Peygamberimiz Aleyhisselam Rabbine kavuştuğu zaman, Bilal-i Habeşî müezzinlikten ayrıldı.

Hz. Ebu Bekir, Bilal-i Habeşî´nin yerine, Küba Mescidinin müezzini Sa´du´l-Kurazî´yı nakletti.

Sa´du´l-Kurazî vefatına kadar bu vazifede kaldı.

Ondan sonra da, oğulları, bu şerefli vazifeyi yerine getirmeye devam ettiler.[126]

Yüce Allah hepsinden razı olsun![127]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinin Fazileti

Peygamberimiz Aleyhisselam: "Üç mescidden:

Mescid-i Haram´dan (Kabe Mescidinden),

Benim şu mescidimden,

Mescid-i Aksâ´dan

başka hiçbir mescide (ziyaret etmek, sevap kazanmak maksadıyla) sefier edilmez!" buyur-muşlardır.[128]

Mukaddes bir yerde namaz kılmış olmak için, Tur Mescidine kadar giden Basra b. Ebi Basra, dönüşünde, Ebu Hureyre ile karşılaştı.

E bu Hureyre, ona:

"Nereden geliyorsun?" diye sordu.

O da:

"Tur´dan geliyorum. Orada namaz kıldım!" dedi.

Ebu Hureyre:

"EğerTur´a gitmeden önce seninle görüşmüş olsaydım, gitmiş olduğun yere kadar hiç de gitmezdin.

Çünkü, ben Resûlullah Aleyhisselamın:

´Üç mescidden:

Mescid-i Haram´dan,

Benim şu mescidimden,

Mescid-i Aksa´dan başka mescidi ere (mukaddes bir yerde namaz kılmış olmak için) sefer edilmez!1 buyurduğunu işittim" dedi.[129]

Peygamberimiz Aleyhisselam da, bir gün kendisiyle vedalaşmaya gelen bir zâtla[130] vedalaşırken, ona:

"Nereye gitmek istiyorsun?" diye sorunca bu zât:

"Beytü´l-Makdis´e (Kudüs´e) gitmek istiyorum" dedi.[131]

Peygamberimiz Aleyhisselam ona bir hacet veya ticaret için mi gitmek istediğini sordu.

Erkam b. Ebi´l-Erkam:

"Hayır! Vallahi, yâ Nebiyyallah! Ben, sadece Beytü´l-Makdiste namaz kılmak istiyorum" dedi.[132]

Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram müstesna, başka mescidde kılınan bin namazdan daha hayırlı, daha faziletlidir" buyurdu.[133]

Erkam b. Ebi´l-Erkam da Beytü´l-Makdis´e gitmekten vazgeçti.[134] Bu husustaki hadis-i şerif; sudur sebebi açıklanmaksızın da rivayet olunmuştur. [135]

Hastalanan ve "Allah bana şifa verirse, gidip Beytü´l-Makdis´te namaz kılayım!" diyerek adakta bulu­nan bir kadın, hastalıktan kurtulunca, yol hazırlıklarını görmüş ve yola çıkacağı sırada Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymune onu uğramış, selamlaştıktan sonra kadın durumu anlatınca, Hz. Meymune ona:

"Evinde otur! Yol için yaptıklarını ye! Namazını da Resûlullah Aleyhisselamın mescidinde kıl!

Çünkü, ben; Resûlullah´ın, mescidinde kılınacak bir namazın, Kabe Mescidi müstesna, başka mescidlerde kılınacak bin namazdan daha faziletli olduğunu söylediğini işittim!" demiştir.[136]

Mescidin Yanına Peygamberimiz Aleyhisselamın Zevceleri İçin Odalar Yapılması

Mescidin yanına, kerpiçten, önce iki oda yapıldı ve bu odaların üzerleri de, hurma gövdeleri ve dal­larıyla tavanlandı.[137]

Peygamberimiz Aleyhisselamın daha sonraki zevceleri için de, Hz. Âişe´nin odasıyla Kıble arasın­da, Mescidin doğusuna düşen kısmında odalar yapıldı ve yapılan odaların sayısı zamanla dokuzu buldu.[138] Odalardan dördü kerpiçten, beşi taştandı.[139]

Odalardan bazısı hurma gövdelerinden, Bağdadî tarzında yapılarak üzerleri çamurla sıvanmış, hurma dallarıyla tavanlanmıslardı.

Hasan b. Ebi´l-Hasan der ki:

"Ben, ergenlik çağına henüz basmış bulunduğum sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın odalarına girmiş, elimle uzanıp tavanına değmiştim.

Tavanına döşenen servi veya ardıç kütüğünün üzerine, kıldan dokunmuş bir çul gerilmişti.[140]

Odaların kapılarına da, kapı yerine, siyah kıldan dokunmuş perdeler tutulmuştu."![141]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescid Yanındaki Evine Taşınışı

Peygamberimiz Aleyhisselam; Mescid ile yanındaki odalar yapılıncaya kadar Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensarînin evinde kaldıktan sonra, kendi evine taşındı.[142] Ebu Eyyub el-Ensarî´nin evinde yedi ay kaldı.[143]

Ezan

Ezan; lügatta, bil dirin ek;[144] şeriat dilinde ise, namaz vakitlerini, kendisine mahsus olan lafızlarla bildirmek demektir.[145]

Müslümanları namaza davet için okunan ezan meşru olmadan önce, Müslümanlar davetsiz olarak biraraya toplanıp namaz vaktini beklerlerdi.[146] Namaz için nida edilmezdi.

Bir gün, bu husus hakkında konuşuldu.

Bazıları:

"Hıristiyanların çanı gibi, çan kullanılsın!"

Bazıları da:

"Çan olmasın da, Yahudilerin boruları gibi boru çalınsın!" dediler.

Hz. Ömer:

"Halkı namaza çağırmak için ne diye bir adam göndermezsiniz?" dedi.

Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Kalk ey Bilal! Namaz için seslen!" buyurdu.[147]

Bundan sonra, Bilal-i Habeşî:

"Essalâte câmiaten=Cemaatle namaza!" diyerek halkı toplardı.[148]

Müslümanlardan birisi de, Medine´nin sokaklarında:

"Essalât! Essalât!" diyerek koşa koşa dolaşır, Müslümanları namaza davet ederdi.

Davetin bu tarzı Müslümanlara zahmetli gelince:

"Yâ Rasûlallah! Namaza davet için, bir nâkus (çan) edinsek?" dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Bu, Hıristiyanlara mahsustur!" buyurdu.

"Boru edinip çalsak?" dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Bu da, Yahudilere mahsustur!" buyurdu.[149]

"Yüksek bir yerde ateş yaksak?" dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Bu da, Mecusîlere mahsustur!" buyurdu.[150]

Halkı namaza nasıl toplayabileceğini düşünürken, Peygamberimiz Aleyhisselama:

"Namaz vakti gelince, bir bayrak dik! Onu görenler birbirlerine haber verirler" denildi.

Peygamberimiz Aleyhisselam bunu da beğenmedi.[151]

Hicretin birinci yılında, Peygamberimiz Aleyhisselamın mescidi yapıldıktan sonra,[152] Müslümanların kendilerini namaza toplayacak birşey düşündükleri ve içlerinden bazılarının boru, bazılarının da çan çalınması teklifinde bulundukları,[153] Peygamberimiz Aleyhisselamın ise bunların hiçbirisini benimsemediği sırada idi ki,[154] Ensardan Abdullah b.Zeyd b. Abdi Rabbih´e, rüyasında ezan gösterildi.[155]

Abdullah b. Zeyd, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gidip, rüyasını anlattı:

"Yâ Rasûlallah! Bu gece[156] uyurken, elinde bir çan taşıyan,[157] üzerinde altlı üstlü iki parça yeşil elbise bulunan[158] bir adam yanıma çıkageldi. Ona:

´Ey Allah´ın kulu! Bu çanı bana satmaz mısın?´ dedim.

Bana:

´Onu ne yapacaksın?´ diye sordu.

Ona:

´Halkı onunla namaza çağıracağız!´ dedim.

Bana:

´Ben sana bundan daha hayırlısını göstersem olmaz mı?´ dedi.[159]

´Olur! Göster![160] Nedir o?1 dedim .[161]

Bana:

´Allâhu ekber! Allâhu ekber!

Allâhu ekber! Allâhu ekber!

Eşhedü en lâ ilahe illallah!

Eşhedü en lâ ilahe illallah!

Eşhedü enne Muhammederresûlullah!

Eşhedü enne Muhammederresûlullah!

Hayye alessalah!

Hayye alessalah!

Hayye alelfelah!

Hayye alelfelah!

Allâhu ekber! Allâhu ekber!

Lâ ilahe illallah! dersin´[162] dedikten sonra, benden biraz uzaklaştı, sonra da:

´Namaza kalkacağın sırada da:

´Allâhu ekber! Allâhu ekber!

Eşhedü en lâ ilahe illallah!

Eşhedü enne Muhammederresûlullah!

Hayye alessalah!

Hayye alessalah!

Kad kametissalah!

Kad kametissalah

Allâhu ekber!

Allâhu ekber!´ dersin1 dedi."[163]

Abdullah b. Zeyd der ki:

"Sabaha çıktığım zaman, Resûlullah Aleyhisselamın yanına gittim.

Rüyada gördüğümü, kendisine haber verdim.

´İnşaallah, bu rüya hak ve gerçektir buyurdu.

´Bilal ile kalk da, gördüğünü ona telkin et, ezberlet de, ezanı o okusun! Çünkü, onun sesi seninkinden daha yüksek, daha gürdür! buyurdu.[164]

Bilal ile kalktım.

Ben ona telkin etmeye başladım, o da okumaya başladı."[165]

Peygamberimiz Aleyhisselama bu hususta vahiy de gelmişti.[166]

Hz. Ömer evinde bulunduğu sırada Bilal-i Habeşî´nin okuduğu ezanı işitir işitmez ridasını sürüyerek Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:

"Ey Allah´ın Peygamberi! Seni hak dinle gönderen Allah´a yemin ederim ki, onun (Abdullah b. Zeyd´in) gördüğü şeyin tıpkısını ben de görmüştüm!" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam, Allah´a hamd ettikten sonra: [167]

"Vahiy seni geçti!" buyurdu.[168]

Neccar oğullarından bir hatun,[169] Zeyd b. Sabit´in annesi Nevar Hatun[170] derki:

"Benim evim, Mescidin çevresinde bulunan evlerin en yükseği idi.[171]

Resûlullah Aleyhisselamın mescidi yapılıncaya kadar,[172] Bilal her sabah[173] ezanı onun üzerinde okurdu.[174]

Seher vakti gelir, onun üzerine oturur, şafak sökünceye kadar gözler, şafağın söktüğünü görünce, ayağa kalkıp:

´Ey Allah´ım! Sana hamd eder, Kureyş müşriklerinin Senin dinine karşı koymalarına, ayaklan­malarına karşı yardımını dilerim´ derdi.[175]

Vallahi, onun bu kelimeleri terkettiği bir tek gece bile bulunduğunu bilmiyorum.[176]

Sonra, ezanı okumaya başlardı.[177]

Mescid yapıldıktan sonra da, ezanı onun sırtında (üzerinde) okurdu.[178]

Ezanın Önemi ve Ezanla İlgili Bazı Faziletler

Meşruluğu Kitab[179] ve Sünnetle sabit olan[180] ezan iman ve İslâm alâmetlerinden olduğu için,[181] Peygamberimiz Aleyhisselam ezan sesi işitilen yere baskın yapmazdı.[182]

Gönderdiği askerî birliklere de:

"Birmescid gördüğünüz veya müezzinin ezanını işittiğiniz zaman, oradan hiç kimseyi öldürmeyiniz!" buyururdu.[183]

Hadis-i şeriflerde açıklandığı gibi:

1. Namaz için nida edildiği (ezan okunduğu) zaman, şeytan, ezanı işitmemek için yüzgeri edip kaçar!

Ezan bitince gelir, namaz için kamet getirilince yine yüzgeri edip kaçar. Kamet bitirilince, gelir insan ile insanın nefsi arasına sokulup:

´Filan şeyi hatırla! Filan şeyi hatırla!1 diyerek namazdan önce hiç de aklında olmayan şeyleri hatır­latır durur, kaç rekat kıldığını bilmez oluncaya kadar insanı meşgul eder."[184]

2. "Müezzinin sesinin yetiştiği yere kadar, insan cin... hiçbir şey yoktur ki, ezanı işitsin de, Kıyamet gününde müezzin lehinde şehadette bulunmuş olmasın!"[185]

Müezzin, sesinin yetiştiği yer nisbetinde af ve mağfiret olunur, yaş kuru herşey onun lehinde şehadette bulunur.

3. Müezzinin davet ettiği cemaat namazına hazır olana da yirmibeş namaz (sevabı) yazılır ve onun
iki namaz arasındaki (küçük) günahları da, bağışlanır.[186]

4. Ezan ile kamet arasında yapılan dua geri çevirilmez.[187]

5. Sabah ezanında, ezana:"Essalâtu hayrun minennevm! Essalâtu hayrun minennevm!" eklenir.[188]

Beş vakit namazın kametleri getirilirken de:

"Kad kametissalah!

Kad kametissalah!" denilir.[189]

6. Namaz ezanı, abdestli olunduğu halde okunur.[190]

7. Müezzin:

"Allâhu ekber! Allâhu ekber!" dediği zaman

"Allâhu ekber! Allâhu ekber!" diyen,

Müezzin:

"Eşhedü en lâ ilahe illallah!" dediği zaman

"Eşhedü en lâ ilahe illallah!" diyen,

Müezzin:

"Eşhedü enne Muhammederresûlullah!" dediği zaman

"Eşhedü enne Muhammederresûlullah!" diyen,

Müezzin:

"Hayye alessalâh!" dediği zaman

"Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh!" diyen,

Müezzin:

"Allâhu ekber! Allâhu ekber!" dediği zaman

"Allâhu ekber! Allâhu ekber!" diyen,

Müezzin:

"Lâ ilahe illallah!" dediği zaman

Bütün kalbiyle "Lâ ilahe illallah" diyen kimse, Cennete girer.[191]

8. Her kim, müezzinin şehadet getirdiğini işitince:"Ben de Allah´tan başka hiçbir ilah olmadığına, O´nun bir ve şeriksiz olduğuna, Muhammed Aleyhisselamın da O´nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederim.

Allah´ı Rabb, Muhammed Aleyhisselamı resûl, İslâmiyet] de din olarak kabul ettim" derse, günahları bağışlanır.[192]

9. Her kim, ezanı dinleyince; "Ey şu tam davetin ve kılınmak üzere olan namazın Rabbi olan Allah´ım! Muhammed Aleyhisselama vesileyi ve fazileti ihsan et! Kendisini, va´d buyurduğun Makam-ı Mahmud´a eriştiri[193] Şüphe yok ki, Sen va´d´inden dönmezsin!"[194] derse, Kıyamet gününde ona şefaat[195] vacip olur.[196]

Külsûm b. Hidm ile Es´ad b. Zürâre´nin Vefatları

Peygamberimiz Aleyhisselamın mescidinin ve zevcelerine ait odaların yapıldığı sırada Külsûm b. Hidm, Küba´da vefat etti. [197]

Allah ondan razı olsun.

Külsûm b. Hidm´in vefatından kısa bir müddet sonra da, Es´ad b. Zürâre vefat etti.[198]

Allah ondan razı olsun!

Peygamberimiz Aleyhisselam Şevval ayında Es´ad b. Zürâre´nin vefat ettiği sırada, yanında bulunuyordu.

Onu yıkadı. Üç parça bezle kefenledi.

Cenaze namazını kıldı.

Cenazesinin önünde yürüdü. Bakiyy kabristanına gömdü.

Bakiyy kabristanına Ensardan ilk gömülen, Es´ad b. Zürâre idi.[199] Es´ad b. Zürâre´nin ölümü, Yahudilere ve münafık Araplara Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde propaganda yapmak üzere kötü bir vesile ve bahane oldu:

"Eğer o gerçekten peygamber olsaydı, sahabisi ölmezdi![200]

Sahabisinden ölümü önleseydi ya!" dediler.[201]

Es´ad b. Zürâre´nin ölümünden sonra, Neccar oğulları toplanıp Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına geldiler ve:

"Yâ Rasûlalların[202] Bildiğin gibi, o[203] bizdendi.[204] Nakîbimiz [temsilcimiz] idi, öldü.[205]

Bizden, onun yerine, işimizi yürütecek bir adamı[206] nakîb[207] tayin et!" dediler.[208]

Peygamberimiz Aleyhisselam onlardan birini diğerine tercih etmeyi hoş görmeyerek:

"Siz benim dayılanmsınız.[209]

Ben sizdenim![210]

Sizin içinizde bulunuyorum![211]

Sizin nakibiniz benim!" buyurdu.[212]

Neccar oğulları, Peygamberimiz Aleyhisselamın kendilerine böyle nakîb olmasını kavimlerine karşı bir üstünlük sayarlar ve bununla iftihar ederlerdi.[213]

Selman-ı Fârisî´nin Kendi Dilinden Dinî Hayatı ve Müslüman Oluşu

Selman-ı Fârisî, Abdullah b. Abbas´a dinî hayatını ve Müslüman oluşunu şöyle anlatır:

"Ben; Isbahan halkından ve Ceyy denilen karyeden bir Farslı idim. Babam bu karyenin dihkanı, muhtarı idi.

Ben onun yanında Allah´ın yaratıklarının en sevgili olanı idim.

O beni bu aşın sevgisinden dolayı yanından hiç ayırmaz, kız hapseder gibi evinde hapsederdi.

Mecusîliğe (ateşperestliğe) kendimi o kadar kaptırmıştım ki, ateşgedeye bakma, ateş yakma işini bile üzerime almıştım.

Onun bir an olsun sönmesine meydan vermezdim.

Babamın büyük bir çiftliği vardı. Kendisi bir gün inşaat işiyle uğraşıyordu. Bana:

´Oğulcağızım! Ben bugün hep yapı işiyle uğraşacağım, çiftliğe gitmekten geri kalacağım. Oraya sen git!1 dedi ve bana, oradan kendisinin yapmayı istediği bazı şeyleri de emretti. Sonra da, bana:

´Sakın ha! Oralarda oyalanıp da beni gözletme!

Çünkü, gecikirsen, beni çiftliğimden daha çok sen merakta bırakır, her işimden alıkorsun!1 dedi.

Babamın beni göndermek istediği çiftliğe gitmek üzere yola çıktım.

Yolda Hıristiyan kiliselerinden bir kiliseye rastladım.

Seslerini işittim.

Hıristiyanlar içeride ibadet ediyorlardı.

Babam beni hep evinde hapsedip hiç dışarı bırakmadığı için, insanların ne gibi işler yaptıklarını, ne gibi dinler tuttuklarını bilmezdim.

Rastladığım kilisedeki Hıristiyanların seslerini işitince, ne yapıyorlar bir bakayım, diye yanlarına vardım.

Yaptıklarını seyrettim. İbadetleri çok hoşuma gitti. Dinlerine imrendim.

´Vallahi, bu bizim tuttuğumuz dinden daha hayırlıdır1 dedim ve güneş batıncaya kadar onların yanını bırakmadım.

Babamın çiftliğini bıraktım. Çiftliğe hiç gitmedim.

Onlara:

´Bu dinin aslı, kökü nerededir?´ diye sordum.

´Şam´dadır1 dediler.

Artık, akşamleyin, babamın yanına döndüm.

Babam adam gönderip beni aratmış, babamın işi gücü beni aratmak olmuş.

Yanına geldiğim zaman, babam:

´Oğulcuğum! Nerede idin?! Sen benim vermiş olduğum emirlere göre hareket edecek değil mi idin?!´ dedi.

Ona:

´Babacığım! Kiliselerinde ibadet eden bazı kimselere rastladım. Onların dinlerine ait şeyleri gördüm. Çok hoşuma gitti. Vallahi, güneş batıncaya kadar yanlarından ayrılamadım´ dedim.

Babam:

´Oğulcuğum! O dinde hayır yoktur. Senin dinin ve atalarının dini ondan daha hayırlıdır1 dedi.

Babam, benim kaçacağımdan korkup, ayağıma bir bukağı vurdu, sonra da beni evinde hapsetti.

Kilisedeki Hıristiyanlara adam gönderdim.

´Yanınıza Şam´dan birticaret kafilesi geldiği zaman bana haber verin1 dedim.

Yanlarına Şam´dan, Hıristiyan tüccarlarından bir kafile gelince, bana haber verdiler.

Onlara:

İşlerinizi bitirdiğiniz, memleketinize dönmek istediğiniz zaman bana haber verin´ dedim.

Onlar memleketlerine dönüp gitmek istedikleri zaman bana haber verince, ayağımdan demir bukağıyı çıkarıp attım.

Onlarla birlikte Şam yolunu tuttum, Şam´a geldim.

Şam´a gelince:

´Şu din adamlarının ilim yönünden en üstünü kimdir?´ diye sordum.

´Kilisedeki piskopostur´ dediler.

Yanına gittim. Ona:

´Ben bu dine girmek, senin yanında bulunmak, kilisede hizmet etmek, Hıristiyanlığı senden öğren­mek, seninle birlikte ibadet etmek istiyorum´ dedim.

Bana:

´Kiliseye gir!1 dedi.

Onunla birlikte içeri girdim.

Şam Piskoposu kötü bir adamdı.

Sadakalarını getirip vermelerini Hıristiyanlara emir ve onları buna teşvik eder, yanında toplanan şeylerden bir kısmını ise kendisi için gizler, yoksullara birşey vermezdi.

Hatta, böylelikle yedi küp dolusu altın ve gümüş biriktirmişti!

Onun böyle yaptığını gördükçe, kendisine son derecede kin tutuyordum. En sonunda, adam öldü.

Hıristiyanlar onu gömmek için toplandılar.

Onlara:

´Bu kötü bir adamdı. Sadaka vermenizi emir ve teşvik eder, onları kendisine getirdiğiniz zaman ken­disi için saklar, yoksullara onlardan birşey vermezdi!1 dedim.

Bana:

´Sen bunu nereden biliyorsun?´ diye sordular.

Onlara:

´Ben size onun mal gömüsünü gösterebilirim´ dedim, gömünün yerini gösterdim.

Oradan, içinde altın ve gümüş dolu yedi küp çıkardılar.

Bunu görünce:

´Vallahi, biz onu hiçbir zaman gömmeyiz´ dediler.

Onun ölüsünü astılar ve taşa tuttular!

Onun yerine, kiliseye başka bir din adamı getirdiler.

Beş vakit namaz kılmayanlar içinde, ben ondan (yeni din adamından) daha faziletli, dünyayı onun kadar hiçe sayan, ahirete onun kadar uyanık, gece gündüz ibadete onun kadar düşkün bir kimse görmedim.

Ondan önce hiç kimseyi, onu sevdiğim kadar da sevmedim!

Sonra bu zât ölüm döşeğine düştü.

Kendisine:

´Ey filan! Ben senin yanında bulundum.

Senden önce hiç kimseyi, seni sevdiğim kadarda sevmedim!

Görüyorsun ki, sana Yüce Allah´ın emri gelmiş; bana tavsiye ve ne yapmamı emredersin?1 dedim.

Bana:

´Oğulcuğum! Bugün, benim yolum ve gidişatımda olan bir kimse bilmiyorum.

İyi din adamlan hep ölüp gittiler.

Yaşayanlar da, dinin öteden beri tatbik edegeldikleri hükümlerini değiştirdiler ve onların çoklarını da bıraktılar.

Yalnız Mevsıl´da [Musul] bir zât vardır ki, filandır.

O, benim tuttuğum yol ve bulunduğum hal üzeredir.

Sen onun yanına git!´ dedi.

Bu muhterem zât öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Mevsıl´daki arkadaşının yanına vardım.

Yanına varınca:

´Ey filan! Filan zât, öleceği sırada, senin de kendisinin yolunda ve halinde olduğunu bana haber verdi ve yanına gitmemi tavsiye etti´ dedim.

´Olur! Yanımda otur!´ dedi.

Yanında kaldım. Onu da, öbür arkadaşının yolunda ve halinde, çok hayırlı buldum.

Fakat, çok geçmeden o da öldü.

Öleceği sırada, kendisine:

´Ey filan! Filan zât seni bana tavsiye ve yanına gitmemi emretmişti.

Görüyorsun ki; sana da Allah´ın emri gelip çatmış bulunuyor.

Senden sonra kimin yanına gitmemi bana tavsiye ve ne yapmamı emredersin?´ dedim.

Bana:

´Oğulcuğum! Vallahi, ben Nasîbin´deki [Nusaybin] filan zâttan başka, bizim yolumuz ve gidişatımız­da bir kimse daha var mı bilmiyorum.

Sen, benden sonra onun yanına git!1 dedi.

Mevsıl´daki din adamı öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Nasîtıin´deki arkadaşının yanına vardım. Durumumu ona anlattım. Mevsıl´daki arkadaşının bana ne gibi emir ve tavsiyede bulun­duğunu bildirdim.

Bana:

´Olur! Yanımda otur!´ dedi.

Yanında kaldım.

Onu da, önceki iki arkadaşının yolunda ve halinde buldum. Bu yararlı zâtın da yanında ve

hizmetinde bulundum.

Vallahi, çok geçmeden, Nasîbin din adamına da ölüm geldi çattı.

Kendisi ölüm döşeğine düşünce:

´Ey filan! Filan zât bana kendisinden sonra falan zâtın yanına gitmemi tavsiye etmişti.

Falan zât da, kendisinden sonra senin yanına gitmemi bana tavsiye etti.

Sen bana, senden sonra kimin yanına gitmemi tavsiye ve ne yapmamı emredersin?1 dedim.

Bana:

´Oğulcuğum! Vallahi, Rum topraklarından Ammûriye´deki zâttan başka, yanına gitmeni sana emre­deceğim, bizim yolumuz ve gidişatımızda bir kimse daha kaldığını bilmiyorum. O zât tıpkı bizim yolumuz ve gidişatımızdadır.

İstersen onun yanına git! İşte o bizim yolumuz ve gidişatımızdadır1 dedi.

Nasîbin din adamı öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Ammûriye´deki arkadaşının yanına vardım.

Durumumu ona da anlattım.

Nasîbin´deki arkadaşının bana ne gibi emir ve tavsiyede bulunduğunu bildirdim.

Bana:

´Olur! Yanımda otur!´ dedi.

Öteki arkadaşlarının doğru yolları ve gidişatlarında olan bu hayırlı zâtın da yanında ve hizmetinde bulundum.

Ammûriye´de az çok birşeyler de kazandım.

Hatta biraz davarlarım ve ineklerim de vardı.

En sonunda Ammûriye din adamına da Allah´ın emri geldi çattı.

Kendisi ölüm döşeğine düşünce, ona:

´Ey filan! Ben filanın yanında idim.

O bana kendisinden sonra falan zâtın yanına gitmemi tavsiye etti.

Sonra, falan zât bana kendisinden sonra filan zâtın yanına gitmemi tavsiye etti.

Filan zât da bana kendisinden sonra senin yanına gitmemi tavsiye etti.

Şimdi sen bana senden sonra kimin yanına gitmemi tavsiye ve ne yapmamı emredersin?´ dedim.

Bana:

´Oğulcuğum! Vallahi, bugün yeryüzündeki insanlardan yanına gitmeni sana emir ve tavsiye ede­bileceğim, bizim yolumuz ve gidişatımızda hiçbir kimse bulunduğunu bilmiyorum!

Fakat, ahir zaman peygamberinin gelmesi çok yaklaşmış, gölgesi üzerimize düşmüştür!

O peygamber İbrahim Aleyhisselamın dini üzere gönderilecektir!

Kendisi Arap toprağında ortaya çıkacak, iki kara taşlık arasındaki, hurma bahçeleri bulunan biryere hicret edecektir!

O, hediyeden yer, sadakadan yemez!

Onun iki dalı arasında da, peygamberlik mührü vardır!

Eğer o diyarlara gitmeye gücün yeterse, git; hemen yola düş!1 dedi.

Nihayet, Ammûriye din adamı da öldü ve gömülüp ortadan kayboldu.

Bundan sonra, Ammûriye´de, Allah´ın dilediği kadar oturdum.

Sonra, Kelb kabilesinden, ticaretle uğraşan bazı kimseler bana rastladılar.

Onlara:

´Beni Arap diyarına götürünüz de, şu davarlarımı, şu ineklerimi size vereyim´ dedim.

´Olur!1 dediler.

Verdim ve beni yanlarında götürdüler.

Vâdi´l-kurâ´ya erişince, bana zulmettiler. Beni köle olarak bir Yahudiye sattılar.

Yahudinin yanında bir müddet kaldım.

Vadi´l-kurâ´daki hurma ağaçlarını görünce:

´Burası Ammûriye´deki efendimin bana tarif ettiği, ahir zaman peygamberinin göçeceği yer mi ola?´ diye ümiüendimse de, buna kalbim pek de yatışmadı.

Ben Vâdi´l-kurâ´da Yahudi ağamın yanında bulunduğum sırada, Kurayza oğulları Yahudilerinden olan amcasının oğlu Medine´den geldi ve beni ağamdan satın alıp Medine´ye götürdü.

Vallahi, Medine´yi görür görmez, Ammûriye´deki efendimin tarif ettiği ahir zaman peygamberinin hicret yurdunun burası olduğunu tanıdım ve anladım.

Artık Medine´de oturdum durdum.

Halbuki, Resûlullah Aleyhisselam peygamber olarak gönderilmiş, Mekke´de ne kadar kalmışsa kalmış.

Fakat, ben kölelik meşguliyeti içinde bulunduğumdan onun hakkında hiçbirşey işitmemiştim.

Sonra, kendisi Medine´ye hicret edip gelmiş.

Vallahi, yine de haberim olmamıştı.

Ben, bir gün, hurma ağacının başında ağama ait işlerden bazılarını yapıyordum, ağam da altımda oturuyordu.

O sırada, ağamın amcasının oğlu gelip Yahudi ağamın başına dikildi ve:

´Ey filan! Allah, Kayle oğullarının [Evs ve Hazrec kabilelerinin] belâlarını versin!

Vallahi, onlar Mekke´den yanlarına gelen, peygamber dedikleri bir adamın başına Küba köyünde toplanmış bulunuyorlar!´ dedi.

Bunu işitir işitmez beni öyle bir titreme tuttu ki, neredeyse ağamın üzerine düşeceğim sandım!

Ağamın amcasının oğluna:

´Ne dedin? Ne dedin?´ diyerek hemen hurma ağacından indim.

Ağam kızdı, bana şiddetli bir tokat vurdu ve:

´Bu senin neyine gerek, seni ne ilgilendirir? Sen işinin başına git!´ dedi. Ben de:

´Birşey yok! Ancak onun ne dediğini anlamak istedim´ dedim.

Yanımda biriktirmiş olduğum biraz yiyecek vardı.

Akşam olunca, onları alıp Küba köyünde bulunan Resûlullah Aleyhisselama gittim, yanına girdim.

Kendisine:

´Senin salih bir zât olduğunu işittim. Yanında da, muhtaç, kimsesiz sahabilerin varmış!

Şu şeyleri, sadaka olarak vermek üzere, yanımda bulunduruyordum.

Buna, sizi başkalarından daha lâyık gördüm!1 diyerek, onları kendisine uzattım.

Resûlullah Aleyhisselam, ashabına:

´Alınız, bunu yiyiniz!´ buyurdu, elini çekti ve ondan hiç yemedi.

Kendi kendime:

´Bu, bir!´ dedim.

Sonra, onun yanından ayrılıp yerime döndüm.

Yine, biraz birşeyler biriktirmiştim.

O sırada, Resûlullah Aleyhisselam da Medine´nin içine gelmiş bulunuyordu.

Resûlullah Aleyhisselamın yanına vanp:

´Senin sadakadan yemediğini gördüm.

Bu, sana ikram olmak üzere hazırladığım bir hediyedir!´ dedim.

Resûlullah Aleyhisselam, hemen ondan yedi ve ashabına da emretti, onlar da kendisiyle birlikte yediler.

Bunun üzerine, kendi kendime:

´Bu, iki!1 dedim.

Bundan sonra, Resûlullah Aleyhisselamın Bakiyyü´l-Garkad´da bulunduğu sırada, yanına vardım.

Kendisi oraya ashabından birisinin cenazesi peşinde gitmişti.

Resûlullah Aleyhisselam, ashabı arasında oturuyordu.

Üzerinde, her tarafını bürüyen iki ihram vardı.

Kendisine selam verdim.

Sonra da, Ammûriye´deki efendimin bana tarif ettiği peygamberlik mührünü görebilir miyim diye arkalarına bakmak için, arka taraflarına geçtim.

Resûlullah Aleyhisselam, bana tarif edilen şeyi anlamak için arkaya geçtiğimi anlayınca, arkasın­dan ridasını sıyırdı.

Peygamberlik mührünü görünce, tanıdım! Üzerine kapandım, öptüm ve ağlamaya başladım.

Resûlullah Aleyhisselam, bana:

´Bu tarafa dön!´ buyurdu.

Gelip önlerinde oturdum.

Ey İbn Abbas! Sana anlattığım gibi, başımdan geçeni ona da anlatmıştım.

Benim bu kıssamı ashabının da işitmiş olmaları, Resûlullah Aleyhisselamın pek hoşuna gitmişti.

Esirlik, kölelik, bu Selman´ı uğraştırmış, oyalamıştır.

Bunun için, Bedir ve Uhud savaşlarında Resûlullah Aleyhisselamla birlikte bulunma imkânını bula­mamışım dir."[214]

Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ebu Bekir´in Ev Halklarının Medine´ye Getirilişi ve
Peygamberimizin Hz. Âişe ile Evlenişi

Hz. Aişe der ki:

"Resûlullah Aleyhisselam; Medine´ye hicret ettiği zaman, bizi ve kızlarını Mekke´de bırakmıştı.

Medine´den, azadlı kölesi Zeyd b. Harise ile Ebu Râfi´i, iki deve ve birde ihtiyaç duyacakları şeyi satın almak üzere, Ebu Bekir´den aldığı 500 dirhem harçlıkla birlikte bize, Mekke´ye gönderdi.

Ebu Bekir de, Abdullah b. Uraykıt´ı iki veya üç deve ile onların yanına katıp zevcesi annem Ü mmü Rûman´ı, beni ve kızkardeşim Esmayı (ki, Zübeyr b. Avvam´ın zevcesi idi) bindirerek göndermesini Abdullah b. Ebu Bekir´e yazdı, emretti.

Medine´den, konuşa konuşa yola çıktılar.

Kudeyd´e geldikleri zaman, Zeyd b. Harise, o 500 dirhemle üç deve daha satın aldı.

Talha b. Ubeydullah´a rastladılar.

O da, Ebu Bekir´in ev halkı ile birlikte Medine´ye hicret etmek istiyordu.

Hep birlikte yola çıktık.

Ebu Rafi´ Fâtıma´yı, Ümmü Külsûm´u ve Şevde binti Zem´a´yı;[215]

Zeyd de Ümmü Eymen´i ve oğlu Üsâme´yi bindirip yola çıktı.

Hep birlikte konuşa konuşa Mina mevkiinden Beyz´a ulaştığımız zaman, devem kaçtı.

Ben Mahfe´nin içindeydim, annem de yanımda idi.

Annem:

´Eyvah kızağım! Eyvah gelinciğim!´ diyerek çırpınıyordu.

Yüce Allah devemizi döndürüp, bizi devemize ve selamete kavuşturdu.

Nihayet, Medine´ye geldik.

Ben Ebu Bekir´in ev halkı ile birlikte idim,

O zaman, Mescid ve Mescid civarındaki odalar yapılmış bulunuyordu.

Resûlullah Aleyhisselamın ev halkı kendi odalarına indiler.

Biz de Ebu Bekir´in evinde bir müddet oturduk.

Sonra, Ebu Bekir:

´Yâ Rasûlallah! Ehlinle evlenmekten seni alıkoyan nedir?´ diye sordu.

Resûlullah Aleyhisselam:

´Mehrdir1 dedi.

Bunun üzerine, Ebu Bekir, mehr olarak oniki buçuk ukiyye[216] gönderince,[217] Resûlullah Aleyhisselam Şevval ayının içinde benimle evlendi."[218]

Hz. Âişe, Peygamberimiz Aleyhisselamla evlendiği zaman, dokuz[219] veya on yaşında idi.[220]

Düğün için, ne deve kesildi, ne de koyun. Yalnız, Sa´d b. Ubâde, Peygamberimiz Aleyhisselam a, büyük bir kapla yemek gönderdi.[221]

Ashabın Medine´de Hastalanışı ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine Hakkında Dua Edişi

Hz. Aişe der ki:

"Resûlullah Aleyhisselam Medine´ye geldiğinde[222] ve bizim Medine´ye geldiğimizde de,[223] orası vebalı (sıtmalı) bir yer idi.[224] Allah´ın en vebalı (sıtmalı) yeriydi.[225]

Medine´nin Buthan vadisinden, acı ve pis bir su akar dururdu.[226]

Resûlullah Aleyhisselamın ashabı hastalandılar.[227]

Yüce Allah, peygamberini bu hastalıktan beri, uzak kıldı.

Ashab, namazlarını ayakta kılamaz, oturarak kılar oldular.

Ebu Bekir ile azadlıları Âmir b. Füheyre ve Bilal bir evde bulunuyorlardı ve hummaya tutul­muşlardı.[228]

Onları ziyaret için Resûlullah Aleyhisselamdan izin isteyip, izin verilince,[229] -ki bu, bize perde arkasına çekilme emrinden önce idi-[230] yanlarına girdim.[231]

Kendilerinde, şiddetini Allah´tan başkasının bilemeyeceği bir hastalık elemi vardı .[232]

Ebu Bekir´e:

´Babacığım! Kendini nasıl buluyorsun?´ diye sordum.

´Her kişi ailesi içinde sabahlarken, ölüm ona ayakkabısının bağından daha yakındır1 mealli beyti okudu.[233]

´Vallahi, babam ne dediğini bilmiyor!1 dedim.

Sonra, Âmir b. Füheyre´nin yanına yaklaştım, ona:

´Ey Âmir! Kendini nasıl buluyorsun?´ diye sordum. Bana:

´Muhakkak ki, ölümü daha onu tatmadan önce buldum.

Korkak kişinin ölümü, kendisinin tepesindedir

Her kişi, takati nisbetinde mücahede edicidir1 mealli beyitleri okudu.

´Vallahi, Âmir de ne söylediğini bilmiyor!´ dedim.[234]

Bilal´e de:

´Kendini nasıl buluyorsun?´[235] diye sordum .[236]

O da, kendisini sıtma nöbeti[237] tutmuş halde, odanın kapısının önüne serilip yatmış vaziyette,[238] sesini yükseltti ve:

´Bilmem ki, acaba bir gece daha Mekke´nin Fahh vadisinde çevremi ızhır ve kokulu celil otları sar­mış olduğu halde geceler miyim ola?

Acaba bir gün olup da Mecenne sularının başına bir daha vanr mıyım ola?

Acaba Mekke´nin Şâme ve Tefîl dağlan, bana bir daha görünür mü ola?´ mealli kıt´ayı terennüm etti[239] ve:

´Allah´ım! Şeybe b. Rebia, Utbe b. Rebia, Ümeyye b. Halef bizi yurdumuzdan çıkarıp veba yurduna gelmeye mecbur ettikleri gibi, Sen de onlara lanet et! (Kendilerini rahmetinden uzaklaştır!) diyerek ilen­di.[240]

Resûlullah Aleyhisselama gelip, onlardan işittiklerimi haber verdim:

´Onlar, hummanın şiddetinden, sayıklıyorlar! Akılları başlarında değil´ dedim .[241]

Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam semaya baktı[242] ve:

´Allah´ım! Bize Medine´yi sevdir! Mekke´yi sevdirdiğin gibi veya daha fazla sevdir![243]

Allah´ım![244] Bizim İçin[245] Medine´yi sağlığa elverişli kıl![246]

Onun vebasını,[247] hummasını[248] Mehyea´ya,[249] Cuhfe´ye nakl ve havale et![250]

Allah´ım![251] Medine´nin müddü ve sâı hakkında bize bereket ihsan et!" diyerek dua etti.[252]

Müdd; bir rıtl ve sülüs rıti veya iki rıtl şeyi içine alan ölçeğin ismi olup, ne büyük ne de küçük olmayan bir adamın iki avucunun (kocam avucunun) dolusu demektir.[253]

Sâ´da; beş rıtl ile sülüs ntl ölçektir ki, ne büyük ne de küçük olmayan bir adamın iki kocam avucu­nun dört dolusunu alan ölçek demektir.[254]

Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine hakkındaki başka bir duasında da:

"Allah´ım! Mekke´ye verdiğin bereketin iki katını Medine´ye ver!" demiştir.[255]

Ashabdan Ebu Hureyre derki:

"İnsanlar (Medineli Müslümanlar), ilk çıkan turfanda meyveyi gördüler mi, onu Resûlullah Aleyhisselama getirirler; Resûlullah Aleyhisselam da, onu alınca:

´Allah´ım! Şüphe yok ki, İbrahim (Aleyhisselam), Senin kulun, halîlin ve peygamberindi. Ben de Senin kulun ve peygamberinim!

O sana Mekke için dua etmişti. Ben de, Sana Medine için dua ediyor; onun Mekke için yaptığı duasında Senden dilediğinin bir mislini, bir kat daha fazlasıyla biriikbe Medine için Senden diliyorum!´ der,[256] sonra da, o turfanda meyveyi, orada bulunan çocuklardan[257] gördüğü[258] en küçüğünü[259] çağırarak[260] ona verirdi."[261] Medine, Peygamberimiz Aleyhisselamın duası bereketiyle, sakinleri için o kadar mutlu bir şehir haline gelmişti ki, Hz. Ömer Allah yolunda şehit olmayı ve Resûlullah´ın şehri olan Medine´de ölmeyi özlüyor ve diliyordu![262]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine Yönetimini Üstlenişi ve Bu Husustaki Yönetmelik
Yazısının Tercümesi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Medine´ye hicret edip geldiği zaman, ilk işi, Mekkeli ve Medineli Müslümanlar arasında-kendilerini mallarıyla, canlarıyla birbirlerine bağlayan-bir kardeşlik kurarak Medine´de güçlü bir İslâm toplumu oluşturmak olmuştu.[263]

Müşrik Medinelilerle Yahudilerden birçoklarının, aradaki akrabalık dolayısıyla, bu İslâm toplumuna karşı zaafları vardı.

Nitekim Mekkeli müşriklerin tehdit ve tahrikiyle Peygamberimiz ve Müslümanlar aleyhindeki teşeb­büslerinden onları vazgeçirmeye, bu hususun hatırlatılması kâfi gelmişti.

İstekleri yerine getirilmeyen Mekkeli müşriklerin Medine´ye umumî bir baskın yapmaları ve orada Müslüman, müşrik ve Yahudi ayırmadan katliamda bulunmaları hiç de imkânsız değildi.

Çünkü, tehdit ve tahriklerinin neticesiz kaldığını öğrendikten sonra, Mekkeli müşrikler, Yahudilere de aynı tarzda tehdit ve tahrik mektubu göndermeyi ihmal etmem işlerdi.[264]

Bu da, Müslüman olmayan Medinelilerin Peygamberimiz Aleyhisselama yaklaşmalarına yol açtı.

Bundan başka; öteden beri, Evsliler ayrı, Hazrecliler ayrı, Yahudiler de ayrı birer topluluk halinde idiler ve her topluluk Medine´de yegâne söz sahibi topluluk olma dava ve sevdasında idi.

Nitekim, Hazrecîler liderleri Abdullah b. Übeyy b. Selûl´ün başına hükümdarlık tacı giydirmeye, kral­lık sarığı sardırmaya hazırlanmış bulunuyorlardı.[265]

Halbuki, ne Evsfler için Hazrec
Top