Vahyin Gelişi

Vahyin Gelişi

Peygamberimiz Muhammed (a.s.)a Vahiy ve Peygamberlik Gelmeden Birkaç Yıl Önce Cereyan Eden Hadiselerden Bazıları

1) Peygamberimiz Muhammed (a.s.)a vahiy ve peygamberlik gelmeden iki yıl kadar önce,[1] Şamlı Yahudi âlimlerinden İbn Heyyiban, Şam´dan Medine´ye gelip yerleşti ve çok geçmeden de Medine´de ölüm döşeğine düştü.

Öleceğini anlayınca, Medineli Yahudilere:

"Ey Yahudi cemaatı! Yemesi, içmesi bol bir yerden, beni bu yoksulluk ve açlık yurduna getiren şeyin ne olduğunu sanırsınız?" dedi.

Yahudiler

"Sen, daha iyi bilirsin!" dediler.

İbn Heyyiban:

"Ben, bu memlekete, ancak, gelme zamanı çok yaklaşmış bulunan ve buraya hicret edece

k olan O Peygamberi gözlemek üzere gelmişimdir!

Onun, yakında peygamber olarak gönderilmesini ve benim de ona tâbi olmamı umduğum kendisinin gelme zamanı çok yakındır.

Ey Yahudi cemaatı! Ona tâbi olmakta hiç kimse sizi geçmesin!

Çünkü, o, kendisine karşı koyanların kanlarını dökmek, çocuklarını, kadınlarını esir etmek selahiyetiyle gönderilecektir.

Siz, bu hususta ondan korunamazsınız!" dedi ve sonra, öldü.[2]

Peygamberimiz Muhammed (a.s.), kırk yaşına gelmeden önce,[3] otuzsekiz yaşında iken,[4] ışık, nur görür,[5] sesler işitir,[6] endişelenir dururdu.[7]

Yüce Allah, Muhammed (a.s.)ın kerametini açıklamayı irade buyurduğu sıralarda idi ki, Muhammed (a.s.), evinden çıkar, Mekke evlerinden uzaklaşır, vadilerin kuytu köşelerine doğru dalar giderken, hiçbir ağaç veya taşa rastlamazdı ki:

"Esselâmü aleyke yâ Rasûlallah!=Selam olsun sana, ey Allah´ın Resûlü!" diyerek kendisini selam­lamamış olsun!

Peygamberimiz (a.s.); hemen etrafına, sağına soluna, arkasına dönüp bakınır, fakat ağaç ve taştan başka birşey görmezdi.[8]

Bu da, Peygamberimiz (a.s.)ın peygamberlikle görevlendirilmesinden iki yıl önce idi.[9]

Ashabdan Cabir b. Semure´nin rivayetine göre, Peygamberimiz (a.s.):

"Mekke´de bir taş tanırım ki, ben peygamber olarak gönderilmeden önce, bana selam verdi. Onu hâlâ tanıyorum!" buyurmuştur. [10]

Sanıldığına göre, bu taş Hacerül-Esved idi.[11]

Bunun, Hacerü´l-Esved´den başka bir taş olup Mekke´de Zükaku´l-Hacer diye tanınan sokakta bulunduğu[12] ve "Peygamberimiz (a.s.)ı selamladı!" diye halk tarafından ziyaret ve üzerine eller sürülerek tasdik ve teberrük edildiği de bildirilmektedir.[13]

Hz. Muhammed (a.s.)ın Şekil ve Şemâili

Hz. Ali; Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) Efendimizin şekil ve şemailini şöyle tarif eder:

"Peygamber (a.s.); ne öyle uzun boylu, ne de kısa idi. Uzuna yakın orta boylu idi.

Kendisinin el ve ayak parmaklan kalınca; başı, vücut yapısıyla dengeli biçimde, büyükçe idi.

Omuzlan, dizleri ve bilekleri, kemikli idi.

Göğsünde, göbeğine kadar çizgi halinde uzanan ince kıllar vardı.

Karnında ve göğsünde, bundan başka kıl yoktu.

Peygamber (a.s.) yürürken ayaklarını sürümez, adımlarını canlı ve uzun atar, sanki yük­sekten iner gibi, önüne doğru eğilirdi.

Kendisinin saçı, ne kıvırcık, ne de düzdü.

Sakalı, sıktı.

Yüzü, az değirmi olup, yusyuvarlak değildi.

Boynu, uzun, gümüş gibi pâk, ve parlaktı.

Teni, kırmızı ile karışık aktı.

Yüzünün teri, inci gibi idi. Miskten daha güzel kokardı.

Gözleri, büyükçe idi.

Gözbebeklerinin siyahı, pek siyahtı.

Gözlerinin beyazında biraz kırmızılık vardı.

Vücudu, ne zayıf, ne de şişmandı.

Bakmak istediği tarafa, bütün vücudu ile dönerek bakardı.

İki küreğinin arası, enli idi.

Omuz küreklerinin arasında peygamberlik hâtemi vardı.

Peygamber (a.s.)ı birdenbire görenler, onun manevî vakar ve heybetinden sarsılırlar, ken­disini yakından tanıyınca da ona en derin sevgi ve saygı ile bağlanırlardı.

Onun yüce haslet ve meziyetlerini anlatmak isteyen kimse ´Ben, ne ondan önce, ne de sonra, onun bir benzerini daha gördüm!1 demekten kendini alamazdı."[14]

Hz. Hatice´nin öz ve Peygamberimiz (a.s.)ın üvey oğlu Hind b. Ebi Hâle´nin ve diğer saha-bilerin bildirdiklerine göre:

"Her ululuk, Resûlullah (a.s.)da toplanmıştı.

Onun yüzü, ayın ondördü gibi parlardı.

O, uzuna yakın orta boylu idi, kısa boylu değildi.

Kendisinin saçı, ne dümdüzdü, ne de kıvırcıktı.

Saçı, kendiliğinden ikiye aynlıp yanlarına dökülürse, oldukları gibi bırakırdı.

Birleştiklerinde de onları ayırmaz, oldukları gibi bırakırdı.

Saçını uzattığı zaman, onlar kulaklarının memesini aşardı.

Teni, kırmızıyla karışık, ak ve güzeldi.

Alnı, açık ve genişti.

Kaşları, uzun ve kavisli idi.

Kaşlarının uçları ince, araları çok yakındı, fakat çatık değildi.

İki kaşının arasında bir damar vardı ki, kızgınlık zamanında kabanr, görünürdü.

Yüzünün iki kaş arasında başladığı yer yüksekçe, burnunun ucu da ince idi.

Yüzündeki ölçülülük ve denklik, dikkat edenlerin gözünden kaçmazdı.

Burnunda, ayrı bir parlaklık da vardı.

Sakalı, sıktı.

Peygamberimiz (a.s.)ın yanaklan düzdü, yumru değildi.

Ağzı, tabiî büyüklükte idi.

Dişleri, inci taneleri gibi idi.

Bütün uzuvlan düzgündü.

Vücudu sıkı etli idi.

Karnı ve göğsü bir seviye idi, çıkık değildi.

Göğsü ve iki küreğinin arası genişti.

İri yapılı ve iri kemikli idi.

Soyunduğu zaman, vücudundan nur saçıl irdi.

Vücudu kıllı değildi. Yalnız omuz başlarında, pazularında biraz kıllar vardı.

Bilek kemikleri uzun, el ayalan genişti.

El ve ayak parmaklan, kalınca ve uzunca idi.

Ayaklarının altı, düz değil, çukurca idi.

Ayakları, hafif etli idi.

Ayaklarının üzerine su döküldüğü zaman, etrafa yayılırdı.

Yürürken, ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmaz, adımlarını geniş atar, vakar ve sükûnetle, rahatça yürürdü.

Etrafına gelişigüzel bakınmazdı.

Yeryüzüne bakışı, semaya bakışından çoktu.

Yeryüzüne bakışı da, gözucuyla idi.

Yürürken, sahabilerinin gerisinde yürürdü.

Birisiyle karşılaştığı zaman, önce kendisi selam verirdi.[15]

Resûlullah (a.s.)ın yüzü ve sesi çok güzeldi.[16]

Yüzünde sanki güneş çağlardı! [17]

Resûlullah (a.s.), yüzce insanların en güzeli ve tence en parlağı idi.[18]

Peygamberimiz (a.s.)ın teri de, en güzel kokulardan daha güzel kokardı.[19]

Peygamberimiz (a.s.)ın eli, serinlikçe kardan daha serin, kokuca da miskten daha güzel­di."[20]

Ümmü Ma´bed´e göre:

"Peygamberimiz (a.s.)ın gözünün akı pek ak, siyahı da pek siyahtı ve Kudretten sürmeli idi. Sustuğu zaman kendisinde bir vakar ve ağırbaşlılık, konuştuğu zaman da güler yüzlülük görünür; söz­leri, sanki dizilmiş birer inci gibi, ağzından tatlı tatlı dökülürdü. Sözü açık ve hak ile bâtıl arasını ayırıcı olup, ne acizlik sayılacak derecede az, ne de boş ve gereksiz sayılacak derecede çoktu. Uzaktan bakılınca, kendisi, insanların en heybetlisi idi. Yakınına gelince, herkesten daha tatlı ve çekici idi. Kendisi, ekşi ve asık suratlı değil, güleçti."[21]

Hz. Muhammed (a.s.)a Peygamberlik Vahyinin Ne Zaman ve Nasıl Gelmeye Başladığı

Hz. Muhammed (a.s), kırk yaşında bulunduğu[22] ve Yüce Allah onun kerametini açıkla­mayı ve kullarına onunla rahmet etmeyi dilediği zaman,[23] kendisine ilk vahiy ve peygamberlik başlangıcı, uykuda sadık rüyalar görmekle olmuştur.

Hz. Muhammed (a.s.) hiçbir rüya görmezdi ki, sabahın aydınlığı gibi açıkça çıkmasın![24] Peygamberimiz (a.s.), Yüce Allah´ın dilediği kadar müddet,[25] altı ay, bu hal üzere kaldı.[26]

Yüce Allah, bu altı ay içinde, peygamberine önce uykuda, sonra da uyanık iken vahyetti.[27]

Sonra, kendisine halvet, yalnızlık sevdirildi.[28]

Yüce Allah, böylece ona yalnızlığa çekilmeyi sevdirdi de,[29] kendisine halvetten, yalnız başına kalmaktan daha sevgili birşey olmadı .[30]

Peygamberimiz (a.s.) bazı işleri için evlerden uzaklaşır, Mekke´nin dağ aralarındaki ıssız yerlerine, vadilerin içlerine doğru dalar giderdi.[31] Onun bu haline bakan Kureyşliler:

"Muhammed, Rabbine âşık olmuş!" derlerdi.[32]

Peygamberimiz (a.s.); her yıl Ramazan ayında, Hira (Nur) dağında* bir ay iti kafa girer, Kureyşlilerin yapageldikleri gibi, yanına gelen yoksullara yemek de yedirirdi.[33]

Kendisinin; itikattan çıktığı zaman, evine gelmeden önce ilk işi Kabe´yi yedi kere veya Allah´ın dilediği kadar tavaf etmek olur, sonra evine dönerdi.[34]

Peygamberimiz (a.s.)ın Hira´ya Hz. Hatice ile gittiği de olurdu.[35]

Peygamberimiz (a.s.); kavminin sürü sürü putlara tapıp durduklarını gördükçe, onlardan uzaklaşmayı, halvet ve uzlete çekilmeyi özler,[36] Hira dağına gider,[37] halvet ederdi.[38]

Peygamberimiz (a.s.), daha oniki yaşlarında iken bile; Rahip Bahîra´nın kendisine Lât ve Uzzâ putlan adına yemin vermek istemesi üzerine, ona:

"Lat ve Uzzâ adına yemin vererek bana birşey sorma! Vallahi, ben onlardan nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem!" demiştir.[39]

Peygamberimiz (a.s.), Hira dağında kaldığı müteaddit günlerin gecelerinde tehannüsle meşgul olurdu.[40]

Sahih-i Buharî şârihi Bedrüddin Aynî, "´Peygamber (a.s.)ın tehannüsü, taabbüdü ne şekilde idi?1 diye sorulacak olursa, ´Bu, düşünmek ve ibret almaktan ibaretti. Ulu atası İbrahim (a.s.)ın ibret alması gibi´ diye cevap veririm" der.[41]

Hira dağında itikâfa giren kimsede üç ibadet toplanırdı:

Halvet,

Taabbüd,

Beytullah´a bakış.[42]

Peygamberimiz (a.s.)ın taabbüdü, peygamber olma arzusundan ileri gelmiyordu.

Zaten peygamberlik istemekle veya çalışmakla elde edilecek birşey olmayıp,[43] Yüce Allah onu kullarından seçip dilediğine veregelmiştir.[44]

Kendisine vahiy ve peygamberlik gelmeden önce, Peygamberimiz (a.s.) "Kitab nedir? İman nedir?" bilmezdi ki, bu hususta herhangi bir emeli, bir arzusu bulunsun.[45]

Peygamberimiz (a.s.), Hira dağına giderken, azığını da yanında götürürdü.

Azığı tükenince Hz. Hatice´nin yanına döner, bir o kadar zaman için daha azık alır, giderdi.[46]

Peygamberimiz (a.s.)ın azığı süt ile et,[47] ya da zeytinyağı ile çörek (kuru ekmek, peksimet) olup, orada gündüzleriyle birlikte üç gece, yedi gece ve hatta bazan bir ay kalır, taabbüdle meşgul olurdu.[48]

Peygamberimiz (a.s.); halvette, yalnız başına bulunduğu sıralarda ışıklar görür, sesler işi­tir; bunların, cinle, kehânetle ilgili olduklarını sanarak korkar durur, Hz. Hatice´ye:

"Ey Hatice! Ben bir ışık görüyor, bir ses işitiyorum.

Ben, bir kâhin olacağım diye korkuyorum.

Vallahi, ben, şu putlardan* ve kâhinlerden nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem!" der, Hz. Hatice de:

"Ey amcamın oğlu! Öyle söyleme!

Allah seni hiçbir zaman öyle yapmaz" diyerek teselli edendi.[49]

İbn İshak´ın Ebu Meysene Amr b. Şurahbil´den rivayetine göre de:

Resûlullah (a.s.), zevcesi Hz. Hatice´ye:

"Ben halvette, yalnız başıma bulunduğum zaman, bir ses işittim.

Bunun, benim için tehlikeli bir hadise olabileceğinden korktum" dedi.

Hz. Hatice:

"Allah korusun! Yüce Allah´ın sana öyle kötü birşey yapması ihtimali yoktur. Vallahi, sen emaneti eda edersin. Akrabana iyilik yaparsın. Sözü, doğru söylersin!" dedi.

Sonra, Hz. Ebu Bekir geldi.[50]

Hz. Ebu Bekir, çocukluk çağından beri, Peygamberimiz (a.s.)ın arkadaşı ve dostu idi.[51]

Hz. Ebu Bekir geldiği sırada, Peygamberimiz (a.s.) evde değildi.

Hz. Hatice; Peygamberimiz (a.s.)ın söylediklerini ona anlatıp:

"Ey Atik! Muhammed´i yanına alıp da Varakaya kadar gitsene?" dedi.

Peygamberimiz (a.s.) gelince, Hz. Ebu Bekir onun elinden tutup:

"Haydi, bizimle birlikte Varaka b. Nevfel´e gidiver!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

"Başıma geleni sana kim haber verdi?" diye sordu.

Hz. Ebu Bekir:

"Hatice!" dedi.

Bunun üzerine, gidip hadiseyi Varaka´ya anlattılar.

Peygamberimiz (a.s.):

"Halvette, yalnız başıma bulunduğum sırada, arkamdan:

´Ey Muhammed! Ey Muhammedi´ diye seslenildiğini işittim.[52]

Sesi işittim, fakat hiçbir şey göremedim" dedi.

Varaka b. Nevfel:

"Bunda, senin için bir sakınca yoktur!" dedi.[53]

Peygamberimiz (a.s.):

"Sesi işitince, korkarak oradan uzaklaşıyor, başka yerlere doğru gidiyorum" dedi.

Varaka:

"Öyle yapma! Seslenen geldiği zaman, sana söyleyeceği şeyi dinleyinceye kadar, orada sebat edip dur! Sonra da, dinlediğin şeyleri gel bana haber ver" dedi .[54]

Yine, yalnız başına bulunduğu sırada, Peygamberimiz (a.s.)a "Yâ Muhammed!" diye sesle­nilmiş ve:

"Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillahi Rabbil´âlemîn. Errahmanirrahîm. Mâliki yevmiddîn. İyyâke na´büdü ve iyyâke nestaîn. İhdinassıratalmüstakîm. Sıratallezîne en´amte aleyhim. Gayril-mağdûbi aleyhim veleddallîn´ de; ´Lâ ilahe illallah´ de!" buyurulmuştur. [55]

Alkame b. Kays´tan rivayet olunduğuna göre, peygamberlere verilen şeyler kalpleri yatışıncaya kadar önce kendilerine uyku halinde verilir, sonra da uyanık iken, vahiy olarak indirilirdi.[56]

Hz. Âişe´nin bildirdiği gibi, Peygamberimiz (a.s.)a da ilk vahiy ve peygamberlik başlangıcı, uykuda sadık, görüldüğü gibi apaçık çıkan rüyalar görmekle olmuştur.[57]

Peygamberlik; çok büyük ve ağır bir vazife olduğundan, Peygamberimiz (a.s.)ın da bu ağır vazifeye alıştırılması, hazırlanması ve bunun kendisine kolaylaştırılması için, vahiy[58] meleği Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)a uyanık iken gelmeye başlamadan önce, rüyada gelmeye başlamıştır.[59]

Zaten, vahiy, peygamberlere uyanık iken geldiği gibi, Sâffât sûresinin 102. âyetine göre, rüyada da gelirdi.[60]

Peygamberlerin rüyası vahiydir.[61]

Peygamberlerin gözleri uyur, kalpleri uyumaz.[62]

Peygamberimiz (a.s.), Hz. Âişe´ye:

"Ey Âişe! Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz" buyurmuştur.[63]

Nebilik ve Resullük

Nübüvvet akıl sahibi kulların üzerlerindeki dünya ve âhiret işleri hakkında, Allah ile kulları arasın­da yapılan elçilik demektir.[64]

Nebi; kendisine, melek tarafından vahiy veya kalbine ilham olunan, ya da sâlih rüya ile uyarılan zât demektir.

Resûl ise, resûl olması haysiyetiyle, nübüvvet vahyinin üstünde özel bir vahiy ile üstün kılınmış olan ve kendisine Cebrail (a.s.)ın Yüce Allah tarafından özel olarak indirilmiş Kitab ile vahyetmiş olduğu;[65] Allah´ın, hükümlerini halka tebliğ etmek üzere gönderdiği kâmil insan demektir.[66]

Bunun için, "Her resûl nebidir, fakat her nebi resûl değildir" denilmiştir.[67]

Nebilik ve resûllük Allah vergisi olup, bunu Yüce Allah´ın kullarından dilediğine ve lâyık olanına verdiği de, Kur´ân-ı Kerîm´de açıklanmıştır.[68]

Peygamberlerin Sıfat ve Faziletlerinden Bazıları

1) Bütün peygamberler (salât ve selam olsun onlara), ancak erkekler arasından seçilip gönderilmişlerdir.[69]

2) Bütün peygamberler babaları ve dinleri bir kardeştirler.[70]

3) Küçük,[71] büyük günahlardan, küfürden uzaktırlar.[72] Ancak, onların bazısından zelle, makamlarına göre kusur sayılabilecek bazı davranış ve sürçmeler vuku bulabilir.[73]

4) Peygamberler, en emîn.[74]

5) Allah´ın emir ve nehiylerini, insanlara hiç eksiltmeden, arttırmadan ulaştıran,[75]

6) Elçilik vazifesini yaparken, Allah´tan başka hiç kimseden korkmayan,[76]

7) En doğru sözlü, en doğru özlü.[77]

8) Kısa akıllılıktan ve[78]

9) Yanılgıdan uzak,

10) İnsanların bilmedikleri, bilemeyecekleri şeyleri-Allah´tan telakki eyledikleri vahiy ile bilen, bildiren,[79]

11) İnsanlara Allah´ın âyetlerini okuyan, Kitab ve Hikmeti öğreten, onları maddî ve manevî kirlerden temizleyen,[80]

12) İnsanları doğru yola öğütleyen, onların esirgenmelerini dileyen,[81]

13) Mükâfatlarını dünyada insanlardan değil, âhirette Rabbü´l-âlemîn´den alacaklarını açıklayan Allah elçileridir.[82]

14) Peygamberlerin Yüce Allah´ın izniyle mucizeler göstermeleri hak ve gerçektir ve göstermişlerdir de.[83]

Peygamberimiz (a.s.)a ise, devamlı mucize olarak Kur´ân-ı Kerîm vahyedilmek suretiyle verilmiş olduğundan, kendisi Kıyamet günü peygamberlerin en çok ümmetlisi olacaktır.[84]

Peygamberlerin Sayısı, İlki ve Sonuncusu

Hadis-i şerifte bildirildiğine göre; peygamberlerin sayısı yüzyirmi dört bin olup,[85] bunlardan üçyüz onbeşi resûl idi.[86]

Peygamberlerin ilki Âdem (a.s.), sonuncusu da Peygamberimiz Muhammed (a.s.)dır.[87]

Peygamberimiz (a.s.) hem nebi, hem resûl idi.[88]

Peygamberliğinin Hz. Muhammed (a.s.)a Bildirilişi

Peygamberimiz (a.s.)in Yüce Allah tarafından peygamber olarak gönderileceği ve ilahî rah­metin kullara onunla ihsan olunacağı gün gelmişti.

Peygamberimiz (a.s.); Ramazan ayının 15. Cumartesi ve 16. Pazar gecelerinde[89] Hira mağarasında uyuduğu sırada, rüyasında vahiy meleği Cebrail (a.s.), atlastan bir kap içinde bir Kitabla gelip Peygamberimiz (a.s.)a:

"Oku!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

"Ben, okuma bilmem!" dedi.

Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)ı, nefesi kesilinceye kadar sıktı ki, Peygamberimiz kendisini ölecek sandı.

Bundan sonra, Cebrail (a.s.) bırakıp, Peygamberimize:

"Oku!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

"Ben, okuma bilmem!" dedi.

Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)ı tekrar nefesi kesilinceye kadar sıktı.

Peygamberimiz (a.s.), kendisini ölecek sandı.

Sonra, Cebrail (a.s.) bırakıp, Peygamberimize yine:

"Oku!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın sıkmasından kurtulmak için:

"Neyi okuyayım!" diye sorduğu zaman, Cebrail (a.s.), Alâk sûresinin başındaki beş âyeti okudu.

Cebrail (a.s.) ayrılıp gittiği ve Peygamberimiz (a.s.) uykudan uyandığı zaman, o âyetler sanki bir kitap olarak kalbine yazılmış gibi idi.

Peygamberimiz (a.s.) mağaradan ayrılıp Hira dağının ortasına geldiği zaman, gökten bir ses işitti ki:

"Yâ Muhammedi Sen, Allah´ın Resûlüsün! Ben, Cebrail´im!" diyordu.

Peygamberimiz (a.s.), başını kaldırıp bakınca, Cebrail (a.s.)ı, ayaklarını göğün ufkuna basmış bir insan suretinde gördü!

"Yâ Muhammedi Sen, Allah´ın Resûlüsün! Ben, Cebrail´im!" diyordu.

Peygamberimiz (a.s.) duraklamış, ona bakakalırı işti.

Ne bir adım ilerleyebiliyor, ne de gerileyebiliyordu.

Cebrail (a.s.)ı görmemek için, yüzünü göğün ufuklarından ne tarafa çevirip baksa, hep onu öylece görüyordu![90]

Cebrail (a.s.)ın sesi, Peygamberimiz (a.s.)a gâh gökten, gâh ağaçtan, gâh dağ­dan., geliyordu.[91]

Hz. Hatice´nin Peygamberimizi Aratması, Teselli ve Tebşir Etmesi

Hz. Hatice´nin aratmaya gönderdiği adamları Mekke´nin yukarısına kadar Peygamberimiz (a.s.)ı aradılarsa da, bulamayarak geri döndüler.

Peygamberimiz (a.s.) ise, hâlâ, olduğu yerde dikilip duruyordu.

Nihayet, Cebrail (a.s.) ayrılıp gidince, Peygamberimiz (a.s.) hemen evine döndü.[92]

Hz. Hatice Peygamberimiz (a.s.)a yemek yapıp göndermiş; gönderdiği adamlar Peygamberimiz (a.s.)ı Hira mağarasında bulamamışlardı.

Bunun üzerine, amcalarının ve dayılarının evlerine de adam gönderip arattırın işti.

Oralarda da bulamayınca, çok kaygılanmıştı.[93]

Peygamberimiz (a.s.) eve geldiği zaman, Hz. Hatice:

"Ey Ebu´l-Kasım! Nerede idin? Vallahi, seni aramak için adamlar saldım. Onlar seni Mekke´nin yukarılarına kadar aradıkları halde, bulamayıp geri döndüler!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.), bütün gördükleri şeyleri ona birer birer anlattı.

Rüyada gördüğü, kendisine çok ağır gelen hadiseyi anlattığı zaman, Hz. Hatice:

"Sana müjdeler olsun![94]

Yüce Allah, sana hayırdan başka bir şey yapmaz![95]

Ey amcamın oğlu! Sebat et!

Hatice´nin varlığı Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki, ben senin bu ümmetin peygam­beri olacağını umuyorum!" dedi.

Hemen kalktı. Elbisesini derleyip toparladıktan sonra, Varaka b. Nevfel´e kadar gitti.[96]

Varaka b. Nevfel; Hz. Hatice´nin amcasının oğlu idi.

Kendisi, Cahiliye devrinde Hıristiyanlığa girmişti; Arapça yazı yazmayı bilir, İncil´den bir şeyler yazar dururdu.

Çok yaşlanmış ve gözleri de görmez olmuştu.[97]

Tevrat ve İncil ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlardan birçok şeyler dinlemişti.

Hz. Hatice; Peygamberimiz (a.s.)ın görüp işitip de kendisine haber vermiş olduğu şeyleri Varaka´ya haber verince, Varaka:

"Kuddûs! Kuddûs! [Pâkve kusursuz! Pâk ve kusursuz!]

Varaka´nın varlığı Kudret Elinde Bulunana yemin ederim ki: Ey Hatice, bana doğru söyledinse, ona gelen Nâmûs-u Ekber´dir ki, o Musa´ya da gelmişti[98]

O (Muhammed (a.s.)), muhakkak, bu ümmetin peygamberidir.

Kendisine söyle: Sebat etsin!" dedi.

Hz. Hatice, dönüp Varaka b. Nevfel´in söylediklerini Peygamberimiz (a.s.)a haber verdi.[99]

Varaka b. Nevfel´in Peygamberimiz (a.s.)ın Başına Neler Geleceğini Haber Verişi

Varaka b. Nevfel; Kabe´yi tavaf ederken, Peygamberimiz (a.s.) a rastlayıp: "Ey kardeşimin oğlu! Gördüğün, işittiğin şeyleri bana haber ver bakayım!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) haber verince, Varaka:

"Varlığım Kudret Elinde Bulunana yemin ederim ki; sen, muhakkak, bu ümmetin peygamberisin! Sana gelen Nâmûs-u Ekber, senden önce Musa´ya da gelmiş olandır. Muhakkak, sen kavmin tarafından yalanlanacaksın! Sana işkence de yapılacaktır! Sen, yurdundan da çıkarılacaksın! Seninle çarpışılacak da!

Andolsun ki, eğer ben o günlere erişirsem, Allah´ın dinine-Kendisinin bildiği yardımlarla-yardımda bulunacağım!" dedikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)in yanına varıp başının tepesinden öptü. Peygamberimiz (a.s.) da, ayrılıp evine gitti .[100]

Hz. Hatice´nin Cebrail (a.s.) Hakkında Addas´tan Bilgi Alışı

Hz. Hatice; Utbe b. Rebia´nın kölesi Addas´a gitti.

Addas, Hıristiyandı. Ninova halkındandı.[101]

Ona:

"Allah aşkına! Sende, Cebrail hakkında, bana verebileceğin bir bilgi var mı?" diye sordu.[102]

Addas:

"Kuddûs! Kuddûs! [Pâk ve kusursuz! Pâk ve kusursuz!]

Halkı putlara tapan şu belde halkına Cebrail anılır mı hiç?" dedi.[103]

Hz. Hatice:

"Sen, onun hakkında bildiğini bana haber ver!" dedi.[104]

Addas:

"Cebrail, Allah´ın Nâmûs-u Ekber´idir.[105]

O, Allah ile peygamberleri arasında, Allah´ın emîni, elçisidir.

Musa ve İsa (a.s.)ların sahibidir. [106]

O, peygamberden başkasına gelmez!" dedi.[107]

Hz. Hatice´nin Cebrail Hakkındaki Bir Denemesi

Varaka b. Nevfel, Hz. Hatice´ye:

"Cebrail; Allah ile peygamberler arasında, Allah´ın emînidir.

Sen, Muhammed´i, görmüş olduğu şeyleri gördüğü yere kadar götür.

Kendisine gelen şey gelince, başını saçını aç!

Eğer o Allah tarafından ise, Muhammed gördüğü şeyi göremez!" dedi.

Hz. Hatice öyle yaptı. [108]

Peygamberimiz (a.s.)a:

"Ey amcamın oğlu! Şu sana gelen sahibin (Melek) geldiği zaman, bana haber verebilir misin?" diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

"Evet! Haber verebilirim!" buyurdu.

Hz. Hatice:

"Öyle ise, o sana gelince bana haber ver!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

"Ey Hatice! İşte, Cebrail yanıma geldi" buyurdu.

Hz. Hatice:

"Kalk, gel de ey amcamın oğlu! Sol dizimin üzerine otur!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.) oturunca, Hz. Hatice:

"Onu görüyor musun?" diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

"Evet! Görüyorum!" buyurdu.

Hz. Hatice:

"Kalk da sağ dizimin üzerine otur!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.), kalkıp onun sağ dizinin üzerine oturdu.

Hz. Hatice:

"Onu yine görüyor musun?" diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

"Evet! Görüyorum!" buyurdu.

Hz. Hatice:

"Kalk da, kucağıma otur!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.), kalkıp onun kucağına oturdu.

Hz. Hatice:

"Onu hâlâ görüyor musun?" diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

"Evet! Görüyorum!" buyurdu.

Hz. Hatice, başından başörtüsünü açtı ve:

"Yine onu görüyor musun?" diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

"Hayır! Görmüyorum!" buyurdu.

Bunun üzerine, Hz. Hatice:

"Ey amcamın oğlu! Sebat et! Müjdeler olsun ki, vallahi, bu sana gelen melektir; şeytan değildir!" dedi.[109]

Cebrail (a.s.)ın Peygamberimiz (a.s.)a Uyanıkken Gelişi

Ramazan ayının 17´sinde, Pazartesi günü, Hira mağarasında, [110] seher vakti, [111] uyanık bulunduğu sırada. [112] Peygamberimiz (a.s.)a Hakkın emri geldi. [113]

Vahiy meleği Cebrail (a.s.) bir insan suretine girmiş,[114] en güzel bir surete bürünmüş, en güzel kokular sürünmüş olduğu halde göründü.[115]

Cebrail (a.s.)ın üzerinde sırmalı atlastan elbise vardı.[116]

Peygamberimiz (a.s.)a:

"İkra! [Oku!]" dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

"Ben, okuma bilmem!" dedi.

O zaman, melek Peygamberimiz (a.s.)ı tutup, takati kesilinceye kadar sıktı.

Sonra, bırakıp:

"Oku!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

"Ben, okuma bilmem!" dedi.

Yine, melek, Peygamberimiz (a.s.)ı tutup, ikinci kez, takati kesilinceye kadar sıktı.

Sonra, bıraktı ve:

"Oku!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

"Ben, okuma bilmem!" dedi.

Sonra, melek, Peygamberimiz (a.s.)ı tutup üçüncü kez sıktı.

Sonra da, bırakıp:

"Oku! Herşeyi yaratan Rabbinin ismiyle ki, O insanı bir alâktan (asılıp tutunan, ilişen birşeyden) yarattı.

Oku! Ki, senin Rabbin, kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilmediğini bildiren, bol kerem ve ikram Sahibidir" (Alâk: 1-5) dedi.[117]

Cebrail (a.s.):

"Yâ Muhammedi Yüce Allah, sana selam söylüyor ve senin için ´Sen, Benim, bütün cinlere ve insan­lara resûlümsün! Onları ´Lâ ilahe illallah = Al I a h ´tan başka ilâh yok1 kelime-i tevhidine davet et!1 buyuruy­or dedi.[118]

Peygamberimiz (a.s.) da, bir hadis-i şeriflerinde:

"Benden önce, her peygamber münhasıran kendi kavmine gönderiliyordu.

Ben ise, bütün beyazlara ve karalara (insanlara ve cinlere) gönderildim" buyurmuşlardır.[119]

Peygamberimiz (a.s.); Yüce Allah tarafından Cebrail (a.s.)ın getirip tebliğ ettiği peygamberlik vazifesiyle evine dönerken, hiçbir ağaç ve taşa rastlamadı ki, kendisini selamlamasının [120]

Yüreği titreyerek eve gelince, Hz. Hatice´ye:

"Beni sarıp örtünüz! Beni sarıp örtünüz!" buyurdu.

Korkusu, titremesi geçinceye kadar, vücudunu sarıp örttüler. [121]

Hz. Hatice´ye:

"Uykuda, rüyada görüp de sana söylemiş, anlatmış olduğum şeyi, Rabbim bana Cebrail´i gönder­erek açıkladı" buyurup, Yüce Allah tarafından gelenleri ve Cebrail (a.s.)dan işittiklerini haber verdi.[122]

"Doğrusu, kendim hakkında, korktum!" buyurdu.

Hz. Hatice:

"Öyle söyleme! Vallahi, Allah seni hiçbir zaman utandırmaz, üzüntüye düşürmez.

Çünkü, sen akrabanı görür gözetirsin!

İşini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın!

Yoksula verir, hiç kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın!

Misafiri ağırlarsın!

Hak yolunda karşılaştıkları musibet ve felaket hadiselerinde, halka yardımcı olursun[123]

Sözü doğru söylersin![124]

Emaneti yerine verirsin[125]

Güzel huylusun da!" dedi.[126]

Sonra da, Peygamberimiz (a.s.)ı, yanına alıp amcasının oğlu Varaka b. Nevfel´e götürdü. Ona:

"Ey amcamın oğlu! Dinle, bak! Kardeşinin oğlu ne söylüyor?" dedi.

Varaka b. Nevfel:

"Ne gördün kardeşimin oğlu?" diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.) gördüklerini, işittiklerini haber verince, Varaka:

"Senin bu gördüğün, Allah tarafından, Musa (a.s.)a indirilmiş olan Nâmûs-u Ekber (Cebrail)´dir!

Âh! Keşke kavminin seni (yurdundan) çıkaracakları zaman, ben sağ ve genç, dinç olsaydım!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

"Demek, onlar beni çıkaracaklar ha?!" deyince, Varaka b. Nevfel:

"Evet! Çıkaracaklardır!

Çünkü, senin gibi birşey getirmiş bir kimse yoktur ki, düşmanlığa ve işkenceye uğramasın!

Eğer ben senin davet günlerine erişirsem, sana son derecede yardım ederim!" dedi.

Kendisi, çok geçmeden de vefat etti.[127]

İslamda İlk Abdest ve İlk Namaz

Peygamberimiz (a.s.)a vahyin açıktan geldiği günde, Cebrail (a.s.) Peygamberimiz (a.s.)a abdest almayı ve namaz kılmayı da öğretti.[128]

Mekke´nin yukarı tarafında[129] vadinin bir köşesinde ökçesini yene vurdu. Oradan bir su kaynadı. Cebrail (a.s.), ondan abdest aldı.

Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın abdest alışına bakıyor,[130] Cebrail (a.s.) da namaz için nasıl abdest alınıp temizlenileceğini ona göstermek istiyordu: [131]

Dirseklerine kadar, ellerini yıkadı.

Ağzını su ile çalkaladı.

Burnuna su çekti.

Sonra, yüzünü yıkadı.

Başını ve kulaklarının arkasını, ıslak eliyle mesnetti.

Topuklarına kadar, ayaklarını yi kadı. [132]

Abdest bittikten sonra, avucuna su aldı ,[133] edeb yerine su serpti.[134]

Peygamberimiz (a.s.) da, Cebrail (a.s.)dan gördüğü gibi abdest aldı.[135]

Bundan sonra, Cebrail (a.s.); namazın nasıl kılınacağını Peygamberimiz (a.s.)a göstermek için,[136] kalkıp onunla birlikte iki rekat namaz kıldı ve bu namazda yüzünün üzerine dört secde yaptı. [137]

Yüce Allah; Peygamberimiz (a.s.)ın gözünü, yüzünü güldürmüş, Allahtan beklediği, gön­lünün hoşlandığı ibadet emri gelmiş bulunuyordu.[138]

Derin bir inanç ve sevinç içinde eve döndü.

Yüce Allah´ın kendisine olan üstün ikramını Hz. Hatice´ye haber verdi.[139]

Hemen elinden tutup, onu suyun yanına götürdü.[140]

Namaz için nasıl abdest alınıp temizlenileceğini göstermek üzere, Cebrail (a.s.)ın kendisine gösterdiği gibi abdest aldı.

Hz. Hatice de Peygamberimiz (a.s.)ın gösterdiği gibi abdest aldıktan sonra, Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın kendisine kıldırmış olduğu gibi, ona namaz kıldırdı .[141]

Peygamberimiz (a.s.), kendisine peygamberlik geldiği Pazartesi gününde ilk namazı kılmıştı.

Hz. Hatice de, aynı günde, günün sonuna doğru, ilk defa aynı namazı kılmak mutluluğuna ermişti.[142]

Vahiy ve Vahiy Tarzları

Lügatte sür´atli işaret, kitabet, risalet, ilham ve gizli kelam gibi çeşitli mânâlara gelen[143] vahy; Yüce Allah´ın, dilediğini, peygamberlerine, dilediği tarzlarla bildirmesidir.[144]

Yüce Allah; daha önceki peygamberlere vahyettiği gibi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)a da vahyetmiştir.

Bu gerçek, Kur´ân-ı Kerîm´de şöyle açıklanır:

"Biz, Nuh´a, ondan sonraki peygamberlere variyetliğimiz ve İbrahim´e, İsmail´e, İshak´a, Yakub´a, Yakub´un torunlarına, İsa´ya, Eyyub´a, Yûnus´a, Harun´a ve Süleyman´a vahyeylediğimiz ve Davud´a Zebur´u verdiğimiz gibi, şüphesiz, sana da vahyettik.

Öyle peygamberler (gönderdik ki), onların kıssalarını, önceden, sana bildirdik.

Yine, öyle peygamberler (gönderdik ki), sana onların kıssalarını bildirmedik.

Allah, Musa´ya da, hitap ile konuştu."[145]

Vahiy, Peygamberimiz (a.s.)a müteaddit tarzlarda gelmiştir.

1) Vahiy tarzlarından birisi, uykuda görülen ve görüldüğü gibi apaçık çıkan rüya tarzı dır. [146] Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)ın peygamberliği, vahyin bu tarzı ile başlamıştır. [147] Zaten, vahiy peygamberlere uyanık iken geldiği gibi, uyurken rüyada da gelirdi .[148] Peygamberlerin rüyaları, vahiydir. [149]

Nitekim, İbrahim (a.s.)a, İsmail (a.s.) hakkındaki ilahî emr, rüyasında verilmişti.[150]

Çünkü, peygamberlerin gözleri uyuşa da, kalbleri uyumaz.[151]

Peygamberimiz (a.s.):

"Bana: ´Yâ Muhammedi Gözlerin, uyusun! Kulağın, işitsin! Kalbin, ezberlesin!´ denildi.

Benim gözlerim uyudu. Kalbim ezberledi! Kulağım işitti.[152]

Ey Âişe! Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz!" buyurmuştur. [153]

Uyuyanın uykusunda bazı şeyler görmesine rüya ve hulm (düş) denir.[154]

Fakat, rüyada görülen şeyler, daha çok hayır ve güzel şeyler üzerine olur.

Hulmda ise, görülen şeyler, daha çok çirkin şeyler üzerine olur.[155]

Peygamberimiz (a.s.), rüya ve hulm hakkında şöyle buyurmuşlardır

"Salih rüya Allah´tan, hulm ise şeytandandır."[156]

"Zamanın sonu yaklaşınca, Müslümanların rüyası hemen hemen yanlış çıkmayacaktır.

Sizin en doğru rüya göreniniz, en doğru söyleyeninizdir!

Rüya, üç çeşittir:

Yüce Allah tarafından, (kuluna) müjde olan salih rüya,

Şeytan tarafından, korku, üzüntü veren rüya,

Kişinin kendi nefsinden, kendisine telkin mahiyetinde vâki olan* rüya!"[157]

Şeytan; Âdem oğullarına karşı beslediği şiddetli düşmanlık sebebiyle, her zaman onlara sataşır, her yönden tuzaklar kurar, her yolla onların işlerini bozmak ister.

Gördükleri rüyalarını da, ya içlerine yanlışlar karıştırmak, ya da onlardan gaflete düşürmek suretiyle, onları belirsiz ve yararsız hale getirir.[158]

Peygamberimiz (a.s.):

"Risalet de, nübüvvet de sona ermiştir!

Benden sonra (gelecek) ne resûl vardır, ne de nebi!" buyurunca, bu ashaba çok ağır geldi.[159]

Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.):

"Peygamberlikten, birşey kalmamıştır; [160] ama, mübeşşirat** vardır!" buyurdu.

"Yâ Rasûlallah! Mübeşşirat, nedir?" diye sordular.[161]

Peygamberimiz (a.s.):

"Müslüman kimsenin rüyasıdır,[162] salih rüyadır![163]

Salih rüya, peygamberlik işinin parçalarından bir parçadır. [164]

Salih kişinin gördüğü rüya,[165] peygamberlik işinin kırkaltı parçasından bir parçadır!" buyurdu.[166]

Salih rüyanın peygamberlik işinin kırkaltı parçasından bir parça oluşu; Peygamberimiz (a.s.)ın peygamberlik süresinin, onüç yıl Mekke´de, on yıl da Medine´de olmak üzere, yirmiüç yıl olup, bunun ilk altı aylık kısmının sadık ve salih rüyalar görmekle geçmiş bulunduğuna ve bunun da yirmiüç yılın kırkaltıda birini teşkil ettiğine göredir.[167]

2) Vahiy tarzlarından ikincisi, vahyedilecek kelamın,[168] melek görünmeksizin,[169] Peygamberimiz (a.s.)ın kalbine ilka olunmasıdır.[170]

Yüce Allah; Cebrail (a.s.)da, ilahî hitaba mutahap ve ilahî emri tebliğe memur olduğu hakkında zarurî bir ilim yarattığı gibi, Peygamberimiz (a.s.)ın kalbinde de zarurî bir ilim yaratırdı da, Peygamberimiz (a.s.) kalbine ilka olunan şeyin mücerred bir ilhamdan ibaret olmayıp Cebrail (a.s.)ın Allah´tan getirdiği bir vahiy olduğunu kesin olarak bilirdi.[171]

Peygamberimiz (a.s.)ın:

"Hiç şüphesiz, Ruhu´l-Kudüs (Cebrail (a.s.)) kalbime şunu ilka ve vahy etti ki, hiçbir nefisi [172] eceli dolmadıkça,[173] rızkını tamam olarak almadıkça ölmez!

Öyle ise, Allah´tan sakınınız da, onu güzel ve meşru yollardan arayınız.[174] Helal olanı alınız, haram olanı bırakınız![175]

Rızık gecikirse, onu Allah´a mâsiyetle elde etmeye kalkışmayınız! Çünkü, Allah katındaki şeye, Allah´a itaattan başkası ile nail olunamaz!"[176] hadis-i şeriflerinde olduğu gibi.[177]

3) Vahiy tarzlarından birisi de, vahiy meleğinin insan suretine girerek, vahyedilecek şeyi,[178] bir insanın bir insana tevdi edişi gibi vahyedişidir.[179]

Haris b. Hişam:

"Yâ Rasûlallah![180] Sana vahiy nasıl gelir?" diye sormuştu.

Peygamberimiz (a.s.); ona verdiği cevapta, vahyin bu tarzını şöyle cevaplamıştır:

"Bazı kere, melek, benim için insan suretine girer, benimle konuşur, ben de onun söylediklerini iyice bellerim.[181]

Bu, bana vahyin en kolay gelenidir.[182]

Cebrail (a.s.)ı gördüm.

Gördüklerimden, ona en çok benzeyeni, Dıhye´dir!" buyurmuştur. [183]

Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)a, çok kere Dıhye´nin suretinde gelirdi.[184]

Vahyin bu tarzında, Ashab-ı Kiramın Cebrail (a.s.)ı gördükleri de olurdu.[185]

Hz. Âişe der ki:

"Dıhyetü´l-Kelbî´nin sakalı, başı ve yüzü, Cebrail´e benzerdi.[186]

Ben şu odamda oturduğum sırada,[187] Resûlullah (a.s.), birden sıçrayıp dışarı çıktı.

Bakınca, yanında bir adam bulunduğunu gördüm ki, kadana atının üzerinde duruyor, başına beyaz sarık sarmış, sarığının bir ucunu iki omuzunun arasına sarkıtmıştı.

Resûlullah (a.s.) ise, elini onun kadanasının yelesinin bittiği yere koymuştu.[188]

Resûlullah (a.s.) içeri girince: [189]

´Yâ Rasûlallah! Birdenbire sıçradın, beni korkuttun![190]

Sana gizli birşey fısıldadığını gördüğüm kişi, kimdi?´ dedim.

Resûlullah (a.s.):

´Sen onu gördün mü?´ diye sordu.

´Evet! Gördüm´ dedim.[191]

´Sen onu kime benzettin?´ diye sordu.

´Dıhyetü´l-Kelbîye benzettim! [192]

Sen iki elini onun atının yelesinin bittiği yere koymuş olduğun halde, kendisiyle konuştuğumu gördüm!´ dedim.[193]

´Sen, çok hayır görmüşsün! [194] O, Cebrail´dir!´ buyurdu.[195]

Çok geçmeden, ´EyÂişe![196] Cebrail sana selam veriyor´ buyurdu.

Ben de:

´Ve (a.s.)ü ve rahmetullahi ve berekâtüh! Allah, o konuğu da, sahibini de hayırla mükâfat­landırsın!

Ne güzel sahip! Ne güzel konuk!´ dedim."[197]

Abdullah b. Abbas da der ki:

"Babam Abbas´la birlikte, Resûlullah (a.s.)ın yanında idim.

Resûlullah (a.s.)ın yanında da, bir adam bulunuyor ve onunla fisıldaşıyordu.

Resûlullah (a.s.) babamdan yüz çevirmiş gibi idi (Onunla pek ilgilenmiyordu).

Resûlullah (a.s.)ın yanından, dışarı çıktık. Babam, bana:

´Oğulcuğum! Amcanın oğlunun, benden yüz çevirir gibi olduğuna dikkat etmedin mi?´ dedi.

Ben:

´Babacığım! O, yanında bulunan bir adamla fisıldaşıyordu´ dedim.

Bunun üzerine, hemen Resûlullah (a.s.)ın yanına döndük. Babam:

´Yâ Rasûlallah! Abdullah´a şöyle şöyle söylemiştim. O da, senin yanında bulunan bir adamla fısıl-daşdığını bana haber verdi. Senin yanında bir kimse var mıydı?´ dedi.

Resûlullah (a.s.), bana:

´Ey Abdullah! Sen onu gördün mü?´ diye sordu. Ben:

´Evet! Gördüm´ dedim.

Resûlullah (a.s.):

´İşte o, Cebrail idi. Seninle ilgilenmekten, beni o meşgul etti!´ buyurdu."[198]

Cebrail (a.s.)ın, ashaba dinlerini öğretmek üzere, tanımadıkları bir beşer suretine girerek Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelişini de, Hz. Ömer şöyle anlatır:

"Resûlullah (a.s.)la ashabından yanındaki bir cemaatla birlikte [199] Mescid´de oturduğumuz sırada, [200] güzel yüzlü, [201] başının saçı kulak yumuşaklarına kadar uzamış, [202] güzel saçlı, [203] saçına güzel koku sürünmüş,[204] üzerindeki[205] elbisesi bembeyaz,[206] saçı simsiyah,[207] genç ve güzel,[208] üzerinde yolculuk eseri görülmeyen, bununla birlikte içimizden hiçbirinin tanımadığı bir adam[209] çıkageldi.[210]

Orada bulunan cemaat, birbirlerine bakıştılar.[211]

Adam:

´Esselâmü aleykeyâ Rasûlallah!´ diyerek Resûlullah (a.s.)a ve ´Esselâmü aleyküm!´ diyerek bizlere selam verdi.

Resûlullah (a.s.) onun selâmına karşılık verdi.

Biz de, onunla birlikte, karşılık verdik.[212]

Adam:

´Yâ Rasûlallah! Ben, sana geldim´ dedi.

Resûlullah (a.s.):

´Evet!´ buyurdu.[213]

Adam, Resûlullah (a.s.)ın yanına kadar varıp oturdu.[214]

´Bana biraz yaklaş yâ Rasûlallah!´ dedi.

Resûlullah (a.s.) biraz yaklaştı.

Adam, tekrar:

´Yâ Rasûlallah! Biraz daha yaklaş!´ dedi.

Resûlullah (a.s.) biraz daha yaklaştı. [215]

Adam:

´Yâ Rasûlallah! Biraz daha yaklaş!´ dedi.

Resûlullah (a.s.); diz kapaklan onun dizkapaklarına değecek kadar yaklaştı. [216]

Sonra, adam, ona (Resûlullah (a.s.)a) saygı olmak üzere, ayağa kalkıp oturdu. [217]

Adam; iki dizini Resûlullah (a.s.)ın iki dizine bitiştirip dayadı,[218] ellerini kendi dizlerinin üzerine koydu.[219]

´Yâ Rasûlallah![220] Yâ Muhammed![221] Bana imandan haber ver. İman, nedir?´ diye sordu.

Resûlullah (a.s.):

´İman; Allah´a, Allah´ın meleklerine, Allah´ın Kitablarına, Allah´ın resûllerine, âhiret gününe, bir de, hayır ve şer, kadere inanmandır!´ buyurdu.[222]

Adam:

´Ben böyle yaparsam iman etmiş olur muyum?´ diye sordu.

Resûlullah (a.s.):

´Evet!´ buyurdu.[223]

Adam:

´Doğru söyledin!´ dedi.[224]

Adamın ´Doğru söyledin´ diyerek biliyormuşcasına Resûlullah (a.s.)ı tasdik edişine;[225] ´Hem soruyor, hem de onu tasdik ediyor?!´ diye şaştık.

Adam, bundan sonra:

´Yâ Muhammed! Bana İslâm´dan haber ver![226] Nedir o?´ diye sordu.

Resûlullah (a.s.):

´İslâm; Allah´tan başka ilah olmadığına ve Muhammed´in Resûlullah olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna gücün yeterse Beytullah´a hac­cetmen,[227] cünüplükten gusledip yıkanmandır!´ buyurdu.[228]

Adam:

´Ben böyle yaparsam Müslüman olur muyum?´ diye sordu.

Resûlullah (a.s.):

´Evet!´ buyurdu.[229]

Adam, yine: ´Doğru söyledin!´ dedi.[230]

Biz, yine, adamın ´Doğru söyledin!´ deyişine;[231] hem soruyor, hem de onu tasdik ediyor diye, haline şaştık.[232]

Adam böyle her defasında ´Doğru söyledin!´ ´Doğru söyledin!´ dedikçe, cemaat:

´Biz Resûlullah (a.s.)a bu adamdan daha fazla saygı gösterenini görmedik! Sanki Resûlullah (a.s.)ı tanıyor!´ demekte idiler.[233]

Bundan sonra, adam:

´Yâ Rasûlallah![234] Sen bana ihsandan haber ver![235] Yâ Muhammed![236] Yâ Rasûlallah![237] İhsan nedir?´ diye sordu.[238]

Resûlullah (a.s.):

´İhsan;[239] Allah´a, O´nu görüyor gibi, ibadet etmendir. Sen O´nu görmesen de, iyi bil ki, O seni görür!´ buyurdu.[240]

Adam:

´Ben böyle yaptığım zaman muhsin (ibadeti ihsan derecesinde yapan) olur muyum?´ diye sordu.

Resûlullah (a.s.):

´Evet!´ buyurdu.[241]

Adam, yine:

´Doğru söyledin!´ dedi.[242]

Adam böyle her defasında ´Doğru söyledin!´ ´Doğru söyledin!´ dedikçe, biz de, ´Doğrusu, Resûlullaha bundan daha çok saygı gösterenini görmedik!´ diyorduk.

Adam:

´Yâ Rasûlallah![243] Bana Saat´ten (Kıyametten) haber ver![244] O ne zaman kopacak?´ diye sordu.[245]

Resûlullah (a.s.):

´Kıyamet hakkında, kendisine soru sorulan, sorandan daha bilgili değildir!´ buyurdu.[246]

Adam:

´Doğru söyledin!´ dedi.

Resûlullah (a.s.):

´Kıyametin vakti, Allah´tan başka kimsenin bilmediği beş şeyden biridir!´ buyurdu.[247]

Adam:

´Öyle ise, bana onun emare ve alâmetlerinden haber ver![248] Kıyametin alâmetleri nedir?[249] Bana onlardan haber ver?´ dedi. [250]

Resûlullah (a.s.):

´Cariyenin kendi efendisini doğurduğunu; yalınayak, çıplak, yoksul davar çobanlarının (zenginleşip) yüksek bina kurmakta birbirleriyle yarıştıklarını ve övünmeye kalkıştıklarını görmendir´ buyurdu.[251]

Adam:

´Doğru söyledin!´ dedi.

Sonra da, dönüp gitti.[252]

Resûlullah (a.s.):

´Adamı bana geri çeviriniz!´ buyurdu.[253]

Hemen kalkıp adamın ardına düştük. Ne kendisinin nereye yönelip gittiğini anlayabildik, ne de izini tozunu görebildik!

Bunu Peygamber (a.s.)a anlattık.[254]

Resûlullah (a.s.):

´Ey İbn Hattab![255] Ey Ömer![256] Sen bana o sorulan soranın kim olduğunu biliyor musun?1 diye sordu.[257]

´Allah ve Resûlü bilir!´ dedim.[258]

Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.):

´O, Cebrail idi. Size dininizi öğretmek için gelmişti!1 buyurdu."[259]

4) Vahiy tarzlarından birisi de, vahyin dehşet saçan bir çan, çıngırak uğultusu gibi uğuldayarak
gelişidir.[260]

Haris b. Hişam´ın:

"Yâ Rasûlallah![261] Sana vahiy nasıl gelir?" sorusuna Peygamberimiz (a.s.)ın verdikleri cevapta, vahyin bu tarzı şöyle açıklanmıştır:

"Vahiy bazan bana çıngırak sesi gibi (müthiş bir madenî ses uğultusu ve alarm ile) gelir ki, vahyin bana en ağır geleni de budur!

Vahiy hali benden kalkınca, meleğin bana söylemiş olduğunu iyice bellemiş bulunurum" buyurmuştur.[262]

Sanıldığına göre; işitilen bu şiddetli ses ya vahiy meleğinin kendi sesi, ya da, kanatlarının uğultusu idi.[263]

Bunun hikmeti de, vahyi telakki ve hıfz için, Peygamberimiz (a.s.)ın kalbini toparlamak ve hazırlamak,[264] kulaklarının ve kalbinin vahiy meleğinin sesinden başkasıyla meşgul olmasına meydan bırakmamak içindi.[265]

Abdullah b. Amr b.Âs:

"Yâ Rasûlallah! Vahyin gelişini sezer misin?" diye sorduğu zaman, Peygamberimiz (a.s.):

"Evet! Sesi işitir ve susarım.

Bana hiçbir sefer bu tarzda vahyolunmamıştır ki, ruhumun alınıyor olduğunu sanmış olmayayım!" buyurmuştur. [266]

Yüce Allah bir emri vahyetmek, vahiy suretiyle dile getirmek istediği zaman, Allah´ın emrinin korkusundan, gökleri, son derece şiddetli bir titreme alır.[267]

Göklerin halkı olan meleklerde, İlahî Kelamı, düz ve sert bir kayaya çarpan demir zincir(in çıkardığı korkunç ses) gibi işitince,[268] Allah´ın Kelamı karşısında duydukları derin haşyetten dolayı kanatlarını çırparlar,[269] baygın düşüp secdeye kapanırlar!

Ayılıp secdeden başını ilk kaldıran, Cebrail (a.s.) olur.

Yüce Allah ona, vahiylerinden, dilediğini söyler.[270]

Cebrail (a.s.) yanlarına gelinceye kadar, öteki melekler öylece baygın halde kalırlar.

Cebrail (a.s.), bütün göklerdeki meleklere uğrar.[271]

Her göğe uğradıkça,[272] kalblerinden korku kaldırılan[273] o gök halkı olan[274] melekler ona:

"Ey Cebrail![275] Rabbimiz[276] ne buyurdu?" diye sorarlar.

Cebrail de:

"Hakkı buyurdu.[277] En Yüce, en büyük olan O´dur!" der.

Meleklerin hepsi de, Cebrail (a.s.)ın söylediği gibi söylerler.[278]

Birbirlerine de:

"Rabbimiz ne buyurdu?" diye sorarlar ve:

"Hakkı buyurdu. En yüce ve en büyük olan O´dur!" derler.[279]

Yüce Allah, vahyi nereye ulaştırmasını emir buyurmuşsa,[280] Cebrail (a.s.), gökten yere kadar, gökten göğe geçe geçe,[281] götürüp oraya ulaştırır.[282]

Zerkeşî´ye göre; vahyin bu tarzında, vahyin Peygamberimiz (a.s.)ca telakkisi, iki yolla idi.

Onlardan birisi, Peygamberimiz (a.s.)ın beşeriyet sıfat ve suretinden soyunup sıyrılıp, melekiyet sıfat ve suretine bürünerek vahyi Cebrail (a.s.)dan alması;

Diğeri de, Peygamberimiz (a.s.) vahyi alıncaya kadar, meleğin melekiyet sıfat ve suretinden soyunup beşeriyet sıfat ve suretine girmesi idi ki, birincisi, iki halden en güç ve en zor olanı idi.[283]

Ashab-ı Kiramdan bazılarının görüp anlattıklarına göre; vahyin inişi sırasında Peygamberimiz (a.s.)a ağır bir sıkıntı basar;

Yüzü, gül gibi olur;[284]

Gözlerini kapar;[285]

Başını önüne eğerdi.

Yanındakiler de, başlarını önlerine eğerlerdi.[286]

Peygamberimiz (a.s.), o hallerinde, çabuk çabuk nefis alırdı.[287]

En soğuk günde bile, alnından inci taneleri gibi terler dökülürdü.[288]

Vahiy hali sona erinceye kadar, yanındakilerden hiçbiri, başlarını kaldırıp Peygamberimiz (a.s.)ın yüzüne bakmaya kadir olamazlardı. [289]

Vahiy kâtiplerinden Zeyd b. Sabit´in bildirdiğine göre; Peygamberimiz (a.s.)a gelen vahyin ağırlığı veya hafifliği, inen vahyin ağırlığı veya hafifliğiyle mütenasip bulunurdu.[290]

Yani, inen vahiy va´d ve tebşir mahiyetinde ise, Cebrail (a.s.) beşer suretinde gelir, hitap ve telakki Peygamberimiz (a.s.)a bir güçlük vermezdi.

İnen vahiy azap ve korkutmaya taalluk ettiği zaman, dehşet saçan bir çan, çıngırak uğultusu ile gelirdi.[291]

Peygamberimiz (a.s.) deve üzerinde bulunduğu sırada da vahiy geldiği olur; devenin inen vahyin ağırlığına dayanamadığı,[292] bacaklarının iki yana ayrıldığı, büküldüğü, kırılacak gibi olduğu, bazan da çöktüğü görülürdü.[293]

Nitekim, Peygamberimiz (a.s.) Adba adlı devesinin üzerinde bulunduğu sırada Mâide sûre­si inmeye başlayınca, vahyin ağırlığından, Adba´nın bacakları az kalsın kınlıverecekti![294]

Zeyd b. Sabit der ki:

"Resûlullah (a.s.)ın yanında oturuyordum. Derken, vahiy durgunluğu gelip, Resûlullah (a.s.) baygınlaştı.

Kendisinin dizi, benim dizimin üzerine düştü.

Vallahi, Resûlullah (a.s.)ın dizinden daha ağır basan birşey bulmamışımdır.

Sonra, üzerinden vahiy hali sıyrılınca:

´Yaz ey Zeyd!´ buyurdu.

Hemen, bir kürek kemiğinin üzerine, yazdım.

Resûlullah (a.s.)ı, vahiy durgunluğu ve baygınlığı tekrar bürüdü.

Resûlullah (a.s.)ın dizi, benim dizimin üzerine düştü.

Dizinin ağırlığını, öncekinden daha ağır buldum.[295]

Neredeyse, dizim ezilecek sandım.[296] ´Ayağımın üzerinde artık yürüyemem!´ dedim.[297]

Bir ve tek olan Yüce Allah´ın indirip de kemiğin üzerine eklemiş olduğum o istisna fıkrasına;[298]-varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki-[299] hâlâ bakıyor, onu görüyor gibiyimdir!"[300]

Hz. Ömer de, "Resûlullah (a.s.)a vahiy indirilirken, başucundan, arı uğultusuna benzeyen bir ses işitildiğini" söylemiştir.[301]

5) Vahiy tarzlarından birisi de, vahiy meleği Cebrail (a.s.)ın, Yüce Allah tarafından yaratıldığı aslî şekil ve suretinde, [302] inci ve yakut saçılan[303] altıyüz kanadıyla görünerek.[304] Yüce Allah´ın dilediğini, Peygamberimiz (a.s.)a vahyedişidir.[305]

Bu da, iki kere vuku bulmuş;[306] Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ı, yaratılmış olduğu aslî heyet ve suretinde, altıyüz kanadı ile,[307] iki kere,[308] ufku kaplayan,[309] her bir kanadından renk renk inciler, yakutlar saçılır[310] ve vücudunun büyüklüğü[311] yerle gök arasını doldurur bir halde görmüştür.[312]

6) Vahiy tarzlarından birisi de; Yüce Allah´ın, İsrâ ve Miraç gecesinde olduğu gibi.[313] göklerin üstünde,[314] perde arkasından, Peygamberimiz (a.s.)a-uyanık iken-hitapta bulunması, ya da- hadis-i şerifte açıklandığı üzere-uyurken, arada vahiy meleği bulunmaksızın Peygamberimiz (a.s.)la konuşmasıdır.[315]

Peygamberimiz (a.s.) bu hususu şöyle açıklamışlardır:

"Rabbim, bana uykuda en güzel surette geldi."[316]

"Rabbimi, en güzel surette gördüm![317] Bana:

´Yâ Muhammedi Mele-i Âlâ (Mukarreb Melekler), birbirleriyle ne hakkında konuşur, soruşurlar; bilir misin?´ diye sordu.[318]

´Hayır! Bilmiyorum yâ Rab!´ dedim.

Elini, iki küreğimin arasına koydu.

Rabbimin Elinin serinliğini, memelerimin arasında duydum.! [319]

Herşeyin ilmi benim için tecelli etti. [320] Gökte ve yerde olan şeyleri öğrendim. [321] Rabbim:

´Yâ Muhammedi Mele-i Âlâ (Mukarreb Melekler), birbirleriyle ne hakkında konuşur, soruşurlar; bilir misin?´ diye tekrar sordu.[322]

´Evet! Bilirim[323] yâ Rab![324] Keffaretler hakkında konuşurlar!´ dedim.

´Nedir onlar?1 diye sordu.[325]

´Dereceler, kefaretler, camiye ve cemaatlara yürüyerek gidiş,[326] namazlardan sonra namazları bekleyiş,[327] iyiliklere doğru adım atış...´ dedim.[328]

´Doğru söyledin yâ Muhammed![329]

Kim böyle yaparsa, temiz olarak yaşar, temiz olarak ölür, günahtan temizlenir, anasından doğduğu gibi olur![330]

Yâ Muhammedi Namaz kıldığın zaman:

´Ey Allah´ım! Bana hayırlı işler işletmeni,

Kötülükleri bıraktırmanı,

Yoksulları sevdirmeni,

Beni yarlıgamanı,

Bana acımanı,

Benim tevbemi kabul etmeni,

Kullarını ibtilâya uğratmak istediğin zaman da, beni fitne ve ibtilaya uğramamış olarak huzuruna almanı,

Selamı yaymak,

Yem ek yedirmek,

Herkes uyurken geceleyin kalkıp namaz kılmak derecelerini bana nasip etmeni Senden dilerim!´ de!´ buyurdu."[331]

7) Vahiy tarzlarından birisi de, Yüce Allah´ın, Peygamberimiz (a.s.)ı hiçbir kulun hiçbir zaman erişemediği Yakınlık Makamına, ilahî kabul ve ikrama nail kılması;[332] arada vahiy meleği bulun­maksızın, kendisine doğrudan doğruya hitap buyurmuş olmasıdır.[333] Ki, bu da, Miraç gecesinde olduğu gibi, uyanık iken vahiy buyurulacak şeyi er ya perde arkasından ya da doğrudan doğruya, yüz yüze olarak
vahiy buyurulmak sûretiyle[334] vuku bulmuştur.

Abdullah b. Abbastan sahih bir senedle[335] rivayet edildiğine göre; bu mülakatta, Peygamberimiz (a.s.), Rabbini görmüştür![336]

Yine ondan sahih bir senedle rivayet edilen hadiste de;

İbrahim (a.s.)ın hainliğine,

Musa (a.s.)ın kelîmliğine,

Muhammed (a.s.)ın Rabbini gördüğüne, şaşırmayacağını söylemiştir.[337]

Peygamberimiz (a.s.) da, bir hadis-i şeriflerinde, bu hususta açıklamalarda bulunmuşlardır:

"Göklerin ve yerin işlerinden bana emrolunan şeylerden boşaldığım zaman:

´Yâ Rab! Benden önce, kendisine ikramda bulunmadığın hiçbir peygamber yoktur.[338]

Yâ Rab! İbrahim´i halil, Musa´yı da kelîm edindin.[339]

Davud için dağları, Süleyman için rüzgâr ve şeytanları musahhar kıldın! İsa için de ölüleri dirilttin!1 dedim.

´Benim için, ne yaptın?´ diye sordum.

Yüce Allah:

´Sana, bunların hepsinden daha üstününü vermedim mi?

Senin ismini Kendi ismimle birlikte anmadıkça, Kendi ismimi anmadım!1 buyurdu."[340]

"Ve refa´nâ leke zikrek=Senin namını yükselttik"[341] âyetindeki nam yüksekliği; kelime-i tevhid ve kelime-i şehâdette,[342] ezanda, Kur´ân-ı Kerîm´de[343] Peygamberimiz (a.s.)ın isminin de Yüce Allah´ın ismiyle birlikte anılmasıdır diye tefsir edilmiştir.[344]

Mekke´nin fethinde, Bilal-ı Habeşî Kabe´nin üzerine çıkıp Mekke´de ilk ezanı okurken "Eşhedü enne Muhammeden resûlullah!" şehadetini işiten Ebu Cehil´in kızı Cüveyriye de:

"Hayatıma yemin ederim ki;[345] Allah Muhammed´in namını yükseltti.[346] Allah seni şereflendirdi ve senin namını yükseltti![347] Senin adın, şanın yükseldi!" demekten kendini alamamıştır.[348]

Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)ın Tebligat ve İcraatının Kaynağının İlahî Vahiy Oluşu

Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)in tebligat ve icraatının kaynağı ilahî vahiy idi

Bu gerçek, Kur´ân-ı Kerîm´de şöyle açıklanmıştır:

"İşte, Biz (ey Resûlüm!), sana da böylece Emrimizden bir Ruh (Kur´ân) variyettik.

Halbuki, (vahiyden önce) sen, ´Kitab nedir? İman nedir?1 bilmezdin.

Fakat, Biz, onu (Kur´ân´ı) bir nur yaptık.

Bununla, kullarımızdan kimi dilersek ona hidayet veririz.

Şüphe yok ki, sen muhakkak doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun!"[349]

İbrahim ve İsmail (a.s.)ların Peygamberimiz (a.s.) Hakkındaki Dilekleri ve
Dileklerinin Kabul Olunuşu

İbrahim (a.s.)la oğlu İsmail (a.s.)ın, Kabe´nin duvarlarını örüp yükseltirlerken, Yüce Allah´a:

"Ey Rabbimiz! Bizden sâdır olan şu hizmeti kabul buyur!

Şüphe yok ki, herşeyi işiten, herşeyi bilen Sensin Sen!

Ey Rabbimiz! Bizi, Sana teslimiyette sabit kıl!

Soyumuzdan da, yalnız Sana boyun eğen Müslüman bir cemaat yetiştir!

Ey Rabbimiz! Onların içinden de, kendilerine Senin âyetlerini okuyacak, onlara Kitabı ve hikmeti öğretecek, onları iyice temizleyecek bir peygamber de gönder..." diyerek dua ettikleri[350] ve Hz. Muhammed (a.s.)ın peygamber olarak gönderilmesiyle bu dualarının kabul buyurulduğu da:

"İçinizde, kendinizden bir peygamber gönderdik ki, size âyetlerimizi okuyor, sizi tertemiz yapıyor, size Kitabı ve hikmeti öğretiyor, bilmediğiniz şeyleri size bildiriyor;"[351]

´(Ey Resûlüm!) Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi. Daha önce bilmediklerini de sana öğretti. Allah´ın senin üzerindeki lütuf ve inayeti çok büyüktür"[352] mealli âyetlerle açıklanmıştır.

Bu âyetlerde anılan Kitabın Kur´ân-ı Kerîm olduğu ve Peygamberimiz (a.s.)ın da onu ümmetine bıraktığı, tarihî bir vakıa ve gerçektir.[353]

Kur´an-ı Kerîm, Kur´an-ı Kerîm´in İnişi, Ezberlenişi ve Yazılışı

Kur´ân-ı Kerîm´in isimlerinden olan "Kur´ân" sözü, aslında masdar olup kıraat etmek, okumak demektir.[354]

Kur´ân-ı Kerîm, âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah tarafından,[355] insanları karanlıklardan aydınlığa, Allah´ın doğru yoluna çıkarmak için[356] son peygamber[357] Hz. Muhammed (a.s.)ın kalbine, Cebrail (a.s.)ın aracılığıyla,[358] hiç unutmamak, hafızasından silinmemek üzere[359] vahyedilmek.[360] okunmak suretiyle[361] azar azar indirilen;[362] hiç kimsenin bir benzerini daha vücuda getiremeyeceği;[363] Allah katında çok şerefli, kadri yüce; tertemiz sahifelerde kıymetli, sevgili, takva sahibi katiplerin elleriyle yazılı;[364] nesilden nesile tevatürle nakil olunagelen; doğruluğunda hiç şek ve şüphe bulunmayan Allah Kelamı di r.[365]

Kur´ân-ı Kerîm Peygamberimiz (a.s.)a, Ramazan ayında,[366] Kadir gecesinde inmeye başlamış,[367] yirmi üç yılda tamamlanmıştır.[368]

İbn Abbas´ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz (a.s.), kendisine Cebrail (a.s.) tarafından indirilen âyetleri ezberlemek, unutmamak için acele eder, dudaklarını Cebrail´in okuyuşuna uydurarak kımıldatır dururdu.[369]

Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:

"(Ey Resûlüm!) Onu (Kur´ân´ı Cebrail sana okuyup bitirmeden) ezberlemek için, dilini onunla (Kurbânla) depretme!

Onu, (göğsünde) toplamak (ezberletmek), okutmak Bize düşer.

O halde, Biz, onu sana (Cebrail´in dili ile) okuduğumuzda, sen onun okunuşuna sadece uy! (susup kulak ver, dinle!)

Sonra onu okuman, Bize aittir (okumanı Biz tekeffül ederiz)."[370]

"Bundan böyle, Biz sana Kur´ân´ı okutacağız da, sen onu unutmayacaksın."[371]

İşte bundan sonra, ne zaman Cebrail (a.s.) gelir, vahiy getirirse, Peygamberimiz (a.s.) susar, onu dinler; Cebrail (a.s.) dönüp gidince, onun okumuş olduğu âyetleri, o nasıl okumuş idiyse öylece, ezberinden okurdu.[372]

Kur´ân-ı Kerîm´in Arapça olarak indirildiği de, Kur´ân-ı Kerîm´de açıklanmıştır.[373]

Kur´ân-ı Kerîm´in ilk hafızı, Peygamberimiz (a.s.)clı.[374]

Cebrail (a.s.) her yıl Ramazan ayında, her gece gelir, Ramazan´ın sonuna kadar Kur´ân-ı Kerîm´i Peygamberimiz (a.s.)la mukabele eder; yani o okur, Peygamberimiz (a.s.) din­ler, Peygamberimiz (a.s.) okur, Cebrail (a.s.) dinlerdi.

Peygamberimiz (a.s.)ın vefat ettiği yılda ise, bu mukabele iki kere yapı İm işti. [375]

Yüce Allah Müslümanlara namazda Kur´ân´dan kolaylarına geleni okumalarını emir buyurduğu[376] ve Peygamberimiz (a.s.) da, Kur´ân´sız (kıraatsız) namaz olamayacağını haber verdiği için;[377] erkek kadın her Müslümanın, en az, namazlarında okuyacakları kadar sûre veya âyetler ezberlemeleri gerekiyor, bununla yetinmeyip Kur´ân-ı Kerîm´in tümünü ezberlemeye koyulanlar da oluyordu.

Peygamberimiz (a.s.), kendisine Kur´ân-ı Kerîm âyetleri nazil oldukça, vahiy katiplerinden birini çağırır, ona "Yaz!" buyurup yazdırır, onun hangi sûreye ve sûrenin neresine konulacağını da bildirir,[378] bu da kendisine Cebrail (a.s.) tarafından bildirilmiş bulunurdu.

Nitekim, Peygamberimiz (a.s.):

"Bana Cebrail ((a.s.)) geldi. Şu ´İnnallâhe ye´muru bi´l-adli ve´l-ihsâni ve îtâi zi´l-kurbâ ve yenhâ ani´l-fahşâi ve´l-münkeri ve´l-bağyi yaizuküm lealleküm tezekkerûn´ âyetini [Nahl: 90], şu sûrenin [Nahl sûresinin] şurasına [89. âyetin altına] koymamı bana emretti" buyurmuştur.[379]

Zeyd b. Sabit der ki:

"Vahyi Resûlullah (a.s.)ın huzurunda yazardım. Bitirdiğim zaman, bana:

´Yazdığını, oku!´ buyururdu.

Eğer onda yazılmayan birşey kalmışsa ekletir, fazla birşey olursa çıkarttırırdı ."[380]

Nisa sûresinin 95. âyeti nazil olunca da:

"Bana Zeyd´i çağırınız. Levhayı, diviti ve kürek kemiğini, veya kürek kemiğini ve diviti getirsin!" buyurmuş,[381] Zeyd gelince de, ona:

"Ey Zeyd!"[382] buyurarak[383] yazdıracağı âyeti yazdırmış,[384] bu âyete ait olup o anda nazil olan "zarar görenler dışında" istisnasını da ona ekletmiştir.

Zeyd b. Sabit der ki:

"Bir ve tek olan Yüce Allah´ın indirip de kemiğin üzerine eklemiş olduğum o istisnaya,[385] varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki, [386] hâlâ bakıyor, onu görüyor gibiyimdir!"[387]

Kur´ân-ı Kerîm, böylece, başından sonuna kadar, Peygamberimiz (a.s.)ın huzurunda, hurma dallan, düz, yassı taşlar, kürek kemikleri ve yazı yazmaya elverişli daha başka şeyler üzerine yazılmış bulunuyordu.[388]

Kur´ân-ı Kerîm´in vahyi Peygamberimiz (a.s.)ın vefatına yakın bir zamana kadar devam ettiği için,[389] Kur´ân-ı Kerîm´in yazılı sahifeleri mushaf haline getirilmemişti.

Kur´ân-ı Kerîm sûrelerden, sûreler de âyetlerden teşekkül etmiştir.

Kur´ân-ı Kerîm´in iki kapağı arasında yüz on dört sûre olup,[390] Berâe (Tevbe) sûresinden başka, bütün sûrelerin başında Besmele vardır.

Yani, her sûre diğerinden Besmele ile ayrı İmi ştır.[391]

Sûre; lügatta, yüksek derece ve mertebeye, büyük bir şehri kuşatan sûra benzetilerek, Kur´ân-ı Kerîm´in de en az üç âyetten müteşekkil, hususi bir isim taşıyan müstakil bölümle
Top