Mimarlar Padişahı Sinan

Mimarlar Padişahı Sinan

Yeniçerilerinin içinde yetişmiş, Osmanlı fütuhatının her bi­rinde imzası olan Yeniçeri askerinin kıymetli ve sanatkâr ev­lâdı Mimar Sinan, fetih ordularının bir çok suları aşması için yaptığı köprüler, muhasara vasıtaları, çeşmeler, mescidier, camiler, kemerler manzumesine kendisinin deyimiyle «usta­lık eserim» dediği Selimiye Camiini Edirne şehrinde yedi se­nelik bir çalışmadan sonra meydana getirmiş dünyanın en büyük kubbesini havi Ayasofya Camiinden bu imtiyazı alıp ondan iki arşın daha geniş bir kubbeli Selimiye Camii mey­dana getirmiştir. Şimdi yeri gelmişken halk arasında anlatı­lan bir hikâyeyi anlatalım, kim ki bundan bir ders çıkara...

«Mimar Sinan; camii şerifi bitirmiş, açılışını yapmak üzere Hazreti Padişahın geleceği günü bekerken caminin etrafında geziyordu. İki çocuğun bir minareye bakıp kendi aralarında konuştuklarını tekrar bakıp birtakım işaretler yaptıklarını gö­rür, yanlarına yaklaşır ve sorar:

Çocuklar o minareye bakıp bakıp birşeyler konuşuyorsu­nuz, acaba ne var?

Çocuklar cevap verir:

— Abe amca görmez misin de şu minareye yamuktur. Mimar Sinan sükunetle bakar ve bir göz aldanması oldu­ğunu anlar.

— Peki evlâdım ne tarafı doğru iğri? Diye sorar.

Çocuklar ihtilâfa düşmez ve ikisi de:

— Ta şu tarafa!

Mimar Sinan derhal on kişiyi çağırır:

— Şu minareye bir ip bağlayın ve çocuklar tamam diyene ıdar çekin.

Sonra çocuklara dönüp:

__ Siz de dikkat edin bu iğrilik düzelsin.

Der. Adamlar ipi çekerler de çekerler, çocuklar:

— Şimdi tamam, oldu. Deyince,

Mimar Sinan:

— Sağ olun Allah razı olsun, iğrilik düzeldi, der. Çocuklar gittikten sonra ipi çekenler. Koca Mimara sorar­lar:

— Efendimiz, iple minare düzelmeyeceği gibi elhamdülil­lah öyle bir eğrilik de yoktur. Niçin acaba böyle yaptınız?

Koca Sinan cevap verir:

— Bunlar çocuktur. Eğer minare eğri diye ortaya bir lâf atarlarsa, bu millet de bunu eğri diye kabul eder, biz böyle yapmakla İğri değil biz düzelttirdik dedirtmiş oluruz.

İşte Koca Sinan bu zarif hareketiyle bu satırlarda bir daha anıldı. Allah kendisine rahmet, kabrini nûr ile pürnûr eylesin. Yine bu sıralarda Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, Volga nehri ile Azak denizini bir kanalla birleştirmeyi düşünmüş ve derhal çalışmalara başlamış, hatta bunun yapılmasını icab ettiren siyasî şartlar ortaya çıkmıştı. Şöyle ki; ta Bayazid-i Veli cennetmekân zamanında Rusya'dan gelen elçilerin kıya-fetlerile deha ne kadar gülün ve iptidai olduğuna Bayezid-i Velî devrini anlatırken temas etmiştik. İşte bu barbar ve ilkel kavim daha sonraları hristiyanlığı kabul etmiş ve ayrıca hristiyanllık içinde de Ortodoks mezhebini benimsemiş ve dün­yanın en şarlatan insanlarından olan Yunanlılar ile mezheb kardeşi olmuşlar ve bu Avrupa'nın gayri meşru çocuğu Yu­nanlılar Rus ileri gelenlerine Bizans hanedanının kızlarını on­lara vererek «Megalo İdeallerine» Rusları ortak etmeye mu­vaffak olmuşlardı. İşte Sokullu Mehmed Paşanın Volga, Azak ve Don nehirleri arasında açmayı düşündüğü kanalla, Rus gelişmesini önlemeye çalıştığı gibi kavmiyetti düşüncelerini İslâm potasında bir türlü eritemeyen İran'ı da Hazar denizine geçirebileceği bir donanmayla rahatça uslandırma imkânını elde etmiş olacaktı. Bunun derhal yapılması şu sebebten ik­tiza etmişti; Ruslar, Moskova bölgesindeki ormanlardan iler­lemiş, Çar Vladimir'in torunlarından 5. İvan Vasiiiyeviç Kazan ve Astrakan'ın alarak Kırım'a doğru yol aldığını göstermişti. Siyasî durum böyle olduğu gibi ticarî ulaşımlar da ayrıca da­ha kısa yoldan yapılmış olacaklar en önemlisi bu yol Os­manlı'nın tahtı idaresinde olacaktı.

Fakat Kırım Han'ı; Ruslarla, Osmanlı Devleti arasında bir tampon olduğunu düşünüyor böyle bir kanalın yapılmasının bu iki devlet arasındaki meselelerde kendisini tesirinin azala­cağına kail olarak bu teşebbüse karşı çıktı. Bu arada İvan, Astrakan bölgesinde Osmanlı askerine âni bir baskın yaptı bu baskın duyulunca kanal İşince çalışmaya başlayan amele aletleri bırakarak her biri bir tarafa dağıldı. Bu arada bir çok kitaplarda bu kanal işlerine, dîni İslâm'ın tatbik kabiliyyetinin mümkün olmayacağı yerlere yerleşmeme eğiliminin sebeb olduğu iftiraları da yer alır.

Şunu deriz ki kâinatı muazzamayi yaratan kudret sahibi Allah (C.C.)'dür, mülkün sahibi o'dur O'nun indinde tek din ise İslâm'dır. Mülkün her tarafı O'nun olduğu gibi, din de her yerde tatbik edilebilir. O zamanın ve bu zamanın bütün âlim­leri bunu bilir. Bu, dinin bilhassa İslâm dininin terakkiye mâni olduğu inancını yaymaya çalışan İslâm düşmanlarının bir ça­lışmasından ve iftirasından başka bir şey değildir. Bunu ki­taplarına tasdik mahiyyetinde alanlarda o İslâm düşmanla­rından farksızdırlar. Yok o zaman böyle söylendiğini bunu ak­tarmak için yazdıklarını söylerlerse en azından bizim âciz açıklamamız gibi bir açıklama yapmaları icab ederdi. Çünkü Cenab-ı Mevlâ, müçtehitler göndererek İslâmî meselelere qö-

" ü vagd buyurmuştur. Buna inanmak her mü'minin vazif i asliyesidir. Velhasıl bu kanal işi siyasî entrikalarla bozul­muştur. Dîni bir kaygı yüzünden gerçekleşmemiş değildir de­riz-
Top