Önceleri İyiydi

Önceleri İyiydi

Sultan 3. Mustafa devrinin başlangıcını ve Rus savaşına kadar geçen bölümü eski sadrazamlardan Kâmil Paşa'nin: "Tarih-i Siyasiyye" adli eserinden bir özetlemeyle, devlet va­zifelerinin zirvesinde yer alan kudema zevatın içinde yer alan ve aynı zamanda kalemi de kuvvetli kimselerin arasında, mümtaz bir yeri bulunan çalışmasından istifade edelim. "Sul­tan 3. Mustafa, taht-ı Osmaniye çıktığın da vezâret-i uzma Koca Ragıb Paşa da idi. Yeni padişah da, görevini sürdürme­sinin uygun olduğunu söyledi. 1756 senesinde Avusturya ile Fransa arasında yapıian bir antlaşma neticesinde, Osmanlı devletinin başşehri İstanbul'da bulunan sefirleri arasında ta­kaddüm meselesinden dolayı değişiklik yapılması icab etmisti- Sekiz aylık bir zaman parçasından sonra, İngilizler ile Prusya arasında bir ittifak imzalanmıştı. Rus sefiri Orsukof, Bab-ıâli'ye bir nota vererek, Rusya'nın bir kısım askerini Le­histan ve Avusturya'ya yardıma göndereceğini, söz konusu kuvvetin Lehistan Cumhuriyetinin rızası ile Lehistan toprak­larından geçeceğini bildirmekteydi. Babıâli bu duruma bir iti­razı bulunmayacağını bildirdi. Diğer taraftan Prusya devleti, Osmanlı devleti nezdinde harekete geçerek, İki devlet yâni, Osmanlı ve Prusya devletleri arasında bir muahede imzalan­dı. 3. Mustafa'ya, altısene sadnazamhk yapan Koca Damad Mehmed Ragıp Paşa, Hak'kın rahmetine erdiğinde geride 60 bin kese akçe servet bırakmıştı. Sadaret Hamid Hamza Pa­şaya verildi. Hamza Paşanın bu görevi ancak altı ay sürdür­düğü görüldü. Ondan boşalan makama, Bahir Mustafa Paşa tâyin olundu. Mustafa Paşa'nın bir buçuk yıl süren sadareti sırasında Rusların, çok sevdiği değişik ve karışık bir devir yaşandı. Sadnazam takip ettiği politikayla bir muvaffakiyet gösteremedi. Azlediğinde sadaret, Rumeli valisi Muhsinzâde-ye verildi. Lehistan kralı 3. Ogüst'ün ölümüyle, yerine geçe­cek kralın belirlenmesinde Osmanlı devletinin hem rolü, hem de hakkı olduğu inkâr götürmez bir vakaydı. Ayrıca; Lehista-nın ileri gelen idarecileri, Osmanlı devletine yaptıkları müra­caat da, geleneksel tâyin etme hakkını kullanmalarını taieb etmişlerdi. Ancak, Ruslar Lehistana girmişler ve bu girişleri, tecavüzi bir manzara hâlini almıştı.

Devleti âliyede bu vaziyeti derhal bütün dünya devletlerine hem bilgi vererek hem de yaptığı haksızlık yüzünden Rusya-yı protesto etmekte olduğunu da, belirtmişti. Rusya olsun, Prusya olsun aldatıcı ve oyalayıcı ifadelerle şaşırttığı Babıâli, görüşlerinde değişiklik yapmış, her ne kadar Rus askerinin Lehistana girmesinin, muahede maddesine dayandığına Fransa tarafından işaret edilmişsede, Babıâli Fransa'nın bi1 ihtarına, Rusya'ya göndermiş oiduğu protestoya atıf yapa­rak, Lehistan'a giren Rusların bir mukavemetle karşılaşma­dıkları bu hâlin Karloviç antlaşmasında açıkça belirtilmediği beyan edilmiş, neticede Rusyanın siyasi nüfuzunun ağır bas­masından, Panyatowski'nin krallığı kabul edilmiştir. Târihler bu sırada 1179/1765 yılını gösteriyordu.

Rusya Çarlığına 3. Petro getirilince bunu Osmanlı padişa­hına duyurmak üzere Prens Varikofu gönderdiysede, söz ko­nusu Prensin, daha Osmanlı hududuna gelmesinden önce, Katerina tahta geçmiş, Çariçede bu hâli padişaha bildirmek üzere Prens Dolgoroki'yi vazifelendirmişti. Padişah ise tebrik­lerini Derviş Osman efendi vasıtası ile Katerina'ya bildirmişti. Gürcistan Prensi Salomon; Osmanlı devletine karşı bir isya­nın alemdarı olmuş, üzerine gönderilen asker tarafından der­si verilince derhâl pişmanlığını beyan ile affedilmesini istir­ham etmiştir. Osmanlı devleti, bu özürü yeterli görerek Prensliği devam etmiştir. Karadağ taraflarında ise, Küçük Etyen adlı bir papaz kendisine tanrı'dan ilhamiar geldiğini söyleterek Karadağ hükümdarlığını alacağını, yakında Rus ordusunun geleceğini kendisinin hükümlerinin, Nikşikten, Sontuna'ya kadar geçeceğini bildirerek, Rusya menfaatine uygun olarak Karadağ ahalisini isyana başlattı.

Bosna ve Rumeli valileri kendi askerleri ile söz konusu pa­pazın topladığı kuvvetleri bir kaç yerde mağlup etmişlerse de, Etyen; Çetine kalesine siğındığından üzerine gidilmemiş­tir. Ragıb Paşanın devlet işlerinde altı sene boyunca hudud-suz selahiyeti kendisinden sonraki sadrazamlara verilmemiş­tir. 3. Mustafa bizzat devletin işlerini tâkib ve görmeğe önem vermiştir bu tarz politikanın farkına varmayan Bahir Mustafa Paşa, vazife-i sadaretinde Koca Ragıb Paşa tarzını tatbik et­mek istemişse de, yürütememiş ve sonunda ısrarı hayatına mâl olmuştur. Çünkü Sultan 3. Mustafa katlolunmasina ferman çıkardı. Yerine geçen Damad Muhsinzâde Mehmed Paşa Ruslara sefer açılmasına muhalefet etmekten dolayı hayatını kaybetme tehlikesinden kurtulmasını, 3. Mustafa'nın sevgili kızının bey'i olmasına borçludur. Sultan Hanım; kocasının kellesini, padişah babasının iradesinden kurtarma şansını el­de etmişti.

Sultan 3. Mustafa; devlet gemisini sevk-i idare etme ve yürütme hususunda arzusu çok olan bir kimse idi. Her işi ta­kip eder, Babıâli'ye tebdili kıyafetle gelir, sadnazamı, kethü-dabeyi (içişleri bakanı), Reis'ülküttabı (hâriciye bakanı) top­lar gizli içtimalar düzenlerdi. Lehistan işlerine Rusya'nın, bur­nunu sokması, askerlerini o tarafa sevketmesini Osmanlı ka­bullenemezdi. Harp ilânına hazırlıksısız, cephane, mühim­mat kıt diyen Damad Muhsinzâde'nin gösterdiği temaruz, 3. Mustafa'nın azil kararını vermesini getirdi. Aydın da vali olan Hamza Paşa makamı sadarete getirildi. Daha sonra Muhsin­zâde Mehmed Paşa meşhur tarihçilerden Vasıf efendiye an­latmış ki; Padişah ile Muhsinzâde arasında geçen kapalı mü­zakerede sadrazamın her şeyden önce harp hazırlıklarının ta­mamlanması gerektiğini söylediğini ancak savaşa girmeği esas görevi sayan padişahın, adetâ yanıp tutuşmakta oldu­ğundan sadrazamın söylediklerini kaale almadığını, buna bağlı olarak azline karar verdiğini, nakletmiş. Ayrıcada dev­rin İstanbulda bulunan ecnebi sefirleri, bağlı oldukları devlet­lere aynen sadrazamın dediklerinin gerçekleşeceği istikame­tinde görüşler belirten raporlar yolladılar. Netice, Muhsinzâ-de'ninde Bozcaadaya sürgüne gitmesi oldu.

Hamza Paşa; vali olduğu Aydin'dan İstanbul'a geldiğinde savaş ile alakalı bir toplantı tertiplendi. Herşey enine boyuna konuşuldu. Alınan son karar, sadrazamın, Rus elçisi ile bir divan halinde olduğu halde yüzyüze bir görüşme yapmasının faydalı olacağı şeklinde oldu. Ne tesadüftür ki! Rusya'nın İstanbul B. elçisi Obrişkof memleketinden yeni bir talimat gei-diğini buna bağlı olarak bir mülakat talebinde bulundu. Ara­dan sekiz gün geçtikten sonra Obrişkof Babıâli'ye davet edil­di. Davete geldiğinde bekleme odasında yarım saat kadar bekletildi. Sadaret salonuna girdiğinde bütün vükelânın sad­razamın etrafında yer aldığına şahid oldu. Sadrazamı, kendi­sini hiç bir karşılama jestine değmez şeklinde kabul tavrı ser­giler gördü. Halbuki daha evvelki kabullerde 'makam-ı sada­retin başında kim olursa olsun nazikâne ve müşfikâne davra­nışlar içinde istikbal edilirdi.

Rus b. elçisi Obrişkof, ziyaretinin sebebini ifadeye başla­mak üzereyken sadrazam sözünü kesti ve cebinden bir kâğıd çıkarıp söze başladı: "Meram müzakereye girişmek değildir. Bundan dört sene önce Lehistan'da geçici olarak bulunduru­lacak olan Rusya askerinin, yedi bin nefere indirileceğini, ta-ahhüd eden sen değilmiydin? Halbuki şimdi bu asker sayısını 30 bine iblağ ettiniz." dediğinde Obrişkof, sadnazamı küs­tahça bir davranışla güya tashih ederek 25 bin dediğinde va­ziyeti de itiraf etmiş oluyordu. Sadrazam bu küstahlık üzerine haliyle kızgınlığını ortaya çıkaran bir sesle-Hâin! Hanis! Bu beyanınla yalancılığını ikrar etmiş olmuyormusun? Senin hemşehrilerin; kendilerine aid olmayan bir memlekette icaz eyledikleri habasetden dolayı utanmıyorlarmı? Tatar hânının saraylarından birini yıkan, yer ile yeksan eden size aid toplar değilmi? Sorusundan sonra, meclisi vükelâda alınmış harp ilânını belirten karan senedi imzalaması istendi. Obrişkof da böyle bir kâğıdı imzalamaya mezun olmadığını ifade etti. Bu­nun üzerine savaşın ilânı şifahen kendisine tebliğ edildi. Okunanı dinleyen Obrişkof; "Rusya muharebe iscemezsede, kendisine ilân edilen cengede var kuvvetiyle mukavemet ed­er. "Sözünü söylemiştir. Bu sözü sadaret tercümanı elçinin beyanını; "Rusya dostlukda sabit kademdir, fakat savaş isteniyorsa başka" şeklinde tercüme etmişti. Obrişkof, söylediği­nin aynen tercümesini üç kere taleb etmesine rağmen tercü­man bunlara kulak asmadı.
Top