TarihSayfası tarihsayfasi.com



İstidrad

Efendim alıntı yaptığımız Ali Şeydi bey merhu­mun, bu ifadesine genellikle katılmak mümkünsede, buvka-naatini 1329/191 l'de beyan buyurduğunu görüyoruz. Bu devirde Osmanlı devletinin izmihlaline 11 yıl kalmış bir dönemdir. Ülkenin içine düşürülmüş bulunduğu ahval, yazarın düşüncesinde bir küşayiş husule getirmiş demekki, üstelik bu 1329 tarihi rumi dediğimiz hesabın icrasını gerektiriyorsa, bu da 1913 tarihine denk gelirki, Balkan mağlubiyetini tattı­ğımız yıllara denk gelir, bu hâl ise yazarımızı daha fazla üz­müş olacağından, mütalaasında hata etmekte olduğunu bile­memesine sebeb olur diye düşünüyorum. Asla unutmamak gerekirki; padişahlar ülkenin bir çok meselesi hakkında bilgi­lenmekten mahrum kalmış veya edilmiş olabilirde ancak, onların gafil olmadığı bir kurum vardır. Bu kurum orduyu hü­mayundur. Padişah komutasındaki bir ordunun düşman kar­şısında hem de o devirde yapılan savaşlar kafi neticeli mey­dan muharebeleridir ki; böyle bir savaşın tarafı olan ordumuz başlarında padişahları olduğu halde mağlubiyete duçar oldu-mu, devleti ayakta tutmak mümkün olabilir mi? Böyle olma­dığını Yıldırım merhumun, Timur karşısında aldığı acı mağlu­biyet buna misal oimazmı? O mağlubiyetin devri fetreti getir­diğini hatırlatmakla işin inceliğini ortaya koymuş oluyorum sanıyorum. Genç Osman'ı Hotin seferinde biran düşünseniz, padişahların bitmez tükenmez Paşalarını savaş alanlarına sevk ederek, devletin bekasını temine çalıştığını anlamakda mümkün. Evet, Ali Sabri beyin mütalasına bu kadar bir iti­razla yetinerek devam etmeye koyulalım:

"Halbuki bu milleti Osmaniye padişahlarına madden ve mânevi bakımdan merbuttur. Padişah hangi yol ve anlayışı seçerse ahalide onun tercihine iştirak eder. Saray israfa ve sefahata ne kadar eğilim gösterirse halkda onların bu haline iştirak eder. Misal olarak, 2. Bayezid'i tarikata yönlendiren anlayışı, devletin memurundan ahalisine kadar herkesi zühd vede takva yoluna i'sal eder. Adeta taassub derecesine va­ran bir dindarlık hissi uyanır.

4. Murad; harb ve darb adamı olduğundan, ahalinin ağzın­da celadet, şecaat, cesaret, döğüş kelimeleri daha fazla dolaşır. 4. Mehmed'in avcılığı, ahaliyi de av meraklısı yapmak­tadır. Görülmekte olan şudurki;

Osmanlı padişahlarının millet üzerinde kurduğu nakıs oto­rite ve tesiri sonucunda, üçüncü devre adı verilen dönemde ordumuz korkutuculuğu koflaşmış, devlet işleri idaresi intiza­mını kaybetmiş haldedir. Sultan 3. Murad sonrasındaki taht sahiplerinin çoğunluğunu yedi, onbir ve ondört yaşlarında çocuklar teşkilettiği müşahede olunur. Bu hâlin müncer ola­cağı vaziyet tâlim ve terbiyelerinin tamamlanmasına imkân kalmadan me'suliyeti yüklenmeye mecbur kalmalarıdır, bu vaziyette de, talim ve terbiye yoluyla yetişme yerine vakala­rın içinde yoğrulma ve boğuşmaya duçar olunmaktadır. Son vaziyeti yakalayana kadarsa, devlet işleri menfaatperest kişi­lerin çoğunluğunun husule getirdiği vükelâya veyahut da sa­rayda nüfuzunu devam ettirmeye çalışan tâifei nisâ'nın elleri­ne kalmaktadır. Padişahların eski tarz yetiştirilmesi sonucu elde ettikleri, muhariplik, kılıç kullanma, ata pek mükemmel binme, çeşitli harp aletlerini layıkıyla kullanabilme şansı, ar­tık bu devir hakanlarının işi olmaktan çıkmış bulunduğun­dan, bunların orduyla beraber savaşlara gitmesi bir mâna ifade etmezdi, denmekle beraber, değerlendirmeyi yapan Ali Sabri bey'in biraz ifrata kaçtığını ifade, boynumuza borç ol­muştur. Çünki; Yavuz Selim'den sonra gelen padişahların Hakanlıkları dışında bir de, halife sıfatları bulunmaktaydı ki; bu mânevi rütbe, askerimizin riayeti diniyede kaldığı müd­detçe padişahın kılıcındanda, atındanda önem taşıyan husu-sattan olduğu, ne hikmetse gözardı edilerek yoruma gidil­miş.

3. Mehmed'in gerek Eğri Zaferinde, gerekse Haçova mey­dan muharebesinde gösterdiği manevi kahramanlıklarla, za­ferin amili olmayı sergilemesi, Ali Sabri bey'in aklından çık­mış oİacak! Yine 3. Murad'dan sonra gerek yeniçeri askeri-

4. MEHMET) (AVCI)' nin, gerekse orduyu teşkil eden diğer sınıflarda bozulmalar her geçen gün çoğalarak, Genç Osman'ın tahta geçtiği sıra­da en şımarık dönem yaşanılmağa başlamıştır.

İstanbul'da silah taşıma yasağı olmayan enaz ellibin sivil erkek varken, çeşitli askeri sınıflar mevcudiyetini sürdürür­ken ve bunlarda bilhassa sipahiler de padişaha sempatileri mevcutken, bir kaç yüz kişiyi aşmayacak organize yeniçeri asi taifesi, bu genç padişahı islâm âlemine ve Osmanlı mille­tine hakaret edercesine katlederken görülen nemelâzımcılık askeri ve sivil cemiyetteki çürümeyi göstermesi bakımından Önemli bir numunedir. Dolaysıyla iyi bir kumandan bile, dü­zensiz ve disiplinsizliğe duçar olmuş bir ordu ile hangi başarı­yı elde edebilir? Doğrusu üzerinde çok durulması icab eden hallerdendir.

Diğer bir hususda; batı dünyasında husule gelen terakki-yat bize nazaran bir hayli hızlı ve müsbet olarak gerçekleş­miştir. O milletler bizim ordumuz karşısında aciz kalırlarken, vaziyetin aleyhimize döndüğü, yaptığımız her cedelde yavaş yavaş kendini göstermeye başlamasıyla anlaşılmıştır. Bizim İstanbul'u fethetmemizden sonra Bizans'dan Avrupaya geçen hristiyan âlimleri, batı dünyasına islârn dünyasının yanında yaşamanın verdiği, avantajla ve islâm dünyasından aparttik-ları ilim ve fenleri nakletmeyi ödev bildiler.

Martin Luter tarafından açılan protestan mücadele, yâni klişe dini olan hristiyanlık karşısında lâzım olan reform ger­çekleştiğinden, avrupa milletleri kendilerini cidden geri bıra­kan papasların dini ve onların ellerinden halas olmayı becer­diler. Bunun sayesinde bir çok ilimlerin ihyasına, keşiflerin yapılmasına muvaffak olmalarıyla beraber, hurafelerden kur­tulmayı da başarmış oldular. Avrupa cemiyetinde görülen düzelmeler, tabiatıyla bunların askeri düzenlerine de yenilik­ler getirdi. Alman, Avusturya ve Leh ordusu kuru bir şövalye birliği olmaktan çıkmış, silah üstünlüğü, bizim aleyhimize olarak onlara geçmişti. Bizim tarafda ise intizamını kaybeden yalnız ordumuz değildi buna zamimeten, gerek ulema gerek­se devlet kâtipleri aynı manzarayı veriyorlardı. Adetâ topye-kün bozulmaya yüz tutmuştuk. Misal olarak ilim dünyasında kendini ispat edebilmek için, gereken tahsili yapmak çok uzun senelere bağlıyken, 1050/1640'ların sonrasında bu tah­sile riayet edilmeyip, bir âlimin daha mahalle mektebinde okumakta olan oğluna makam, lakab ve gelir getirici arpa­lıklar verilmeye başlanmıştır.

Diğer bir deyimle batı dünyası dirildİkçe dikleşiyor, bizler ise bozuldukça yamuluyorduk. Yine bir tesbit gerekiyorki, bozulmamızı hızlandıran unsurların hemen önemli bir tarafı-da, zor kullanmak ve zâlimleşmekdi. Halbuki Allah (c. c) Ki­tabı kelhamında, "zâlimlerin zulmünün cezasının mutlaka ve­rileceğini ve de asla cezalanın hafifletilmeyeceğinin apaçık buyurmaktaydı. Yeniçeriler ve halk bu hakikati bilmelerine rağmen, madden ve manen bozulmuşlar bu tehdidi umursa­maz hâle gelmişlerdi sanki. Ahlaken bozulmuş ferdlerin ayakta tuttuğu bir ülke tek yolun takipçisi olurki, bu yolda yıkılmağa ve tarih sahnesinden çekileceği ana koşmak yolu­dur. Yine önemli bir tesbittir ki; kadınların devlet İdaresine ol­sun, tahtı Osmaniye doğurdukları şehzadeyi oturtmak için yapmaya başladıkları entrikalar, 3. Murad döneminde kendi­ne göstermeye başlar.

Hürrem Sultan, hâttâ ondan evvelki dönemlerde valideler çocuklarını çok şerefli bir görev olan padişahlığa çıkarabil­mek için gayretler sergilemişlerdir. Ancak otoriter, yerine ge­çecek karakteri kendine göre tesbit etmiş padişahlara sözü­nü ettiğimiz çalışmaların pek tesiri-olmadığı görülmüştür.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • İzin verilen HTML etiketleri: <a> <em> <strong> <cite> <code> <ul> <ol> <li> <dl> <dt> <dd> <img> <b> <center>
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünürler.

Biçimlendirme seçenekleri hakkında daha fazla bilgi

Son yorumlar