TarihSayfası tarihsayfasi.com



Sahabelerin Hicret Etmesi

Mekke’den Medine’ye İlk Hicret Edenler

- Bera’ b. Azib şöyle anlatıyor: Rasûlullah’ın ashabından bize ilk gelen Mus’ab b. Umeyr ve İbn Ümmi Mektum’dur. Bize Kur’an okuturlardı. Sonra Ammar, Bilal ve Sa’d geldiler. Sonra Ömer b. Hattab yirmi kişiyle geldi. Sonra da Hz. Peygamber geldi. Medine ahalisinin, Peygamber’in gelmesi anındaki sevinçlerini başka hiçbir zaman görmemiştim. Hz. Peygamber daha Medine’ye gelmeden önce, ben El-Âlâ suresi ile diğer bazı kısa sureleri okumuştum.[1]

- Bera’ b. Azib şöyle anlatıyor: Muhacirlerden bize ilk gelen Benî Abduddâr’dan olan Mus’ab b. Umeyr’di. Sonra Fihr oğulları kabilesinden âmâ olan İbn Ümmi Mektum geldi. Ondan sonra da Ömer b, Hattab yirmi süvari ile geldi. Biz “Hz. Peygamber nerededir?” dedik. O da “Bizim arkamızdan geliyor” dedi. Sonra Hz. Peygamber ve Ebubekir beraber geldiler. Hz. Peygamber gelmeden önce, ben Kur’an’dan bazı kısa sureleri okumuştum.[2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kenzü’l-Ummal, VIII/331 (İbn Ebi Şeybe’den).

[2] Bidaye, III/188 (İmam Ahmed’den) Ayrıca bunu Buhari ve Müslim de rivayet etmiştir.

Hz. Ömer İle İki Arkadaşının Hicret Etmeleri

- Hz. Ömer şöyle anlatıyor: Medine’ye hicret etmek istediğimiz zaman, ben, Ayyaş b. Ebî Rabia, Hişam b. As sözleştik;

“Yarın sabah, hangimiz Benî Ğıfar kabilesinin Serif semtindeki su havuzu başında bulunmazsa, müşriklerin onu yakaladığı anlaşılacaktır. Diğerleri onu beklemeyip yollarına devam edecektir” dedik. Sabah oraya gittiğimizde Hişam b. As’ı orada göremeyince, müşrikler tarafından hapsedildiğine hükmederek yolumuza devam ettik. Medine’ye vardığımızda, Beni Amr b. Avf oğullarının Kuba’daki yerlerine misafir olduk. Ebu Cehil b. Hişam ile Haris b. Hişam da -Ayyaş onların amcalarının oğlu ve ana bir kardeşleriydi- Hz. Peygamber daha Mekke’deyken geldiler ve Ayyaş’la konuşup ona

“Annen, seni görmedikçe başına tarak vurmayacağına ve güneşten gölgelenmeyeceğine yemin etti” dediler. Ayyaş da annesine acıyarak onlarla beraber Mekke’ye dönmek istedi. Ona

“Vallahi bunlar inancını bozmak ve seni dininden döndürmek için böyle söylüyorlar. Sakın onlara inanma. Şunu iyi bil ki, eğer annen bitlenirse, muhakkak taranır ve eğer sıcağa dayanamazsa, mutlaka gölgeye gider” dedim. Bana

“Annemin yeminini bozmasını istemiyorum. Ayrıca orada biraz param var O parayı da getirmek istiyorum” dedi. Ona

“Biliyorsun ki, ben Kureyş’in zenginlerindenim. Malımın yarısı senin olsun, fakat onlarla gitme” dedim. Fakat beni dinlemedi. Onlarla gitmeye karar verdi. Ona

“Madem ki beni dinlemeyip onlarla gidiyorsun, hiç olmazsa benim devemi al. Çünkü o, soylu ve uysal bir hayvandır. Ona bin, nerede onlardan şüphelenecek olursan, kendini devenin sırtında tut, o seni kurtarır” dedim. Ayyaş deveme binerek, onlarla beraber yola çıktı. Yolda Ebu Cehil, Ayyaş’a

“Kardeşim, devem beni çok sarstı, beni terkine alır mısın?” dedi. Ayyaş da

“Olur” diyerek devesini çöktürdü. Onlar da develerini çöktürüp, Ayyaş’ın üzerine atıldılar. Bağlayarak Mekke’ye götürdüler ve dininden döndürdüler.

Biz dininden döndürülen bir kimsenin tevbesi kabul olunmaz sanıyorduk. Herkes de bunu söylüyordu. Ta ki Rasûlullah Medine’ye geldiğinde şu ayetler ininceye kadar: “De ki: Ey kendileri aleyhinde aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayan, çok esirgeyendir. onun için başınıza azab gelip çatmadan (tevbe ile) Rabbinize dönün, ona teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız. Haberiniz olmayarak ansızın azab gelmeden Rabbinizden size indirilene (Kur’an’a) uyun!” (Zümer: 39/53-55).

Bu ayetleri yazdım ve Hişam b. As’a gönderdim. Hişam “Bu mektub bana geldiğinde onu Zî Tuva denilen yerde okudum. Onu okuyorum, fakat bir türlü ne demek istediğini anlamıyordum. Nihayet Allah’a “Ey Allah’ım! Bu ayetleri anlamak için, bana anlayış ver” diye dua ettim. Bunun üzerine Allah Teâlâ, bu ayetlerin benim gibiler hakkında nazil olduğunu kalbime ilham etti. Hemen gidip deveme bindim ve Medine’ye doğru yola çıktım. Hz. Peygamber’in yanına geldim.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, III/172 (İbn İshak’dan), İbn Seken; Bezzar; Beyhaki, IX/13; İbn Sa’d, III/194; Tabaarni de rivayet etmiştir.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/331-332.

Hz. Osman’ın Habeşistan’a Hicreti ile Lut (a.s.)’dan Sonra Ailesiyle Beraber Allah Yolunda Hicret Edenlerin İlki Oluşu

- Aile efradıyla Allah yolunda hicret eden ilk kişi Osman İbn Affan’dır. Osman b. Affan, hanımı Peygamber’in kızı Rukiye ile beraber Habeşistan’a hicret ettiler. Onların haberi uzun zaman Peygamber’e gelmemişti. Bir gün Kureyş’ten bir kadın gelerek

“Ey Muhammed! Damadınla kızını gördüm” dedi. Hz. Peygamber

“Onları hangi hal üzerinde gördün?” diye sordu. Kadın

“Karısı bir merkebin sırtındaydı ve o da merkebi sürüp gidiyordu” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber

“Allah yardımcıları olsun. Osman, Lut (a.s)’dan sonra ailesiyle hicret eden ilk zattır” dedi.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, III/66. İbnü’l-Mübarek de Enes’den aynı manada rivayet etmiştir. Onun hadisinde “Hz. Peygember uzun zaman onlardan haber alamadı. Hz. Peygamber çıkıyor, onlardan bir haber almak için araştırma yapıyordu. Bir kadın Hz. Peygembere gelerek onlardan haber getirdi” ibareleri de vardır.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/333.

ALİ B. EBÎ TALİB’İN HİCRET ETMESİ

- Hz. Ali şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettikten sonra bana, kendisinden sonraya kalmamı ve yanında bulunan emanetleri sahiplerine teslim etmemi emretti. Hz. Peygamber’e daha önce zaten ‘el emin’ ünvanı verilmişti. Çünkü herkes ona güvenir, emanetlerini ona teslim ederdi. Üç gün kaldım. Her gün ortaya çıkıyordum. Bir tek gün dahi Kureyş’in gözünden kaybolmamıştım. Sonra Mekke’den çıktım, Peygamber’in izine düştüm. Benî Amr b. Avf oğulları kabilesinde kalmakta iken oraya varıp misafir bulunduğu Gülsüm b. el-Hidm’in evine indim.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kenzü’l-Ummal, VIII/335 (İbn Sa’d’dan).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/333.

Hz. Peygamber’in Ashabına Habeşistan’a Hicret İznini Vermesi ve Hâtıb’la Cafer’in Habeşistan’a Hicret Etmeleri

- Muhammed b. Hâtıb şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber ashabına “Rüyamda hurmalık bir yer gördüm. Oraya gidiniz” buyurdu. Böylece Hatib ve Cafer b. Ebî Talib deniz yoluyla çıkıp Habeşistan’a gittiler. Ben denizde, geminin içinde doğup dünyaya geldim.[1]

- Cafer Hz. Peygamber’e

“Ey Allah’ın Rasûlü! Bana izin ver. Ben bir memlekete gideyim ki, hiç kimseden korkmadan orada Allah’a kulluk yapayım” deyince Hz. Peygamber ona Habeşistan’a hicret etmek için izin verdi. Bunun üzerine çıkıp Necâşi’ye gitti.[2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mecma’, VI/27 (İmam Ahmed ve Tabarani’den).

[2] Heysemi, VI/29 (Bezzar ve Tabarani’den).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/334.

Kureyş’in Amr b. As’ı, Sahabileri Geri Getirmesi İçin Necâşî’ye Göndermeleri

- Ümmü Seleme şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber’e amcası Ebu Talib ile yakınları sayesinde kimse dokunamıyordu. Onun ashabı ise, Kureyşlilerin elinden türlü ezâ ve işkenceler görüyor ve dinlerini terketmeye zorlanıyorlardı. Hz. Peygamber de onlara karşı çıkamıyordu. Bu yüzden Mekke onlara dar gelmeye başladı. Hz. Peygamber onlara

“Habeşistan’da bir kral vardır. onun ülkesinde kimseye zulmedilmez. Allah Teâlâ size bir çare ve kurtuluş yolu açıncaya kadar oraya gidin” dedi.

Böylece biz, akın akın Habeşistan’a hicret ettik. Orada bir araya geldik. En zengin bir memlekette ve en emin bir insanın yanında, dinimizden emin olarak bulunuyorduk. Orada herhangi bir zulümden korkmuyorduk. Kureyşliler bizim orada emniyet ve güzel bir misafirlik içinde bulunduğumuzu görünce bizi kıskandılar. Necâşî’ye bizimle ilgili olarak elçi göndermeyi kararlaştırdılar ki, o, bizi memleketinden çıkarsın ve kendilerine geri göndersin.

Böylece Amr b. As ile Abdullah b. Ebî Rabia’yı Habeşistan’a gönderdiler. Necâşî’ye ve kumandanlarına çeşitli hediyeler derlediler. Onlardan herhangi bir kimse yoktu ki ona ayrı bir hediye hazırlamasınlar. Kureyş elçilerine

“Her kumandanın hediyesini, sahabiler hakkında konuşmazdan önce veriniz! Sonra kralın hediyelerini veriniz! Eğer sahabilerle konuşmazdan önce onların bize gönderilmesine gücünüz yetiyorsa bunu yapınız” dediler.

Böylece Kureyş’in iki elçisi Necâşî’ye geldiler Onun kumandanlarından hiç kimse kalmadı ki ona hediye vermemiş olsunlar. Ve hediye verdikleri her kumandana

“Bizim akılsızlarımız için krala gelmiş bulunuyoruz. Onlar dinlerinden, kavimlerinden ayrıldılar. Sizin dininize de girmediler. Kavimleri bizi elçi olarak gönderdi ki, kral onları tekrar kavimlerine döndürsün. Biz kralla konuştuğumuz zaman, siz de bizim dediklerimizi yapmak hususunda krala telkinde bulununuz!” dediler.

Kumandanlar bu teklifi müsbet karşıladı. Sonra da hediyelerini Necâşî’ye takdim ettiler. Necâşî o hediyeler içinde en fazla, deriden yapılmış eşyalara ilgi duydu. Onlar hediyelerle kralın huzuruna girdiklerinde

“Ey kral! Bizden bazı sefih gençler kavimlerinin dininden ayrıldılar, senin dinine de girmediler Bizim bilmediğimiz yeni bir din icad ettiler. Senin memleketine sığındılar. Aşiretleri, ataları, amcaları, kavimleri bizi sana gönderdiler ki, sen bunları geri gönderesin. Çünkü onlar buraları iyi tanır. Onlar senin dinine de girmemişlerdir ki sen onları burada alakoyasın!” dediler. Bunun üzerine Necâşî öfkelenerek

“Hayır! Allah’a yemin ederim ki, onları çağırıp konuşmadan, işlerini öğrenmedikçe, onları kavimlerine göndermem. Onlar benim memleketime sığınan bir kavimdir. Benim himayemi başkasının himayesinden daha iyi görmüşlerdir. Eğer onlar sizin dediğiniz gibiyse, kendilerini geri gönderirim. Eğer değilse göndermem. Onlarla kavimlerinin arasına ne girerim, ne de onları kavimlerine göndermek suretiyle kavimlerini sevindiririm!” dedi.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn İshak (Ümmü Seleme’den).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/334-335.

Necâşî’nin Sahabe ile Konuşması ve İslâmiyet’le Hz. İsa Hakkındaki Sözleri

- Sahabiler Necâşî’nin huzuruna girdiklerinde selâm verdiler, ona secde etmediler. Necâşî

“Ey cemaat! Niçin kavminizden gelenlerin bana selâm verdikleri şekilde selâm vermediniz ve secde etmediniz? Bana haber veriniz, İsa hakkında ne diyorsunuz? Ve sizin dininiz nedir? Siz hristiyan mısınız?” diye sordu. Onlar bu suale

“Hayır” dediler. Necâşî

“Yahudi misiniz?” dedi. Onlar

“Hayır!” dediler. Necâşî

“O halde kavminizin dini üzerinde misiniz?” dedi. Onlar

“Hayır!” dediler. Necâşî

“O halde sizin dininiz nedir?” diye sordu. Sahabiler de

“Dinimiz İslâm’dır” dediler. Necâşî

“İslâm da ne imiş?” dedi. Onlar

“Biz Allah’a kulluk yaparız. Hiçbir şeyi ona ortak koşmayız” dediler. Necâşî

“Bunu kim size getirdi?” diye sordu. Onlar

“Bu dini bize, bizden olan bir kişi getirdi ki, biz kendisini ve soyunu biliyoruz. Allah bizden önceki kavimlere peygamber gönderdiği gibi, onu da bize peygamber gönderdi. O bize iyilik yapmayı, sadaka vermeyi, ahde vefa göstermeyi, emanetleri eda etmeyi emretti. Bizi putlara tapmaktan menetti. Biricik ve ortaksız olan Allah’a ibadet etmemizi emretti. Biz onu tasdik ettik. Allah’ın kelâmını tanıdık ve bildik ki, bu kelâmı bize Allah katından getiren odur. Bunları yaptığımız için kavmimiz bize düşman oldu. O sadık peygambere düşman oldular. Onu yalanladılar ve onu öldürmek istediler. Ve bizi de putlara tapmak için geri döndürmek istiyorlar. Biz onlardan dinimizi, kanlarımızı kurtarmak için sana sığındık” dediler. Kral

“Allah’a yemin ederim, bu (İslâm), Musa’nın emrinin çıktığı pencereden çıkmıştır” dedi. Cafer

“Sana secde etmek şeklinde selâm vermeye gelince, Allah’ın Rasûlü bize cennet ehlinin selâmıyla selâm vermeyi emretti ve biz birbirimize o şekilde selâm veririz. Meryem oğlu İsa’ya gelince, o, Allah’ın kulu ve Rasûlü’dür. O’nun kelimesidir. O, kelimesini, Meryem’in rahmine atmıştır. Ve Allah’tan gelen bir ruhtur. Tertemiz ve bakire olan kadının oğludur” dedi. Bunun üzerine Necâşî yerden bir çöp alarak

“Yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa bu söylediklerinizden şu çöp kadar dahi fazla değildir” dedi. O anda Habeşistan’ın ileri gelenleri Necâşî’ye

“Yemin ederiz, eğer Habeşliler senin bu sözlerini duyarlarsa seni krallıktan azlederler!” dediler. Necâşî

“Allah’a yemin ederim, İsa hakkında bundan başka hiçbir şey söylemiyorum. Allah Teâlâ, bu krallığı bana verirken Habeşlilerin arzusuna mı uydu ki, ben de Allah’ın dini hakkında onların arzusuna uyayım. Bundan Allah’a sığınırım” dedi.[1]

- Necâşî, ülkesinde bulunan sahabelere haber gönderip onları huzuruna çağırttı. Bunun üzerine sahabeler biraraya gelerek istişarede bulundular ve sonunda Hz. Peygamber’in kendilerine öğrettiklerinin dışında birşey söylememeyi kararlaştırdılar. Necâşî’nin huzuruna vardıklarında onun ülkenin en büyük âlimlerini getirtmiş olduğunu gördüler. Bunlar kitaplarını da beraberlerinde getirmişlerdi. Necâşî Hz. Peygamber’in sahabelerine şöyle sordu:

“Kavminizden ayrılarak girmiş olduğunuz bu din nasıl birşeydir? Çünkü bildiğim kadarıyla ne benim ve ne de diğer milletlerin dinlerinden hiçbirisine girmemişsiniz”. Sahabelerin sözcülüğünü Ca’fer b. Ebî Tâlib yapıyordu. O kalkarak şunları söyledi:

“Ey kral! Biz cahil bir kavimdik. Putlara tapıyor, murdar et yeyip, çirkin işler yapıyorduk. Akrabalarla ilişkilerimizi kesiyor, komşuluğun gereklerini yerine getirmiyorduk: Kuvvetli olanlarımız zayıflarımızı yutuyordu. İşte biz böyle bir ortamda bulunuyorken Allah bize içimizden soyunu-sopunu, doğruluğunu, güvenilirliğini ve temizliğini bildiğimiz bir peygamber gönderdi. Bu peygamber bizleri Allah’ı bir tanımaya ve yalnızca O’na kulluk yapmaya davet etti. Bize atalarımızın ve bizim Allah’tan başka tapmakta olduğumuz ilahları bırakmamızı söyledi. Doğru söylemeyi, emanete hıyânet etmemeyi, akrabalık bağlarını gözetmeyi, komşu haklarına riâyet etmeyi, haramlardan ve kan dökmekten kaçınmayı emretti. Bize çirkin işlerin hepsini yasakladı. Bizleri yalancı şahitlik etmekten, yetimlerin mallarını yeyip namuslu kadınlara iftira etmekten alıkoydu. Allah’a kulluk yapıp hiç bir şeyi O’na ortak koşmamamızı, namaz kılmamızı ve zekat vermemizi emretti. Biz de kendisini tasdik ettik. Ona iman edip getirdiği şeriata tâbi olduk. Bir ve ortağı bulunmayan Allah’a kulluk yapmaya başladık. Artık O’na hiç bir şeyi ortak koşmuyorduk. Allah’ın haram kıldıklarını haram, helal olduğunu bildirdiklerini de helal kabul ettik. Bunun üzerine kavmimiz bize saldırdı. Bize eziyette bulundular. Bizi yeni dinimizden tekrar putperestliğe döndürebilmek için işkenceler yaptılar. Daha önceleri helal saydığımız pislikleri tekrar helal saymamız için çaba sarfettiler. Bizimle dinimiz arasına girerek bize olmadık işkenceler ve zulümler yaptıkları için kendi vatanımızı bırakıp senin ülkene geldik. Sizi diğerlerine tercih edip senin himayene sığındık. Buraya herhangi bir zulme uğramayacağımızı umarak geldik ey kral!”.

Bunları dinleyen Necâşî, Ca’fer’e

“Şu anda yanında peygamberinizin Allah’tan getirdiklerinden birşey var mı?” diye sardu. Ca’fer’in

“Evet, var!” demesi üzerine de

“O halde oku!” dedi. Bunun üzerine Ca’fer b. Ebî Tâlib, Meryem sûresinin baş kısmından okumaya başladı. Necâşî sakalı ıslanıncaya kadar ağladı. Orada bulunan âlimler de ağladılar ve kitaplarını gözyaşı seline boğuldular. Necâşî

“Yemin ederim ki, bu okudukların, Hz. Musa’ya inen Tevrat ile aynı kaynaktan gelmektedir” dedikten sonra Kureyş elçilerine dönerek

“Siz, ey Kureyş’in elçileri! Artık gidiniz! Ben onları hiç bir zaman size teslim etmeyeceğim” dedi. Bunun üzerine Amr ile arkadaşı Necâşî’nin huzurundan çıktılar. Dışarıda Amr İbnü’l-As arkadaşına şöyle dedi:

“Yarın Necâşî’nin huzuruna tekrar çıkacağım ve öyle şeyler söyleyeceğim ki bu sözler onların kökünü kazıyacaktır”. Daha şefkatli olan arkadaşı Abdullah b. Ebî Rabia ise ona şunları söyledi:

“Sakın bunu yapma! Çünkü onlar bizim akrabalarımızdır. Her ne kadar bize karşı çıkmışlarsa da aramızdaki akrabalık hâlâ sürmektedir”. Amr da

“Hayır vallâhi! Yarın Necâşî’ye, onların Hz. İsa’nın bir kul olduğunu iddia ettiklerini söyleyeceğim” dedi. Gerçekten de ertesi günü Necâşî’nin huzuruna girdiğinde ona

“Ey kral! Onlar Meryem oğlu İsa hakkında çok büyük bir söz söylüyorlar. Onları getirt ve İsa hakkında ne düşündüklerini sor” dedi. Bunun üzerine Necâşî sahabeleri getirterek onlardan İsa (a.s) hakkındaki düşüncelerini sordu. Bu soru üzerine müslümanlar büyük bir sıkıntıya düştüler. Başbaşa vererek bu soruya nasıl bir cevap vermeleri gerektiğini düşündüler. Nihayet bu hususta Hz. Peygamber’den ne işitmişlerse onları söylemeye karar verdiler. Böylece Necâşî’nin

“Meryem oğlu İsa hakkında ne dersiniz?” sorusuna müslümanların sözcüsü sıfatıyla Ca’fer şu karşılığı verdi:

“Biz onun hakkında yalnızca Hz. Peygamber’in getirdiklerini söylüyoruz ki o da şudur: İsa, Allah’ın kulu ve Rasûlü’dür. O Allah’ın, hiç bir erkek elinin değmediği bakire Meryem’in rahmine ilkâ ettiği kelimesi ve ruhudur”. Bu sözlerden sonra Necâşî yerden bir çöp alarak

“Allah’a yemin ederim ki, sizin Meryem oğlu İsa hakkındaki sözlerinizde şu çöp kadar bile fazlalık veya eksiklik yoktur” dedi. Necâşî’nin bu sözleri üzerine orada bulunan adamları homurdanmaya başladılar. Necâşî de onlara

“Allah’a yemin ederim ki siz homurdanıp memnun olmasanız da gerçek budur” dedi ve sahabelere dönerek “Artık gidebilirsiniz; siz bundan sonra benim ülkemde emniyettesiniz” dedikten sonra üç kere “Size küfredenler cezaya çarptırılacaklardır” dedi ve ekledi: “Allah’a yemin ederim ki bir dağ kadar altın karşılığında sizden herhangi birinize eziyet etmemi isteseler bunu asla kabul etmem”. Sonra da etrafındaki kumandanlarına şöyle emretti: “Şu, Kureyş’in iki elçisine hediyelerini geri veriniz. Benim onların hediyelerine ihtiyacım yoktur. Yemin olsun ki, Allah Teâlâ bana bu mülkü verirken benden herhangi bir ücret veya rüşvet istemedi ki ben de bu mülkte hükmederken insanlardan bir ücret veya rüşvet alayım”.

Böylece Kureyş’in iki elçisi Necâşî’nin huzurundan rezil ve mahrum bir şekilde çıktılar. Hediyeleri kendilerine iade edildi. Müslümanlar bu ülkede tam bir huzur ve emniyet içerisinde yaşamaya başladılar. Onlar bu durumdayken ülkede Necâşî aleyhine bazı hareketler baş göstermeye başlamıştı. Müslümanlar bu olaylardan çok büyük bir üzüntü duyup Necâşî’nin yenilmesinden çok korkuyorlardı. Çünkü onlar Necâşî’nin yerine gelecek kişilerin onun kendilerine tanımış olduğu hakları tanımamasından ve iyi davranmamasından çekiniyorlardı. Bunun için de olayların gelişimini dikkatle izliyorlardı.Bu yüzden de Nil’in karşı tarafında geçmekte olan savaştan kendilerine haber getirmesi için içlerinden birini seçmeye karar verdiler. Müslümanların en genci olan Zübeyr b. Avvam bu vazifeye tâlip oldu. Bunun üzerine bir deri şişirerek Zübeyr’in göğsüne bağladılar. Yüzerek karşıya geçen Zübeyr savaş alanına kadar giderek Allah Teâlâ’ya Necâşî’ye yardım etmesi için dua etti. Sonra da Nil’i tekrar geçti ve koşarak müslümanların yanına geldi ve

“Müjdeler olsun! Necâşî muzaffer oldu! Allah Teâlâ onun düşmanlarını yok etti. Hâkim olarak memleketine yalnız o kaldı” dedi. Bu haber müslümanları sevince garketti, öyle ki hiç bir şeye bu kadar sevinmemişlerdi. Böylece müslümanlar Mekke’de bulunan Hz. Peygamber’in yanına dönünceye kadar bu ülkede tam bir huzur ve güvenlik içerisinde yaşadılar.[2]

- Abdullah b. Abbas şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber bizi Necâşî’ye gönderdi. Seksen kişi kadardık. Aramızda Ca’fer b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Urfuta, Osman b. Maz’ûn ve Ebu Musa el-Eş’arî de vardı. Necâşî’ye vardık. Arkamızdan da Kureyş Amr İbnü’l-As ile Umâre b. el Velîd’i hediyelerle birlikte gönderdiler. Bu iki kişi Necâşî’nin huzuruna secde ederek girdiler ve sonra ona şöyle dediler:

“Amcaoğullarımızdan bazı kimseler bizi terkederek senin ülkene gelmişlerdir. Bunlar babalarının dininden de ayrılmışlardır!” Necâşî onlara

“Onlar şimdi nerededirler?” diye sordu; onlar da

“Burada, Habeşistan’dadırlar” dediler. Necâşî de sahabelere haber gönderdi. Bunun üzerine Ca’fer b. Ebî Tâlib arkadaşlarına

“Bugün sözcünüz olmak istiyorum” dedi. Onlar da buna razı oldular. Bundan sonra Ca’fer kralın huzuruna girdi, fakat ona secde etmedi. Necâşî’nin adamları Ca’fer’e

“Kralımıza niçin secde etmedin?” dediler. Ca’fer de

“Biz müslümanlar Allah’tan başkasına secde etmeyiz” dedi.

“Niçin?” diye sordular. Ca’fer şu şekilde karşılık verdi:

“Allah Teâlâ bize bir peygamber gönderdi. Bu peygamber bize Allah’tan başkasına secde etmememizi, namazı kılıp zekatı vermemizi emretti”. Bunun üzerine Kureyş’in elçilerinden Amr İbnü’l-As

“Onlar Meryem oğlu İsa hususunda seninle aynı görüşte değildirler” dedi. Necâşî de Ca’fer’e

“Siz İsa ve annesi hakkında ne diyorsunuz?” diye sordu. Ca’fer şöyle cevap verdi:

“Biz onun hakkında Allah’ın dediklerinin dışında bir şey demiyoruz: İsa, Allah’ın kelimesidir. Allah’ın yarattığı ruhtur ki Allah onu tertemiz bir bakire olan Meryem’in rahmine ilkâ etmiştir. Meryem’e hiç bir erkek dokunmadığı gibi çocuğu da onun bekaretini bozmuş değildir”. Bu cevap üzerine yerden bir çöp alan Necâşî şunları söyledi:

“Ey Habeşliler! Ey keşişler ve rahipler! Allah’a yemin ederim ki bunlar bir nokta hariç İsa hakkında bizim söylediklerimizin aynını söylüyorlar”. Sonra sahabeler için şunları söyledi:

“Merhaba size! Katından geldiğiniz peygambere de merhaba! Şahitlik ediyorum ki o Allah’ın peygamberidir. Yine şahitlik ediyorum ki, o İncil’de bildirilen peygamber, Hz. İsa’nın müjdelediği rasûldür. Ülkemde dilediğinizce yaşayabilirsiniz. Yemin ederim ki eğer kral olmasaydım gider onun ayakkabılarını taşırdım”. Sonra Kureyş elçilerinin hediyelerinin, kendilerine iade edilmesini emretti. Ben bu olaydan kısa bir süre sonra Medine’ye dönerek Hz. Peygamber’le birlikte Bedir savaşına katıldım.[3]

- Ebu Musa (r.a) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber bizlere Ca’fer b. Ebî Tâlib’le birlikte Necâşî’nin ülkesine gitmemizi emretti. Habeşistan’a gidişimizi haber alan Kureyşliler, bizi geri getirtmek için arkamızdan Umâre b. el-Velid’i Necâşî’ye elçi olarak gönderdiler. Orada onlarla Necâşî huzurunda yaptığımız tartışmadan sonra Necâşî şunları söyledi:

“Eğer krallığım olmasaydı gider onun (Hz. Peygamber’in) nalınlarını öperdim. Size gelince, benim ülkemde dilediğiniz kadar kalabilirsiniz”. Sonra bize yiyecek ve giyecek verilmesini emretti.[4]

- Ca’fer b. Ebî Tâlib şöyle anlatıyor: Kureyşliler, Amr İbnü’l-As ile Umâre b. Velid’i Ebu Süfyan’ın verdiği hediyelerle birlikte bizi geri getirtmek üzere Necâşî’ye gönderdiler. Onların geldikleri sırada biz de Habeşistan’da bulunuyorduk. Bu iki kişi

“Bizim akılsızlarımızdan bazıları senin ülkene kaçmışlardır; onları bize geri ver!” dediler. Necâşî de

“Hayır, önce onları bir dinlemeliyim” dedi ve bize haber gönderdi. Yanına vardığımızda

“Ey Mekke’den gelenler! Siz ne diyorsunuz?” diye sorunca biz

“Kureyşliler putlara tapan bir kavimdir. Allah içimizden bize bir peygamber gönderdi. Biz de ona inandık ve kendisini tasdik ettik” diye cevap verdik. Bunun üzerine Necâşî, Kureyş elçilerine dönerek

“Bu kaçanlar sizin köleleriniz midir?” diye sorunca onlar

“Hayır!” dediler. Necâşî

“Sizin bunlardan bir alacağınız veya borçları var mıdır?” dedi. Kureyşliler buna da

“Hayır!” dediler. O zaman Necâşî

“Peki siz bunlardan ne istiyorsunuz? Artık onları rahat bırakınız!” dedi. Bundan sonra biz huzurdan çıktık. Bizim çıkışımızdan sonra Amr İbnü’l-As Necâşî’ye

“Bunlar İsa (a.s.) hakkında senden farklı düşünüyorlar” der. Necâşî de

“Eğer onlar İsa hakkında benden farklı düşünüyorlarsa onları ülkemde bir saat bile bırakmam!” der. Bundan sonra Necâşî bizleri ikinci kez çağırttı. Bu ikinci davet bize birincisinden çok daha ağır gelmişti. Huzuruna girdiğimizde Necâşî bize

“Sizin peygamberiniz, Meryem’in oğlu İsa hakkında ne diyor?” diye sordu. Biz de şu cevabı verdik:

“Peygamberimiz, İsa’nın Allah’tan gelen bir ruh olduğunu söylüyor. O Allah’ın, tertemiz bir bakire olan Meryem’in rahmine ilkâ edilmiş olan kelimesidir”. Bunları işiten Necâşî

“Bana falan keşiş ile falan rahibi getiriniz!” dedi. Adamları koştular ve istediği o kimseleri Necâşî’nin huzuruna getirdiler. Necâşî onlara

“Siz Meryem oğlu İsa hakkında ne diyorsunuz?” diye sordu. Onlar da

“Sen bu hususu hepimizden daha iyi bilirsin. Sen bu konuda ne diyorsun?” dediler. Bunun üzerine Necâşî yerden bir çöp alarak şunları söyledi:

“Bu müslüman Kureyşlilerin Hz. İsa hakkındaki sözleri ile bizim onun hakkındaki düşüncelerimiz arasında şu çöp kadar bile bir fark yoktur”. Bundan sonra da bize dönerek “Size eziyet edenler var mı?” diye sordu. Biz de

“Evet!” deyince Necâşî bir tellal çağırtarak ona

“Kim Kureyşlilerden müslüman olup da Habeşistan’a gelenlere eziyet ederse ondan ceza olarak dört dirhem alınacaktır!” diye bağırmasını emretti. Sonra da “Bu cezayı yeterli buluyor musunuz?” diye sordu. Biz hayır deyince de cezayı iki katına çıkardı.[5]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, III/72 (İbn İshak’dan).

[2] Heysemi, VI/27 (İmam Ahmed’den, o da Ümmü Seleme’den. ); Ebu Nuaym, Hilye I/115 (İbn İshak tarikiyle uzun bir şekilde); Beyhaki IX/9 (İbn İshak’dan); Siyer IX/144.

[3] Bidaye, III/69 (İmam Ahmed’den); Heysemi VI/24 (Tabarani’den. Heysemi şöyle der: “Bu hadisin ravileri arasında Hudeye b. Muaviye de vardır ki Ebu Hatim’e göre sikadır. Ancak bazı hadislerinde za’fiyet olduğunu söyler. Ayrıca Ebu Nuaym ve başka hadisciler de onu zayıf saymışlardır”).

[4] Heysemi VI/31; Ebu Nuaym, Hilye I/114; Bidaye III/71.

[5] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/335-341.

Sahabelerin Medine’ye Dönmeleri, Necâşî’nin Müslüman Olduğunu Haber Verdiklerinde Hz. Peygamber’in Onun Hakkında Bağışlanma Dilemesi

Hz. Peygamber Medine’ye hicret edip orada güç ve kuvvet kazandığında biz Necâşî’ye müracaat ederek

“Hz. Peygamber güçlü bir şekilde ortaya çıktı. Medine’ye hicret edip bizim sana bahsettiğimiz kimseleri de öldürdü. Biz artık gitmek istiyoruz. İzin ver gidelim” dedik. Bunun üzerine Necâşî

“Gidebilirsiniz” dedi ve bize bir gemi tahsis etti ve yememiz için azıklar hazırlattı. Sonra da Ca’fer’e şunları söyledi:

“Size yapmış olduğum bu iyilikleri arkadaşınıza (Hz. Peygamber’e) haber veriniz. Ben şu adamımı elçi olarak tayin ediyorum; o da sizinle birlikte gelecektir. Şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed de O’nun Rasûlü’dür. Oraya vardığınızda bunları da söyleyiniz ve ondan benim için Allah’tan mağfiret dilemesini isteyiniz”. Biz Medine’ye doğru yola çıktık. Oraya ulaştığımızda Hz. Peygamber beni karşıladı ve boynuma sarıldı. Sonra da

“Hayber’in fethine mi, yoksa Ca’fer’in gelişine mi sevineyim!” buyurdular. Çünkü bizim oraya ulaşmamız Hayber’in fethine denk gelmişti.

Sonra bir yere oturduk. Necâşî’nin elçisi

“İşte Ca’fer şahittir! Bizim kralımızın kendilerine nasıl davrandığını ona sor!” dedi. Ben de Hz. Peygamber’e, Necâşî’nin bize yapmış olduğu iyilikleri, bizim için bir gemi tahsis edip yolda yememiz için azık verdiğini, onun Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın Rasûlü olduğuna şahitlik ettiğini ve Hz. Peygamber’den, kendisi için af talebinde bulunmasını istediğini anlattım. Bunun üzerine Hz. Peygamber kalkarak abdest aldı ve üç defa “Ey Rabb’im! Necâşî’yi bağışla!” diye dua etti. Orada bulunan müslümanlar da

“Âmin!” dediler. Bunun üzerine ben, Necâşî’nin elçisine

“Kralına git ve bu gördüklerini ona anlat!” dedim.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, III/71 (İbn Asakir’den); Heysemi VI/29 (Taberani’den; o Esed b. Amr’dan, o da Mücalid’den).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/341-3

Önce Habeşistan’a ve Sonra da Hz. Peygamber’e Hicret Edenlerin Faziletleri

- Ümmü Abdillah b. Ebî Hacme şöyle anlatıyor: Habeşistan’a göç edeceğimiz zaman Amr bazı ihtiyaçlarımızı almak için çarşıya çıkmıştı. O sırada müslüman olduğunu henüz duymadığım Ömer çıkageldi. Ömer İslâm’ı kabul etmeden önce müslümanlara çok büyük eziyetlerde bulunuyordu. Ömer bana

“Ey Ümmü Abdillah! Göç mü ediyorsunuz?” diye sordu; ben de

“Evet!” dedim ve ekledim: “Allah’a yemin ederim ki, biz O’nun arazilerinden birisine gideceğiz ve Allah bize bir çıkış yolu gösterinceye kadar da orada kalacağız. Çünkü siz Kureyşliler bizi hiç bir zaman rahat bırakmadınız ve bize zulmettiniz”. Bunun üzerine Ömer

“Allah yoldaşınız olsun!” dedi. İşte o zaman Ömer’de, daha önce kendisinde bulunmayan bir incelik ve şefkat farkettim. Daha sonra Ömer gitti. Anladım ki bizim gidişimiz onu çok üzüyordu. İhtiyaçlarımızı tedârik edip döndüğünde Amr’a

“Ey Ebâ Abdillah! Keşke Ömer’in biraz önceki şefkatli halini ve bizim için üzülüşünü görebilseydin!” dedim. Kocam da

“Onun müslüman olacağını mı zannediyorsun?” dedi. Ben de

“Evet!” dedim. Amr ise

“O gördüğün kişi, babası Hattab’ın eşeği müslüman olmadıkça İslâm’ı kabul etmez” dedi. Kocam bu sözleriyle Ömer’in kesinlikle müslüman olmayacağını söylemek istiyordu. Gerçekten de müslüman oluncaya kadar Ömer’de İslâm’a karşı büyük bir şiddet ve katılık görülüyordu.[1]

- Hâlid b. Said b. As kardeşi Amr ile birlikte Habeşistan’a hicret edenler arasında bulunuyordu. Daha sonra bunlar oradan, Medine’de bulunan Hz. Peygamber’in yanına geldiler. Bu, Bedir’den yaklaşık bir sene sonra olmuştu. Bu gelenler, Bedir savaşını kaçırdıkları için üzülüyorlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara şöyle buyurdu: Niçin üzülüyorsunuz? Diğerlerinin bir, sizin ise iki hicretiniz vardır. Birincisinde Mekke’den Habeşistan’a, Necâşî’nin yanına gittiniz. İkincisi de şimdikidir; yani Habeşistan’dan kalkıp Medine’ye, benim yanıma gelmenizdir.[2]

- Ebu Musa (r.a) şöyle anlatıyor: Yemen’deyken Hz. Peygamberin Medine’ye hicret ettiğini haber aldık. Bunun üzerine ben, kardeşlerim Ebu Bürde ve Ebu Ruhm da dâhil olmak üzere 52 veya 53 kişilik bir muhacir grubu Medine’de bulunan Hz. Peygamber’e gitmek üzere bir gemiye bindik. Ben diğer iki kardeşimden daha küçüktüm. Yolda fırtınaya yakalandık ve Habeşistan’a yanaşmak zorunda kaldık. Orada Ca’fer b. Ebî Tâlib’le karşılaştık. Medine’ye dönünceye kadar da hepimiz onun yanında kaldık. Daha sonra hep birlikte Medine’ye gittik. Bu gidişimiz Hayber’in fethine tesadüf ediyordu. Oraya vardığımızda bazı kimseler bize “Biz sizden önce hicret ettik!” dediler. Bir gün bizimle birlikte Habeşistan’da bulunan Esmâ binti Umeys mü’minlerin annesi, Hz. Peygamber’in hanımı Hz. Hafsâ’yı ziyarete gider. Çünkü Hafsâ da Necâşî’ye hicret edenler arasında idi. Onlar konuşurlarken Ömer de oraya gelir ve kızı Hafsâ’ya yanındakinin kim olduğunu sorar. Kız da

“Bu, Umeys’in kızı Esmâ’dır” der. Bunun üzerine Hz. Ömer

“Şu Habeşistan’dan, denizden gelen kadın mı?” diye sorar, Esma da

“Evet!” der. Hz. Ömer, de ona

“Biz daha önce hicret ettik; dolayısıyla Hz. Peygamber’e de sizden daha yakınız.” deyince Esmâ da öfkelenerek şunları söyler:

“Hayır, Allah’a yemin ederim ki bu doğru değildir. Evet, siz Hz. Peygamber’in yanında bulunuyordunuz. O sizin aç olanlarınızı doyuruyor, câhillerinize de vaaz ediyordu. Bizse garip kimseler arasında, yabancı bir memlekette bulunuyorduk ve bütün bunlara da Allah ve Rasûlü için katlanıyorduk. Allah’a and içerim ki senin bu söylediklerini Hz. Peygamber’e haber verinceye kadar ne su içeceğim ve ne de yemek yiyeceğim. Yine yemin ederim ki senin sözlerini, hiç bir şey katmaksızın olduğu gibi aktaracağım!”.

Sonra Hz. Peygamber’e gelen Esmâ

“Ey Allah’ın Rasûlü, Ömer bizim hakkımızda şunları şunları söyledi:’ dedi Hz. Peygamber de

“Peki sen ona ne dedin?” buyurdular. Esmâ da söylediklerini aynen aktardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber

“Hayır, o bu konuda sizden daha fazla hak sahibi değildir. Bana siz daha yakınsınız. Çünkü onunla arkadaşlarının bir tek, siz gemiyle gelenlerin ise iki hicreti vardır” dedi. Gemide kendisiyle birlikte bulunan diğer kişiler bunu işittiklerinde grup grup Esmâ’nın yanına gelerek ne olduğunu soruyorlardı. Bu konuda Esmâ şunları söylüyor:

“Yemin ederim ki Habeşistan’a hicret edenleri bundan daha fazla hiçbir şey sevindirememiştir.”[3]

- Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:

“Geceleyin, Ebu Musa el-Eş’arî ve arkadaşlarını Kur’an okuyuşlarından tanıyorum. Evlerini gündüz gözüyle görmemişsem de onları içlerinden gelen Kur’an sesleriyle biliyorum. Bunlardan biri de Hakîm’dir. (Bazı rivâyetlere göre Hakîm b. Hizam’dır). Bunlar düşmanlarla veya süvarilerle karşılaştıklarında

“Arkadaşlarım kendilerini beklemenizi emrediyor!” derler.”[4]

- Esmâ binti Ümeys şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber’e

“Ey Allah’ın Rasûlü! Bazı kimseler bize karşı böbürleniyorlar ve bizim ilk muhacirlerden olmadığımızı söylüyorlar!” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdular:

“Hayır, bu yanlıştır. Sizin için iki hicret vardır. Biri Habeşistan’a, diğeri ise oradan Medine’ye yapılmıştı.[5]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, III/79 (İbn İshak’tan; o da Abdulaziz b. Abdillah b. Amir b. Rabia tarikiyle); İsabe IV/400 (Ümmü Abdullah’ın isminin Leyla olduğunu söyler); Heysemi VI/24; Hakim, Müstedrek IV/58 (İbn İshak tarikiyle).

[2] Kenz VIII/332 (İbn Mendeh ve İbn Asakir’den.)

[3] Bidaye, IV/205 (Buhari’den naklen).

[4] Bidaye, IV/205 (Müslim’den; o da Ebu Bürde tarikiyle Ebu Musa’dan).

[5] Fethü’l-Bari VII/341 (İbn Sa’d’dan); Kenz VII/18 (İbn Ebi Şeybe’den, daha uzun olarak); yine Kenz VIII/333 (Hadisi Ebu Nuaym ve Hasan b. Süfyan’ın da muhtasar olarak rivayet ettiğini zikreder).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/342-344.

EBU SELEME İLE ÜMMÜ SELEME’NİN MEDİNE’YE HİCRET ETMELERİ

- Ümmü Seleme şöyle anlatıyor: Kocam Ebu Seleme, Medine’ye hicret etmeye karar verdiğinde devesini hazırladı. Beni, oğlum Seleme de kucağımda olduğu halde o deveye bindirdi. Kendisi de hayvanın yularından tutarak Medine’ye doğru yola çıktık. Bunu gören Benî Muğîre kabilesi önümüzü keserek şöyle dediler:

“Sen kendin gitmek istiyorsun, o halde git. Fakat şu devenin üstündeki kadın bizim kızımızdır. Biz senin onu da yabancı memleketlere götürmene izin vermeyeceğiz”. Daha sonra devenin yularını onun elinden zorla aldılar.

Böylece beni kocamdan ayırmış oldular. Ebu Seleme’nin kabilesi Benî Abdu’l-Esed bu olayı haber aldıklarında çok kızdılar ve “Madem ki siz kızınızı hemşehrimizden aldınız; öyleyse biz de oğlumuzu sizde bırakmayız” dediler ve oğlum Seleme’yi alabilmek için onu aralarında çekiştirmeye başladılar. Öyle ki Seleme’nin eli çıktı. Sonunda Beni Abd’ul-Esed üstün gelerek Seleme’yi alıp götürdüler. Benî Muğîre de beni yanlarında alıkoydular. Bu arada kocam Ebu Seleme de Medine’ye gitti. Bu şekilde ben kocam ve çocuğumdan ayrı düşmüştüm. Her sabah çıkıyor, Mekke’nin el-Ebtah vadisine giderek akşama kadar orada ağlayıp oturuyordum. Bu durum bir seneye yakın bir zaman böyle devam etti. Bir gün amcamın oğullarından birisi oradan geçerken beni gördü ve merhamete geldi. Benî Muğîre’ye gidip halimi anlatarak onlara

“Bu zavallı kadını niçin bırakmıyorsunuz? Siz onunla kocasının arasına girdiniz ve onu çocuğundan da ayırdınız’ dedi. Bunun üzerine oğlum Seleme’yi bana vererek

“Eğer istersen kocanın yanına da gidebilirsin.” dediler.

Ben de oğlum Seleme’yi de alarak kocamın yanına gitmek üzere Medine’ye doğru yola çıktım. Yanımda bana eşlik edebilecek hiç kimse yoktu. Ten’im denilen yere varıncaya kadar bu şekilde gittim. Orada Osman b. Talhâ b. Ebî Talhâ’yı gördüm. Osman Abdü’d-dâr oğulları kabilesine mensuptu. Osman bana

“Ey Ebû Ümeyye’nin kızı! Nereye böyle?” diye sordu. Ben de Medine’de bulunan kocam Ebû Seleme’ye gittiğimi söyledim. O

“Sana eşlik edecek hiç kimse yok mu?” diye sordu.

“Hayır Allah’tan başka eşlik edecek kimsem olmadığı gibi üstelik bir de çocuğum var:’ dedim. Bunun üzerine Osman

“Allah’a yemin ederim ki seni tek başına göndermem!” dedi ve devemin yularından tutarak benimle birlikte Medine’ye doğru yöneldi. Yemin ederim ki Arapların içinde Osman’dan üstün birisini görmedim. Bir konak yerine geldiğimizde devemi çöktürüyor, sonra ben deveden ininceye kadar oradan uzaklaşıyordu. Ben deveden indikten sonra o hayvanın yükünü indiriyor ve onu bir ağaca bağlıyordu. Ben bir ağacın gölgesine çekilip dinleniyordum. O ise kendisine başka bir ağaç bulup onun gölgesinde istirahat ediyordu. Hareket zamanı geldiğinde gidip deveyi getiriyor, onu yüklüyor; ben hayvana binene kadar da yine oradan uzaklaşıyordu. Deveye bindikten sonra da gelip yularını tutuyor ve yola devam ediyorduk. Medine’ye varıncaya kadar bu şekilde devam ettik. Benî Amr b. Avf’ın Kübâ’daki toprakları göründüğünde bana “İşte kocan oradadır. Oraya Allah’ın bereketiyle gir!” dedikten sonra kendisi gerisin geriye Mekke’ye döndü. Gerçekten de kocam Ebu Seleme orada bulunuyordu. Ben İslam uğrunda Ebu Seleme ailesinin çektiklerini çeken hiç bir aile görmedim. Yine aynı şekilde Osman b. Talhâ’dan daha dürüst ve daha kerim bir arkadaş görmedim.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, III/169 (İbn İshak’dan); Osman b. Talha b. Ebi Talha Hudeybiye barışından sonra müslüman olup Halid b. Velid’le Medine’ye hicret eden bir sahabedir. Allah her ikisinden de razı olsun

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/345-346.

Hicret Etmek İsteyen Süheyb’in Kureyş Gençleriyle Uğraşması ve Sonunda Hicret Etmesi

- Süheyb b. Sinan şöyle anlatıyor. Hz. Peygamber

“Sizin hicret edeceğiniz yer bana gösterildi. Orası iki taşlık arasında çorak bir arazidir. Bu durumda ya Hacer’dir ya da Yesrib (Medine)’dir.” buyurdular. Sonra da beraberinde Ebubekir olduğu halde Medine’ye hicret ettiler. Ben de onlarla birlikte gitmek istemiştim. Fakat Kureyş gençleri buna mâni oldular. Ben o gece hiç oturmaksızın ayakta dolaştım durdum. Gençler

“Karnı ağrıyordur.” diyorlar ve beni ishal olmuş zannediyorlardı. Halbuki benim hiç birşeyim yoktu. Onların uyumalarını bekledim ve sonra yola çıktım. Fakat biraz sonra arkamdan yetiştiler. Beni yolumdan alıkoymak istiyorlardı. Onlara

“Benim çok param vardır: onları size verirsem yolumdan çekilir hicret etmeme izin verir misiniz?” dedim. Onlar da razı oldular. Böylece hep birlikte Mekke’ye geri döndük. Onlara evimin eşiğinin altını kazmalarını söyledim. Kazdılar, oradan çıkan paraları verdim ve sonra

“Falan kadına gidiniz? Onda iki tane elbisem vardır; onları da alınız!” dedim. Sonra yola düştüm: daha Medine’ye girmeden Kûbâ’da Hz. Peygamber’le Ebubekir’e yetiştim. Hz. Peygamber beni görünce

“Ey Ebâ Yahyâ! kârlı bir alışveriş yaptın!” dedi. Ben de

“Ey Allah’ın Rasûlü! Bunları sana ancak Cebrail haber vermiştir. Çünkü benden önce size hiç kimse gelmemiştir.’ dedim.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, III/173 (Beyhaki’den); Heysemi VII/60 (Tabarani’den bunun bir benzerini); Ebu Nuaym, Hilye I/152.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/347.

Süheyb’in Kûbâ’da Hz. Peygamber’e Yetişmesi ve Hz. Peygamber’in de Onun Hakkında Âyet İndiğini Müjdelemesi

Süheyb, Hz. Peygamber’in hemen arkasından hicret etmek için yola çıktığında Kureyşten bazı kimseler onun peşine düştüler. Bunu farkeden Süheyb hayvanından indi, sadağındaki bütün okları çıkararak şunları söyledi:

“Ey Kureyşliler! İçinizde benden iyi ok atan kimsenin olmadığını bilirsiniz. Allah’a yemin ederim ki sadağımdaki bütün okları size atmadan beni ele geçiremeyeceksiniz. Hem oklarım bitmiş olsa bile kabzası elimde kalıncaya kadar kılıcımla çarpışmaya devam edeceğim. Ondan sonra da ne istiyorsânız yapınız. Ya da size Mekke’de sakladığım malımın yerini söyleyeyim de yolumdan çekiliniz:’ dedi. Onlar da buna razı olduklarını söylediler. Bunun üzerine Süheyb onlara mallarının yerini söyledi. Bu olay üzerine Bakara Sûresi’nin 207. âyeti nâzil oldu. Süheyb Hz. Peygamber’e yetiştiğinde o

“Ey Ebâ Yahyâ! Kârlı bir alışveriş yaptın!” dedi ve bu âyet-i kerimeyi okudu.[1]

- Süheyb hicret etmek üzere yola çıktığında Mekke’liler peşine düştüler. Sadağındaki okları çıkardı, bunlar tam kırk taneydi. Sonra şöyle dedi:

“Ey Mekke’liler! Bu oklarımdan her biriyle içinizden birini vurmadıkça beni ele geçiremezsiniz. Bunlar bittiğinde de kılıcımla savaşırım. Bunu yapabileceğimi de çok iyi biliyorsunuz. Mekke’de iki cariye bıraktım. Onlar sizin olsun da yolumdan çekilin!” dedi. Buna razı olan Mekke’liler geri döndüler. Süheyb de Medine’ye varmadan önce Hz. Peygamber’e yetişti. Onu gördüğünde Hz. Peygamber

“Ey Ebâ Yahyâ! Alışverişte kâr ettin!” dedi ve hakkında inen Bakara Sûresi 207. âyetini okudu.[2]

- Süheyb şöyle anlatıyor: Mekke’den Medine’ye hicret etmek istediğimde Kureyşliler bana

“Ey Süheyb! Bize geldiğinde hiç bir malın yoktu. Burada çok mal kazandın ve şimdi onları götürmek istiyorsun. Allah’a yemin ederiz ki buna asla izin vermeyeceğiz!” dediler. Ben de

“Malımı size verirsem yolumdan çekilir misiniz?” dedim.

“Evet, çekiliriz!” dediler. Bunun üzerine, malımı kendilerine bıraktım; onlar da yolumun üzerinden çekildiler. Ben de doğruca Medine’ye vardım. Bu olayı duyduğunda Hz. Peygamber iki kere, “Süheyb kâr etti” buyurdular.[3]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kenz I/237 ve İbn Sa’d III/162 (Beyhaki, Haris, İbnü’l-Münzir, İbn Asakir ve İbn Ebi. Hatim, Said el-Müseyyeb’den); İbn Abdi’l-Berr, İstiab II/180 (Yine Said’den, bir benzerini).

[2] Hakim, Müstedrek III/398 (Süleyman b. Harb tarikiyle, İkrime’den. Ayrıca Hakim bu hadisin Müslim’in sıhhat şartlarına uyduğunu ve fakat ne Müslim’in ve ne de Buhari’nin bunu rivayet etmediklerini söyler); İsabe II/195 (İbn Ebi Hayseme’den. Bir de Kelbi’nin tefsirinde Ebu Salih’ten, onun da İbn Abbas’tan rivayet ettiğini söyler).

[3] İbn Kesir I/247 (İbn Merduye, Ebu Osman en-Nehdi tarikiyle); İbn Sa’d III/162 (Ebu Osman tarikiyle bir benzerini).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/347-348.

ABDULLAH b. ÖMER’İN HİCRET ETMESİ

Abdullah b. Ömer, hicret ettikten sonra Mekke’deki evlerine hiç gitmemiştir. Yakınlarından geçerken gözlerini kapatır ve ona hiç bakmazdı.[1] Abdullah b. Ömer Hz. Peygamber’i her hatırladıkça ağlardı. Evlerinin yanından geçtikçe de gözlerini kapatırdı.[2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ebu Nuaym I/247 (İbn Merduye, Ebu Osman en-Nehdi tarikiyle); İbn Sa’d III/162 (Ebu Osman tarikiyle benzerini).

[2] İsabe II/349 (Beyhaki, Muhammed b. Zeyd b. Abdillah b. Ömer’den).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/348.

ABD b. CAHŞ’IN MEDİNE’YE HİCRET ETMESİ

- Allah kendisinden razı olsun, Abd b. Cahş hicret edenlerin sonuncusuydu. Gözleri görmüyordu. Hicrete niyetlendiğinde Ebu Süfyan b. Harb b. Ümeyye’nin kızı olan hanımı buna razı olmadı. Hanımı onun Hz. Peygamberin bulunduğu Medine’den başka bir yere gitmesini istiyordu. Bunun üzerine o da onlardan gizli olarak hicret etti. Medine’ye gelerek Hz. Peygamber’in huzuruna çıktı. Bunu öğrenen Ebu Süfyan b. Harb çok öfkelendi ve Abd’ın Mekke’deki evini sattı. Bir gün Ebu Cehil b. Hişam, Utbe ve Şeybe b. Rabîa, Abbas b. Abdulmuttalib ile Huveytib b. Abdu’l-Uzzâ o evin yanından geçiyorlardı. Bir koku hissettiler; eve girdiklerinde tabaklanmak üzere suya konulmuş bazı deri parçalarının çürüyüp koktuğunu gördüler. Bunun üzerine Utbe gözyaşlarını tutamayarak şu şiiri okudu:

“Bir ev ne kadar sağlam olursa olsun, bir gün gelecek içinde rüzgârlar esip bomboş kalacaktır”. Ebu Cehil de Hz. Peygamber’i kastederek, amcası Abbas b. Abdulmuttalib’e

“Bunları başımıza siz açtınız.” dedi. Hz. Peygamber’in Mekke’ye girdiği gün Abd b. Cahş (Abdullah b. Cahş’ın kardeşi) kalkarak evi hakkında ağıtlar yaktı. Hz. Peygamber de Osman’a onu bu işten vazgeçirmesini emretti. Bunun üzerine Hz. Osman Abd’ı bir kenara çekerek ona gizlice bir şeyler söyledi. O da artık ağıt yakmaktan vazgeçti. Daha sonra Hz. Peygamber aynı gün onu elinden tutarak dolaştırmış ve Abd da şu şiiri okumuştur: “Mekke çok güzel bir vadidir. Ben orada elimden tutan olmasa dahi dolaşabilirim. Orada ziyaretime gelen çok olur; benim kazıklarım Mekke’de çakılıdır.[1]

- Ebu Seleme’den sonra Medine’ye ilk gelen muhacirler Abdullah b. Cahş ile Âmir b. Rabîa olmuştur. Abdullah aile ve efrâdını ve kardeşi Abd’ı da beraberinde getirmişti. Abd’ın iki gözü de görmüyordu.

Ama bu haliyle bile kılavuzsuz olarak Medine’nin her tarafını dolaşabilirdi. Şairliği de vardı. Ebu Süfyan’ın kızı Fâria ile evliydi. Abdullah b. Cahş’ın annesi, Hz. Peygamber’in halası Ümeyme binti Abdulmuttalib’di. Bu ailenin tamamı hicret etmiş olduğundan Mekke’deki evlerinde kimse oturmuyordu. Bu evin yanından geçen Utbe b. Rabîa duygulanarak bir şiir söylemiştir.[2]

Abd b. Cahş şu şiiri söyledi: “Ümmü Ahmed (hanımım) benim, gıyâbında kendisinden korkulan Allah’ın izniyle Mekke’yi terkedeceğimi anlayınca bana şöyle dedi: “İlle de Mekke’yi terkedeceksen hiç olmazsa bizi Medine’den uzak başka bir memlekete götür!” Ben de ona şöyle cevap verdim: “Medine zannedildiği gibi bir yer değildir. Hem Rahman neyi dilerse Abd onu yapar. Ben Allah’a ve Rasûlüne yöneldim. Kim yüzünü Allah’a çevirirse o mahrum olmaz. Biz, bize öğüt veren nice yakınlarımızı, bizler için gözyaşı döküp feryat eden nice kadınlarımızı terkettik. Onlar bizi memleketimizden uzaklaştıran şeyin yapılan zulümler olduğunu zannediyorlar. Halbuki biz bunu bir amaç için yapıyoruz. İnsanlar için apaçık bir yol göründüğünde ben Ganem Oğullarını hakka ve kimsenin kanını dökmemeye çağırdım. Allah’a hamdolsun ki onlar da kendilerini hakka davet edene icâbet ettiler. Böylece onlar kurtuluşa icâbet etmiş oldular ve toparlandılar. Biz ve hidâyetten ayrılarak bize karşı cephe oluşturan bazı arkadaşlarımız iki grup oluşturduk. Bunlardan biri hidâyet üzere olup Allah’ın yardımına mazhar olmuştur. Diğer grup ise sınırları çiğnediler; onlar azap göreceklerdir. Onlar yalanı tercih ettiler. İblis de onları haktan saptırdı. Onlar her türlü hayırdan mahrum kalmışlardır. Biz, Peygamber olan Muhammed’in sözlerine tâbi olduk. Hakkı savunup hak taraftarı olduğumuz için bizler çok memnunuz. Biz onlara yakın bir bağla bağlıyız. Fakat düşüncelerde bir yakınlaşma olmazsa bu akrabalık bağının ne önemi vardır? Bu durumda söyler misiniz bundan sonra bizden hangi yeğen size güvenir? Benim dünürlüğümden sonra hangi dünürlük hakkı gözetilir? İyi ile kötünün birbirlerinden ayrıldığı günde hangi tarafın haklı olduğunu bileceksiniz”[3]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Heysemi VI/64 (Taberani, İbn Abbas’tan. Heysemi “Hadisin ravilerinden Abdullah b. Şebib zayıftır” der).

[2] Bidaye III/170 (İbn Abbas’tan).

[3] Bidaye III/171(İbn İshak’tan).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/349-350.

DUMRE b. EBU’L-İYS (veya İBNÜ’L-İYS)’İN HİCRET ETMESİ

- Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalanlarla Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla savaşanlar bir olmazlar. Allah mallarıyla, canlarıyla savaşanları derece itibariyle (evlerinde) oturanlardan üstün kılmıştır. Bununla beraber Allah ikisine de cenneti va’detmiştir. Ama Allah mücahitlere ikramların üstünde büyük bir mükâfaat ihsan etmiştir.’ (Nisa: 4/95) ayeti nâzil olduğunda fakirlikten dolayı hicret etmeyip de Mekke’de kalanlar bundan hicret etmemeye ruhsat çıkardılar. Fakat sonunda şu âyet-i kerime indi:

“Şüphesiz ki melekler, ruhlarını alırken nefislerine zulmedenlere (onları susturmak için): “Ne halde idiniz?” diye sordular. Onlar “Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik” cevabını verirler. Bunun üzerine melekler “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Onda hicret etseydiniz ya” derler. İşte bunların yeri cehennemdir; o ne kötü bir dönüş yeridir”. (Nisa: 4/97)

Bu âyet üzerine hicret etmeyen bu insanlar “Artık bizim için başka seçenek yoktur” dediler. Ama daha sonra da şu âyet-i kerime nâzil oldu:

“Erkek, kadın ve çocuklardan zayıf olanlar, hiç bir çağrıya gücü yetmeyip hicret için bir yol bulamayanlar bundan müstesnâdır. Allah’ın bunları atfetmesi umulur. Allah çok affeden ve çok bağışlayandır”. (Nisa: 4/98-99)

- Benî Leys kabilesinden iki gözü kör, fakat zengin birisi olan Dumre b. Ebu’l (veya İbnü’l)-İys bu âyet-i kerimeleri duyduğunda kendi kendisine “Gözlerim kör diye ben bu işten sıyrılamam. Çünkü malım ve kölelerim vardır.” dedi ve adamlarına “Beni bir deveye bindiriniz” diye emretti. Onu bir deveye bindirdiler. Hasta olmasına rağmen Medine’ye doğru yola çıktı. Tenim denilen yere geldiğinde vefat etti. Onu oraya defnettiler. Daha sonra onun hakkında şu âyet-i kerime nâzil oldu:

“Her kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde girecek çok yer ve genişlik bulur. Kim de Allah’a ve peygamberine hicret maksadıyla evinden çıkar da yolda kendisine ölüm yetişirse muhakkak ki onun mükâfaatı Allah’a düşer. Allah çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir.” (Nisa: 4/100)[1]

- Cündüb oğlu Dumre hicret niyetiyle evinden çıktı ve aile efradına “Beni bir deveye bindiriniz. Müşriklerin topraklarından çıkarıp Hz. Peygamber’e götürünüz” dedi. Fakat Hz. Peygamber’e kavuşamadan yolda öldü. Bunun üzerine Nisa Sûresi’nin 100. âyet-i kerimesi nâzil oldu.[2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] İsabe II/212 (Firyabi, Said b. Cübeyr’den. Ayrıca İbn Mendeh muallak olarak Hüşeym’den o da Salim’den. İbn Ebi Hatim’se İsrail tarikiyle Salim’den).

[2] Mecma VII/10 (Ebu Ya’la İbn Abbas’tan. Heysemi, “Bu hadisin ricali sikadır” der).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/351.

10. FASIL: DUMRE b. EBU’L-İYS (veya İBNÜ’L-İYS)’İN HİCRET ETMESİ

- Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalanlarla Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla savaşanlar bir olmazlar. Allah mallarıyla, canlarıyla savaşanları derece itibariyle (evlerinde) oturanlardan üstün kılmıştır. Bununla beraber Allah ikisine de cenneti va’detmiştir. Ama Allah mücahitlere ikramların üstünde büyük bir mükâfaat ihsan etmiştir.’ (Nisa: 4/95) ayeti nâzil olduğunda fakirlikten dolayı hicret etmeyip de Mekke’de kalanlar bundan hicret etmemeye ruhsat çıkardılar. Fakat sonunda şu âyet-i kerime indi:

“Şüphesiz ki melekler, ruhlarını alırken nefislerine zulmedenlere (onları susturmak için): “Ne halde idiniz?” diye sordular. Onlar “Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik” cevabını verirler. Bunun üzerine melekler “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Onda hicret etseydiniz ya” derler. İşte bunların yeri cehennemdir; o ne kötü bir dönüş yeridir”. (Nisa: 4/97)

Bu âyet üzerine hicret etmeyen bu insanlar “Artık bizim için başka seçenek yoktur” dediler. Ama daha sonra da şu âyet-i kerime nâzil oldu:

“Erkek, kadın ve çocuklardan zayıf olanlar, hiç bir çağrıya gücü yetmeyip hicret için bir yol bulamayanlar bundan müstesnâdır. Allah’ın bunları atfetmesi umulur. Allah çok affeden ve çok bağışlayandır”. (Nisa: 4/98-99)

- Benî Leys kabilesinden iki gözü kör, fakat zengin birisi olan Dumre b. Ebu’l (veya İbnü’l)-İys bu âyet-i kerimeleri duyduğunda kendi kendisine “Gözlerim kör diye ben bu işten sıyrılamam. Çünkü malım ve kölelerim vardır.” dedi ve adamlarına “Beni bir deveye bindiriniz” diye emretti. Onu bir deveye bindirdiler. Hasta olmasına rağmen Medine’ye doğru yola çıktı. Tenim denilen yere geldiğinde vefat etti. Onu oraya defnettiler. Daha sonra onun hakkında şu âyet-i kerime nâzil oldu:

“Her kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde girecek çok yer ve genişlik bulur. Kim de Allah’a ve peygamberine hicret maksadıyla evinden çıkar da yolda kendisine ölüm yetişirse muhakkak ki onun mükâfaatı Allah’a düşer. Allah çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir.” (Nisa: 4/100)[1]

- Cündüb oğlu Dumre hicret niyetiyle evinden çıktı ve aile efradına “Beni bir deveye bindiriniz. Müşriklerin topraklarından çıkarıp Hz. Peygamber’e götürünüz” dedi. Fakat Hz. Peygamber’e kavuşamadan yolda öldü. Bunun üzerine Nisa Sûresi’nin 100. âyet-i kerimesi nâzil oldu.[2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] İsabe II/212 (Firyabi, Said b. Cübeyr’den. Ayrıca İbn Mendeh muallak olarak Hüşeym’den o da Salim’den. İbn Ebi Hatim’se İsrail tarikiyle Salim’den).

[2] Mecma VII/10 (Ebu Ya’la İbn Abbas’tan. Heysemi, “Bu hadisin ricali sikadır” der).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/351.

VÂSILE b. el-ESKÂ’NIN HİCRET ETMESİ

- Vâsıle b. el-Eskâ şöyle anlatıyor: Müslüman olmak niyetiyle Medine’ye doğru yola çıktım. Oraya ulaştığımda Hz. Peygamber’i mescidde namaz kıldırırken buldum. Ben de son safa girerek onlarla birlikte namaz kıldım. Namazdan sonra Hz. Peygamber yanıma gelerek bana niçin geldiğimi sordu. Ben de

“Müslüman olmak için geldim” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber

“Bu senin için daha hayırlıdır” buyurdular. Sonra da “Hicret eder misin?” diye sordular. Buna da

“Evet!” diye cevap verdim. Hz. Peygamber bu kez

“Bâtî’nin hicretini mi yoksa Bâdî’nin hicretini mi yapmak istersin?” diye sordular. Ben

“Hangisi daha hayırlıdır?” dedim.

“Bâtî’nin hicreti daha hayırlıdır” buyurdular ve eklediler: “Bâtî’nin hicreti, Allah’ın Rasûlü’nün yanında kalmandır. Bâdî’nin hicreti ise iman ettikten sonra eski yerine, yani evine dönmendir” Sonra Hz. Peygamber devamla şunları buyurdular: “Bollukta ve darlıkta, keyifli ve keyifsiz zamanlarında daima itaat edip her türlü zorluğa göğüs gereceğine söz veriyor musun?” Ben de

“Evet!” dedim. Daha sonra Hz. Peygamber elini uzattı. Ben de elimi uzattım. Bu saydıklarından hiç bir istisna yapmadığımı gören Hz. Peygamber

“Yapabileceğin kadarını kabul et” buyurdular. Ben de

“Yapabildiğim kadarıyla” dedim. Böylece ellerimi tutarak benden biat almış oldu.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kenz VIII/333 (İbn Cerir, Halid b. Velid ve Vasıle b. el-Eska’dan).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/352.

ESLEM OĞULLARININ HİCRET ETMESİ

- Benî Eslemliler salgın bir hastalığa yakalanmışlardı. Hz. Peygamber onlara

“ey Benî Eslem kabilesi! Bâdiyeye, çöle çıkınız” dedi. Onlar da

“Ey Allah’ın Rasûlü! Biz yerleşik düzene geçmişken tekrar çöllere dönüp göçebe olmak istemiyoruz” dediler. Hz. Peygamber onlara şöyle buyurdu:

“Siz bizim göçebelerimizsiniz, biz de sizin şehirlileriniz ve köylüleriniziz. Siz bizi çağırdığınızda biz sizlerin yardımına koşacağız. Biz de sizi çağırdığımızda aynı şekilde siz de bizim imdadımıza geleceksiniz. Sizler nerede olursanız olunuz muhacirsiniz”[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kenz VIII/142 (Ebu Nuaym, İyas b. Seleme b. el-Ekva’dan).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/352.

CÜNÂDE b. EBÎ ÜMEYYE’NİN HİCRET ETMESİ

- Cünâde b. Ebî Ümeyye şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber zamanında hicret etmiştik. Bu hicret hakkında ihtilafa düşüldü. Kimimiz hicretin kesildiğini, kimimiz de henüz kesilmeyip devam ettiğini söyledik. Nihayet Hz. Peygamber’in huzuruna çıkarak hicretin kesilip kesilmediğini sordum. Hz. Peygamber “Kâfirlerle savaşıldığı müddetçe hicret kesilmez” buyurdular.[1]

- Abdullah b. es-Sa’dî şöyle anlatıyor: Benî Sa’d b. Bekir kabilesinden birkaç kişiyle birlikte Hz. Peygamber’e gittik. Grubumuz yedi ya da sekiz kişiden oluşuyordu ve içlerinde yaş bakımından en küçükleri de bendim. Beni yüklerin yanında bekçi olarak bırakıp isteklerini söylemek üzere Hz. Peygamber’e gittiler. Onların dönüşünden sonra da ben gittim ve Hz. Peygamber’e

“Ey Allah’ın Resûlü! Benim bir isteğim vardır” dedim. Ne olduğunu sordular. Ben de

“Bazı kimseler “Hicret sona ermiştir” diyorlar. Siz ne buyuruyorsunuz?” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber

“Senin isteğin diğerlerinkinden daha hayırlıdır” buyurdular ve sonra da şöyle eklediler: “Kafirlerle savaşıldığı müddetçe hicret kesilmez.”[2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kenz VIII/331 (Ebu Nuaym ve Hasan b. Süfyan’dan).

[2] Kenz VIII/333 (İbn Mendeh ve Asakir’den); İsabe II/319 (Ebu Hatim, İbn Hibban ve Nesai’nin de rivayet ettiği zikredilir). Hattabi şunları söylüyor: “İslam’ın ilk zamanlarında müslümanlardan Hz. Peygamber’e hicret etmeleri isteniyordu. Medine’ye yapılan hicretten sonra Hz. Peygamber’in yanına gitmek, onunla beraber savaşlara katılmak ve dinin emir ve yasaklarını öğrenmek için hicret farz oldu. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetle tekit edilmiştir. Öyle ki hicret edenlerle etmeyenler arasında her türlü yardımlaşma kesilmiştir. Mekke’nin fethinden sonra çevredeki bütün kabileler İslam’a girdiğinden vacip olan hicret düşmüştür; ancak müstehap olan hicret devam etmektedir. Begavi, Sünnet Şerhi’nde şunları söylüyor: “Bu hadis ile İbn Abbas’tan gelen ‘Fetihten sonra hicret yoktur!’ hadisinin arası şu şekilde bulunabilir. Fetihten sonra hicret yoktur!’ hadisiyle Mekke’den Medine’ye yapılan hicret kastedilmektedir. ‘Hicret hiçbir zaman kesilmez’ hadisi ile de küfür diyarında bulunan müslümanların İslam diyarına hicret etmeleri kastedilmektedir. Diğer taraftan bu iki hadis şu şekilde uzlaştırılabilir: Hicret yoktur demek Hz. Peygamber’e hicret yoktur demektir. Yani vatanından ayrılıp da ancak Hz. Peygamber’in izin vermesiyle dönülebilecek bir hicret yoktur. Hz. Peygamber’in ‘Kafirlerle savaşıldığı müddetçe hicret kesilmez’ sözünden maksat da göçebeler ve başkalarının da bunlardan başka bir niyette hicret etmeleridir. El-İsmail’nin bir rivayetine göre İbn Ömer bu konuda şunları söylemiştir: ‘Hz. Peygember’e yapılan hicret fethinden sonra kesilmiştir. Fakat esas hicret kafirlerle savaşıldığı müddetçe yani dünyada kafirlerin hakim olduğu ülkeler bulundukça yapılacak olan hicrettir ki bu vaciptir ve kesilmez’. Dininden dolayı fitneye düşme korkusu taşıyan müslümanların hicret etmesi vaciptir. Hadisten anlaşıldığına göre hicretin sona ermesi dünyada hiçbir kafir memleketinin kalmamasına bağlıdır; çünkü ancak böyle bir ortamda hicrete gerek kalmayacaktır”. Fethü’l-Bari VII/163.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/353.

SAFFAN b. ÜMEYYE ve BAŞKALARINA HİCRET KONUSUNDA BAZI ŞEYLER SÖYLENMESİ

- Saffan b. Ümeyye Mekke’nin yukarı mahallelerinden birinde oturmaktaydı. Kendisine

“Hicret etmeyenin dini yoktur!” dediler. O da

“Gidip bunu Hz. Peygamber’den sormadıkça dönmeyeceğim” diyerek doğruca Medine’ye gitti. Orada Hz. Abbas’ın evine misafir oldu. Sonra da Hz. Peygamber’in huzuruna çıktı. Hz. Peygamber ona

“Ey Ebâ Vehb! Seni buraya getiren şey nedir”. diye sordu Saffan da

“Bana hicret etmeyenin dini olmadığı söylendi. Ben de bunu öğrenmek için size geldim” dedi. Hz. Peygamber: “Ey Ebâ Vehb! Mekke’nin vadilerine dön ve orada kal, hicret etme. Yerlerinizden ayrılmayınız; çünkü artık hicret kesilmiştir. Fakat cihat ve niyet devam etmektedir. Cihada çağrıldığınızda katılmamazlık etmeyiniz”[1] dedi.

- Saffan b. Ümeyye’ye hicret etmeyenlerin helak olacağı şeklinde bir söz söylendi. Bunun üzerine o da bu meseleyi Hz. Peygamber’e sormadıkça başını yıkamayacağına dair Allah’a yemin etti ve sonra da devesine atlayarak Medine’nin yolunu tuttu. Hz. Peygamber’e mescidin kapısında tesadüf etti ve ona

“Ey Allah’ın Resûlü! Bana, hicret etmeyenlerin helak olacağı söylenildi. Ben de Hz. Peygamber’e gidip bu meseleyi sormadan başımı yıkamayacağıma dair yemin ettim” dedi. Hz. Peygamber de şöyle buyurdular:

“Saffan İslâm’ı anlamış ve onu din olarak kabul etmiştir. Fetihten sonra artık hicret kesilmiştir. Ancak cihat ve niyet devam etmektedir. İmam sizi cihada çağırdığında ona derhal icâbet ediniz.”[2]

- Füdeyk, Hz. Peygamber’e gelerek

“Ey Allah’ın Rasûlü! İnsanlar, hicret etmeyen kimselerin helak olacaklarını iddia etmektedirler. Siz bu konuda ne buyuruyorsunuz?” diye sordu. Hz. Peygamber de

“Ey Füdeyk! Namazı kıl, zekatı ver ve kötülüklerden de uzaklaş! Bundan sonra nerede bulunursan bulun muhacir sayılırsın” buyurdular.[3]

- Atâ b. Ebî Rebah şöyle anlatıyor: Ubeyd b. Umeyr el-Leysî ile birlikte Hz. Âişe’yi ziyaret ettik ve ona hicreti sorduk. Âişe validemiz şunları söyledi: “Bugün artık hicret yoktur. İlk başlarda müslümanlar dinlerini fitnelerden korumak için hicret ediyorlar; Allah’a ve Rasûlüne sığınıyorlardı. Bugün ise Allah Teâlâ İslâm’ı gâlip getirmiştir. Şu anda kişi Rabb’ine nerede ibadet etmek istiyorsa oraya gidebilir. Ancak cihat ve niyet bâkîdir.”[4]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kenz VIII/333 (İbn Asakir ve İbn Abbas’tan); Beyhaki IX/17 /Aynı lafızlarla).

[2] Kenz III/84 (Abdurrezzak, Tavus’tan). Hattabi ve başkaları şöyle demektedirler: “İslam’ın başlangıcında hicret her müslümana farzdı. Çünkü Medine’deki sayıları azdı ve derlenip toparlanmaya ihtiyaçları vardı. Mekke’nin fethinden sonra insanlar grup grup İslam’a girdiler ve böylece de Medine’ye yapılan hicretin farziyeti de ortadan kalkmış oldu. Ancak cihat ve niyet, farziyetini korumaktadır. Bunlar tüm müslümanlar ve özellikle de kafirlerce elegeçirilen İslam ülkelerindeki müslümanlar için hala geçerlidir. Hafız İbn Hacer el-Askalani şunları şöylemektedir: ‘Müslümanlar üzerine Medine’ye hicret etmelerinin farz olmasının nedeni şuydu: O sıralar kafirlerden eziyet gören bazı müslümanların dinlerinden caymaları ihtimali vardı. Ya da en azından dinlerine hakaret ediliyordu. Böyle bir hicret daru’l-küfürde bulunup da gücü yetebilen her müslümana farzdır. Vatanından ayrılarak Medine’ye gitmek şeklindeki hicretin hükmü kalkmıştır. Cihatın hükmü ise hala geçerlidir. Daru’l-küfürden kaçmak, dinini fitnelerden koruyup sağlama almak ve ilim tahsili için yapılan hicretler de farzdır. Ancak bütün bunlarda salih niyetle hareket etmek şarttır”. (Fetih VI/25).

[3] Kenz VIII/331 (Begavi, İbn Mendeh ve Ebu Nuaym, Salih b. Beşir b. Füdeyk’ten); Beyhaki IX/17.

[4] Beyhaki IX/17; Buhari.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/354-355.

Hz Peygamber’in ve Ebubekir’in Ailelerinin Hicret Etmeleri

- Hz. Âişe şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber hicret ettiği zaman aile efradını Mekke’de bırakmıştı. Medine’ye yerleştikten sonra Zeyd b. Hârise’yi, kölesi Ebu Râfi ile birlikte Mekke’ye gönderdi. Onlara iki deve ve beşyüz dirhem de para verdi. Hz. Peygamber bu parayı babamdan (Hz. Ebubekir’den) borç olarak almışlardı. Onlar bu parayı yiyecek ve diğer ihtiyaçları için harcayacaklardı. Babam Ebubekir de bunlarla birlikte Abdullah b. Ureykit’i iki veya üç deveyle gönderdi. O, kardeşim Abdullah b. Ebubekir’e de bir mektup yazarak ondan beni, annem Ümmü Riımân’ı ve Zübeyr’in hanımı kız kardeşim Esmâ’yı Medine’ye göndermesini istedi. Onlar Medine’den hep birlikte çıktılar. Mekke ile Medine arasında bulunan Kudeyd’e geldiklerinde Zeyd b. Hârise yanlarında bulunan o beşyüz dirhem parayla üç deve satın aldı. Sonra da hep birlikte Mekke’ye vardılar. Orada Medine’ye hicret etmek isteyen Talha b. Ubeydullah’a rastladılar. Mekke’den hep birlikte çıktık. Zeyd ile Ebu Râfi, Fâtımâ, Ümmü Gülsüm ve Sevde binti Zem’a’yı götürüyorlardı. Zeyd ayrıca Ümmü Eymen ile Üsâme’yi de yanına almıştı. Bu şekilde sahraya geldik. Orada annemle benim üzerinde bulunduğumuz deve ürktü. Annem

“Ey kızım! Hayvandan inelim!” diye feryat ediyordu. Sonunda devemiz Herşâ denilen dar bir yere geldiğinde sakinleşti. Böylece Allah Teâlâ bizi kurtarmış oldu. Sonra Medine’ye geldik; ben babam Ebubekir’in kaldığı eve indim. Hz. Peygamber’in ailesi de kalacak oldukları eve gittiler. O sırada Hz. Peygamber mescidi inşa ediyor ve etrafına da hanımları için evler yaptırıyordu. Hz. Peygamber aile efradını yapılan evlere yerleştirdi. Biz de diğer evler yapılıncaya kadar birkaç gün bekledik.[1]

- Hz. Âişe şöyle anlatıyor: Biz Mekke’den Medine’ye doğru muhacir olarak geliyorduk. Dâne yolunda ilerlerken annemle benim sırtında olduğumuz deve birdenbire ürktü. Allah’a yemin ederim ki annemin “Ey benim gelinciğim!” feryatları hala kulağımdadır. Deve ise başını göğe dikmiş alabildiğine koşuyordu. O sırada “Yularını at!” diye bir ses işittim ve hemen hayvanın yularını bıraktım. Bunun üzerine deve sanki altında bir insan varmış gibi aniden dönüş yaptı.[2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] İstiab IV/450 /İbn Abdilberr’den. Bu hadisi Hz. Aişe’nin evlenmesi bahsinde uzun olarak geçmektedir); İsabe IV/450 (Zübeyr’den); Mecma IX/227

[2] Heysemi IX/228 (Taberani güzel bir senetle); Müstedrek IV/4.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/356.

Hz. Peygamber’in Kızı Zeyneb’in Hicret Etmesi; Yolda Çekmiş Olduğu Zahmetlerden Dolayı Hz. Peygamber’in Kendisini Övmesi

Hz. Zeynep şöyle anlatıyor: Ben hicret için gerekli hazırlıkları yaparken Ebu Süfyan’ın hanımı Hind binti Utbe gelerek

“Ey Muhammed’in kızı! Duyduğuma göre babanın bulunduğu yere gitmek istiyormuşsun?” dedi. Ben de

“Hayır, böyle bir niyetim yoktur” dedim. Hind ise

“Ey amcamın kızı! Benden saklama! Çünkü yolda sana lazım olacak şeylerin hepsi bende var ve sana verebilirim. Erkekler arasındaki düşmanlıklar kadınların arasına girmemelidir” dedi. Kanaatime göre Hind bunları gerçekten de yerine getirmek için söylüyordu. Fakat ben korktuğum için gerçeği söyleyemedim.

Bundan sonrasını İbn İshak’tan dinleyelim: Zeynep yol hazırlıklarını tamamladı. Bundan sonra kayın birâderi Kinâne b. Rebi’ bir deve getirerek Zeyneb’i ona bindirdi. Yayını ve oklarını da yanına alarak gündüz gözüyle Mekke’den çıktılar. Zeynep devenin üzerinde bir hevdec içerisindeydi; Kinâne ise deveyi çekiyordu. Bunu gören Kureyşlilerden bazıları onların peşine düştüler ve Zîtuvâ denilen yerde onlara yetiştiler. İlk yetişen kişi Hebbâr b. el-Esved el-Fihrî idi. Bu kişi mızrağıyla hevdecde oturmakta olan Zeyneb’e saldırdı. Denildiğine göre Hz. Zeynep o sırada hamile idi. Bu saldırı esnasında da çocuğunu düşürmüştür. Bunun üzerine Zeyneb’in kayın biraderi yere diz çöküp sadağındaki okları çıkararak şöyle dedi:

“Allah’a yemin ederim ki içinizden biri bize yaklaşacak olursa onu bu okla öldüreceğim!” Bu tehdit üzerine Kureyşliler geri çekildiler. Daha sonra ebu Süfyan, bir grup Kureyşliyle birlikte tekrar geldi ve

“Ey kişi! Okunu bırak da seninle biraz konuşalım!” dedi. Kinâne de bunu kabul etti. Ebu Süfyan, Kinâne’nin yanına gelerek şunları söyledi:

“Sen bu işi güpegündüz yapmayacaktın. Çünkü bizim başımıza gelen belayı (Bedir hadisesini) ve Muhammed’in elinden neler çektiğimizi biliyorsun. Halkımızı senin Muhammed’in kızını bu şekilde açıktan açığa götürmeni bizim beceriksizliğimize ve zayıflığımıza yoracaklardır. Hayatım üstüne yemin ederim ki bizim Zeyneb’i babasına gitmekten alıkoymak gibi bir niyetimiz yoktur. Aynı şekilde ondan intikam almayı da düşünmüyoruz. Ancak sen onu tekrar Mekke’ye götür; sesler kesilip gece bastırdıktan sonra gizlice Mekke’den çıkarır, babasının yanına götürürsün. Halk da bizim sizi engellediğimize inanır. Böylece Kinâne ile Zeynep geri döndüler ve kararlaştırıldığı gibi gece yarısı yola çıkarak Medine’ye vardılar.[1]

- Bir kişi Hz. Peygamber’in kızı Zeyneb’i babasına götürmek üzere Mekke’den çıkardı. Fakat Kureyş’ten iki kişi peşlerine düşerek onlara yetiştiler. Kavga çıktı ve sonunda Kureyşliler üstün geldi. Zeyneb’i de itip kakaladılar. Zeynep bir taşın üzerine düştü. Kendisi hamile idi, bu düşüşün etkisiyle çocuğunu düşürdü. Onu alıp Ebu Süfyan’a götürdüler. Olayı duyan Benî Hâşim kadınları geldiler; Ebu Süfyan da Zeyneb’i onlara teslim etti. Daha sonra Hz. Zeyneb muhacir olarak Medine’ye geldi. Fakat o hastalık ve sıkıntıyı hiç bir zaman atlatamadı. Sonunda da hastalıktan vefat etti. Sahabeler onun şehit olduğunu söylediler.[2]

- Hz. Peygamber Mekke’den Medine’ye hicret ettikten bir süre sonra kızı Zeyneb de Medine’ye gitmek üzere kayın birâderi Kinâne veya onun oğlu ile birlikte Mekke’den yola çıktı. Kureyşliler onların arkasından adam yolladılar. Hebbâr b. el-Esved onlara yetişerek mızrağıyla Zeyneb’in üzerinde bulunduğu deveye vurmaya başladı. Sonunda Zeyneb deveden düşerek çocuğunu düşürdü. Bundan sonra Zeyneb birçok hastalık ve sıkıntılara katlanmak zorunda kaldı. Bu olay Hâşimoğulları ile Benî Ümeyye arasında bir kavgaya neden oldu. Benî Ümeyye

“Zeyneb’in bizim yanımızda kalması gerekir. Çünkü o amcamız Ebu’l-As’ın gelinidir” dediler. Bunun üzerine Zeyneb Hind binti Utbe b. Rabîa’nın yanında kalmaya mecbur edildi. Hind ona

“Bütün bunlar senin babanın yüzünden oluyor” derdi.

Sonunda bir gün Hz. Peygamber Zeyd’i çağırtarak

“Mekke’ye gidip Zeyneb’i getirebilir misin?” diye sordular. Zeyd

“Evet ey Allah’ın Rasûlü!” deyince Hz. Peygamber yüzüğünü Zeyd’e vererek

“Bunu Zeyneb’e ver!” dedi. Bunun üzerine Zeyd Mekke’ye doğru yola çıktı. Daima yavaş yavaş ve ihtiyatlı bir şekilde ilerliyordu. Nihayet bir çobana rastladı. Ona

“Sen kimin çobanısın?” diye sordu. Çoban

“Ebu’l-As’ın” diye cevap verdi. Zeyd

“Peki bu koyunlar kimindir?” dedi. Çoban da

“Onlar Muhammed’in kızı Zeyneb’e aittir” dedi. Biraz konuştuktan sonra Zeyd ona

“Sana, Zeyneb’e ait birşey versem bunu hiç kimseye söylemeyeceğine dair söz verir misin?” dedi. Çobanın söz vermesi üzerine Zeyd Hz. Peygamber’in yüzüğünü Zeyneb’e verilmek üzere ona verdi. Yüzüğü alan Zeyneb onu tanıyarak çobana

“Bu yüzüğü sana kim verdi?” diye sordu. O da

“Bir kişi!” dedi. Zeyneb bu kez de

“Onu nerede bıraktın?” diye sorunca çoban

“Falan yerdeydi” dedi. Böylece Hz. Zeyneb gece bastırınca Zeyd’in bulunduğu yere gitti. Zeyd

“Haydi, bin önüme de gidelim!” deyince Zeyneb

“Hayır, sen benim önüme bin!” dedi. Böylece Zeyd önde Zeyneb de arkada olmak üzere Medine’ye vardılar. Hz. Peygamber

“Zeyneb kızlarımın en hayırlısıdır. O benim yolumda birçok musibete katlanmıştır” buyurdu. Hz. Peygamber’in bu sözlerini Urve b. Zübeyr bazı kimselere söyledi. Bunun üzerine Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Zeynel Âbidin Urve’ye giderek

“Sen naklettiğin bu hadisle Hz. Fâtma’nın hakkını eksiltip ketmediyorsun!” dedi. Urve de

“Allah’a yemin ederim ki doğu ile batı arasındakiler bana verilmiş olsa yine de Hz. Fâtımâ’nın herhangi bir hakkını ketmedip eksiltmeye gönlüm razı olmaz. Bugünden sonra artık bu hadisi hiç kimseye söylemeyeceğim!” diye söz verdi.[3]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye III/330 (İbn İshak’tan).

[2] Heysemi IX/216 (Taberani, Urve b. Zübeyr’den).

[3] Heysemi IX/213 (Taberani, Kebir’inde Hz. Aişe’den. Ayrıca Heysemi bu hadisi Bezzar’ın da rivayet ettiğini zikretmektedir).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/357-359.

EBU LEHEB’İN KIZI DÜRRE’NİN MEDİNE’YE HİCRET ETMESİ

Hz. Peygamber’in amcalarından Ebu Leheb’in kızı Dürre hicret ederek Medine’ye geldi ve Râfi b. el-Muallâ ez-Zürakî’nin evine misafir oldu. Daha sonra Benî Zürayk kabilesi onun yanına gelerek

“Sen Allah’ın, hakkında Tebbet Sûresi’ni indirdiği Ebu Leheb’in kızısın. Dolayısıyla hicretin sana hiçbir yarar sağlamayacaktır” dediler. Bunun üzerine Dürre, Hz. Peygamber’e giderek şikayette bulundu ve onların söylediklerini de aktardı. Hz. Peygamber onu tesellî etti ve yanına oturttu. Sonra o günkü öğle namazının akabinde minbere çıkarak şunları söyledi:

“Ey İnsanlar! Ne oluyor da akrabalarım hakkında bana eziyet ediyorsunuz. Allah’a yemin ederim ki, benim kıyamet gününde şefaatım Hayyehâ, Hakem, Sudâ’ ve Sehleb kabilelerine bile yetişecektir.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Heysemi IX/257; Ümmü Seleme’nin hicreti, Ebu Seleme’nin hicretinde, Esma binti Umeys ile Ümmü Abdillah Leyla binti Ebu Hasme’nin hicretleri Ca’fer b. ebi Talib’in hicreti bahsinde geçtiği için ayrıca söylemeye lüzum görülmemiştir.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/360.

ABDULLAH b. ABBAS ve DİĞER BAZI ÇOCUKLARIN HİCRET ETMELERİ

- İbn Abbas şöyle anlatıyor: Bizim hicretimiz, Hz. Peygamber’in hicretinin beşinci yılına tesadüf ediyordu. Ahzab, yani Hendek savaşı yılı kardeşim el-Fadl ve hizmetçimiz Ebu Râfi ile birlikte Medine’ye gitmek üzere Mekke’den yola çıktık. el-Arc denilen yere geldiğimizde bineklerimizden biri kayboldu. Biz de Cescâse yoluyla Benî Amr b. Avf kabilesinin oturduğu yere, oradan da Medine’ye vardık. Oraya ulaştığımızda Hz. Peygamber’i hendek kazarken bulduk. O sırada ben sekiz, kardeşim el-Fadl ise onüç yaşındaydı.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Heysemi VI/64 (Taberani, Evsat’ta Abdullah b. Muhammed b. Umare el-Ensari’den, o da Süleymen b. Davud b. el-Husayn’dan).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/360.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • İzin verilen HTML etiketleri: <a> <em> <strong> <cite> <code> <ul> <ol> <li> <dl> <dt> <dd> <img> <b> <center>
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünürler.

Biçimlendirme seçenekleri hakkında daha fazla bilgi

Son yorumlar