TarihSayfası tarihsayfasi.com



Habeşiştan

Muhacirler Habeşistan´da iyi karşılandılar Ve ibadet­lerinde serbest bırakıldılar. Yanlarına aldıkları küçük ço­cukları saymazsak toplam seksen kişiydiler; fakat hepsi aynı zamanda hicret etmedi Mekke´den ayrılma şekilleri gizli ve küçük guruplar halinde olmak üzere planlanmışta. Eğer aileleri onların hicret ettiğini bilselerdi onları engel­leyebilirlerdi. Fakat hicret o kadar gizli bir şekilde yapıl­dı ki hiç kimse tüm muhacirler Habeşistan´a ulaşıncaya dek birsey anlamadı. Olayın farkına vardıklarında, Ku-reyş liderleri onları kendi kontrollerinden uzakta, barış içinde bırakıp yeni ihtidaların (İslam´a girenler) olması­na yardım etmemeleri gerektiğine karar verdiler. Bu ne­denle hemen yeni bir plan yaptılar ve Habeşistan´lılann en çok hoşuna giden şeylerden hediye etmek üzere topla­dılar. Onların herşeyden çok deri eşyalara değer verdikle­rini duymuşlardı, bu yüzden Necaşi´nin bütün generalle­rine yetecek kadar çok sayıda deri hazırladılar. Necaşi´nin kendisi için hazırlanan zengin hediyeler de vardı, Daha sonra aralarında elçi olmak üzere iki adam seçtiler, bun­lardan biri Sehm kabilesinden Amr İbn El-As idi. Kureyş-liler elçilere ne yapmaları gerektiğini bir bir anlattılar: generallerin hepsine teker teker gidecek, hediyelerini ve­rip şöyle diyeceklerdi: «Halkımızdan bir grup deli erkek ve kadın bu krallığa sığındılar. Kendi dinlerini terkettiler, sizin dininize de girmediler, fakat ne sizin ne de bizim .hiç

duymadığımız yeni bir din ortaya koydular. Halkımızın soyluları bizi kralınıza gönderdi ve onları bize teslim et­mesini istiyorlar. Bu nedenle kralınıza bu konuyu açtığı­mızda bizi destekleyin, onları bize teslim etmesini ve on­larla hiç konuşmamasını tavsiye edin. Çünkü onlarla ilgi­li en İyi karart kendi halkı verir». Generallerin hepsi bu konuda söz verdiler, iki elçi de Necasi´ye hediyeleri götür­meyi üzerine aldı-, ve oraya gidip muhacirleri kendilerine teslim etmesi gerektiğini ve generallere söylediklerini tek­rarladılar. Konuşmalarının sonunda da söyle dediler: -Hal, kının soyluları, onların amcaları, babalan ve akrabaları onların kendilerine teslim edilmesi için yalvarıyor». Gene­raller de oradaydı ve tek ses halinde Necasi´ye sığınanla­rın bu adamlara teslim edilmesi gerektiğini, çünkü onlarla ilgili en iyi karan kendi akrabalarının verebileceğini söy­lediler. Fakat Necasi memnun olmamıştı: «Hayır, Tanrıya andolsun; benim korumam altına sığman. Ülkemi yurt edi­nen ve herkese rağmen beni seçen bu adamları teslim et­meyeceğim! Onlarla konuşmadan ve bu adamların söyle­diklerinin doğru olup olmadığını öğrenmeden onları bı­rakmayacağım. Eğer bu adamlar doğru söylüyorsa onla­rı teslim edeceğim, kendi adamları onlarla ilgilensin. Fa­kat eğer bunlar doğru değilse, onlar benim korumamı is­tedikleri sürece onları koruyacağım» dedi.

Daha sonra Peygamber (s.a.v.)´in arkadaşlarına haber gönderdi ve kutsal kitaplarıyla gelen rahiplerini topladı. Amr ve yanındaki diğer elçi Necaşi ile, sığınanların gö­rüşmesini engellemeye çalışıyorlardı, çünkü bu karşılaşma geç anlaşılsa da onların aleyhineydi. Elçiler, Habeşistan­lıların kendilerine ticari ve politik sebeplerle hoşgörü gös­termelerine rağmen, putperest oldukları için küçük gör­düklerinin ve aralarında büyük bir engelin olduğunun far­kında değillerdi. Habeşlilerin çoğu samimi Hristlyanlardi; hepsi vaftiz edilmişlerdi, hepsi bir tek Allah´a inanıyor ve damarlarında kutsal şarap ve ekmek ayininde yedikleri­nin kanını taşıyorlardı. Bu nedenle onlar, kutsal ve put­perest arasındaki ayırıma karşı duyarlıydılar ve Amr gibi bir adamın, putperestliğin kiri ile kirlenmiş olduğunun far kındaydılar. Bu yüzden, znü´minler Necaşi´nin taht odası­nı doldurduğunda, onlardaki kutsal samimiyet ve engin­liğin farkına vararak şaşırdılar -en çok da Necaşi, bu du­rum karşısında etkilendi-. Gelenlerin, Kureyşlilerden çok kendilerine benzediğini gördüklerinde, rahiplerin arasın­dan hayret belirten mırıltılar yükseldi. Bu benzerlik ve en­gin görünüşün yanısıra mü´minlerin çoğunluğunu gençler oluşturuyordu; hepsinde de, güzel davranışlarının bir be­lirtisi olan doğal bir güzellik vardı.

Muhacirlerin hepsi zorunlu kaldıkları için hicret et­memişti. Osman´ın (r.) ailesi onunla uğraşmaktan vaz­geçmişti, fakat yine de Peygamber (s.a.v.), onun gitmesi­ne ve Rukiye´yi de beraberinde götürmesine izin verdi. On­ların varlığı muhacirler topluluğuna bir güç kaynağı olu­yordu. Onlara güç veren diğer bir çift de Cafer ve karısı Esma idi. Ebu Talib oğlu ve gelinini saldırılardan koru­yordu, fakat muhacirlerin güzel konuşan bir adama,ihti­yaçları vardı, Cafer de, akıcı konuşurdu. Kişiliği bakımın­dan da çok etkileyiciydi. Peygamber (s.a.v.) ona bir kere­sinde: «Görünüşün ve karakterin bana benziyor[1]» demiş­ti. Muhacirlere başkanlık yapması için Cafer´i (r.) görev­lendirmişti; akü ve etkileyicilikte onu, Abdu´d-Dar sülale­sinden, daha sonra Peygamberin (s.a.v.) çok önemli bir gö­rev vereceği genç bir adam olan Mus´ab izliyordu. Bun­lardan başka göç edenler -arasında Şemmas adırida, annesi Utbe´nin kardeşi olan bir Manzum´lu genç de dikkati çe­kiyordu. «Papazlara gönüllü yardım eden» anlamındaki is. mi ona şu nedenle verilmişti: Bir keresinde Mekke´ye pa­pazlara yardım edecek olan genç ve yakışıklı bir Hristiyan gelmişti. Güzelliğiyle genel bir beğeni kazanmış­tı. Bunun üzerine Ut be «Size bundan daha güzel bir Şem­mas getireceğim» diyerek, kız kardeşinin oğlunu onlara göstermiş, o günden sonra da çocuğun adı Şemmas kalmış­tı. Safiyyenin oğlu Zübeyr ve Peygamberin (s.a.v.) kuzen-

terinden birkaçı daha muhacirler arasındaydı; Erva´nın oğlu Tulayb; Umeyme´nln iki oğlu Abdullah İbn Cahş ve Ümeyye sülalesinden karısı Ününü Habibe ile beraber olan Ubeydullah, eşleriyle birlikte Berre´nin iki oğlu: Ebu Sele­me ve Ebu Sabra. Bu ilk hicretle ilgili anlatılanların ço­ğu Ümmü Seleme´den aktarılmıştır.

Hepsi toplandığında Necaşi onlara şöyle dedi; «Ne bi­zim dinimize, ne de çevre ülkelerden birinin dinine uyma­dığınıza göre sizi kendi halkınızdan ayrılmaya zorlayan bu din nedir?» Cafer ona cevap verdi: «Ey kral, biz ce­halet içinde yüzen, putlara tapan, kutsanmamış etleri yi­yen, kötülük yapan ve güçlünün zayıfı ezdiği bir toplu­luktuk. Biz, Allah bize kendi aramızdan, soyunu bildiğimiz güvenilir bir elçi gönderene dek bu hal üzereydik. O bizi Allah´a çağırdı, O´nun birliğine inanmamız ve yalnızca ona ibadet etmemiz gerektiğini, bizim ve babalarımızın taptığı taş ve putlara tapmamamız gerektiğini öğretti. Bize doğ­ru söylemeyi, verdiğimiz sözü tutmayı, akrabalık bağları­na ve komşu haklarına saygı göstermeyi, kötülüklerden ve kan dökmekten sakınmayı emretti. Biz bir tek Allah´a ina­nıyor, O´na ortak koşmuyoruz, O´nun yasakladıklarını ha­ram, serbest bıraktıklarını helal kabul ediyoruz. Bu yüz­den halicimiz bize karşı çıktı ve bizi dinimizden döndür­meye, tek Allah´a ibadeti bırakıp putlara tapmaya zorla-di. Sizi diğerlerine tercih edip, bu ülkeye sığınmamızın se­bebi bu; sizin korunmanız altında olmaktan memnunuz ve umuyoruz ki sizin yanınızda bize adaletsizlik yapılamaz».

Saray tercümanları söylenenleri Necaşi´ye aktardılar. Necaşi daha sonra kendisine Peygamberin (s.a.v.) getir­diği vahiyden bir bölüm okumalarını istedi. Bunun üzeri­ne Cafer, Mekke´den ayrılmalarından kısa bir süre önce nazil olan Meryem Sûresinden bir bölüm okudu;

«Kitap´ta Meryem´i zikret, Ham O, ailesinden kopup doğu ta­rafında bir yere çekilmişti. Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) htr perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril´i) göndermiştik. O da, düzgün bir beşer ktnda görünmüştü. Demişti ki: «Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)´a sığınırım. Eğer takva so-hibiysen (bana yaklaşma).» Demişti ki: «Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bvt erkek çocuk armağan etmek için (buradayım).» O: «Benim nasıl bir erkek çocuğum, otalfÜir? Ba­na hiç bir beşer dokunmamtşken ve ben azgın utanmaz (bâr kadm) değilken» dedi. «işte böyle» dedi, «Rabbin, dedi ki: Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir âyet ve bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)» Ve iş de olup bitmişti.» (Meryem: 121.

Bu âyetleri dinlerken Necaşi de, rahipler de ağladılar, anlamları tercüme edildiğinde tekrar ağladılar ve Necaşi şöyle dedû «Bu, İsa´nın getirdiği ile aynı kaynaktan geliyor» Ve Kureyş´li elcilere dönerek: «Gidebilirsiniz, çünkü Tan-rı´ya andolsunki, onları size teslim ötmeyeceğim; onlara ihanet edilmeyecek» dedi.

Fakat kralın huzurundan ayrıldıklarında Amr arkadaş­larına: «Yarın onlara, aralarında gelişen bu iyi ilişkileri bozacak bir şey söyleyeceğim. Onların Meryem oğlu İsa´ya kul (köle) dediklerini söyleyeceğim» dedi. Ve ertesi sabah Necaşi´ye giderek: «Ey kral, onlar Meryem oğlu Isa hak­kında büyük bir yalan uyduruyorlar, onları çağır ve Isa hakkında ne düşündüklerini sor» dedi Bunun üzerine Ne­caşi, mü´minlere haber gönderdi ve İsa hakkında ne bil­diklerini sordu, mü´minler, bunu duyunca tedirgin oldu­lar. Çünkü, bu konuda fazla bilgileri yoktu. Hepsi bir ara­ya gelip, bu soru sorulduğunda ne cevap vereceklerini tar­tıştılar. Oysa onlar Allah´ın bildirdiklerinden hasframm söyleyemeyeceklerini biliyorlardı. Kralın huzuruna geldik­lerinde Necaşi onlara: «Meryemoglu İsa hakkında ne di­yorsunuz» diye sordu. Cafer (r.) cevap verdi: «Biz onun hakkında ancak Peygamberimizin getirdiğini biliriz ve O´nun, Allah´ın kulu, Rasulü, O´nun ruhu ve bakire Mer­yem´e indirdiği kelimesi olduğuna inanırız.» Necaşi yar­den dit parça tahta aldı ve: «Meryem oğlu İsa, sizin söy­lediklerinizden sadece şu sopa kadar farklıdır» dedi. Generallerin karşı çıkarak etrafında toplandıklarını görünce: «Sizin tüm karşı çakışınıza rağmen» diye ekledf. Dana «onra Cafer ve arkadaşlarına dönerek: «istediğiniz yere gi­din; çünkü benim ülkemdeyken güvenliktesiniz. Dağlar ka­dar altın karşılığında bile sizin birinize zarar vermem» de­di. Mekke´li elçilere de bir el işareti yaparak yardımcısı­na: «Bu adamların, getirdikleri hediyeleri geri verin, çün­kü onlara ihtiyacım yok» dedi. Amr ve diğer elçi Mekke´­ye aşağılanmış bir halde döndüler.

O sırada Necaşl´nin İsa hakkında söyledikleri halkı arasında yayılmıştı. Halk Necaşi´yi dinden çıkmakla suç­layarak bir açıklama istiyordu. Bunun üzerine Necaşi Ca. fer*e haber gönderdi ve onlar için gerekli olduğunda yola çıkmak üzere sandallar hazırlattı. Daha sonra bir parşö­men aldı ve üstüne: «O, Allah´tan başka taun olmadığı­na. Muhammed´İn O´nun kulu ve rasulü olduğuna, Mer­yem oğlu İsa´nın da O´nun kulu, rasulü, Meryem´e indirdi­ği kelimesi ve ruhu olduğuna şehadet etti- diye yazdı. Bu parşömen parçasını cübbesinin altına gizledi ve halkın hu­zuruna çıktı. Onlara: «Ey Habeşliler. sizin kralınız olma­ya en layık olanınız ben değil miyim?» diye sordu. «Evet» dediler. «Peki benim yaşamım hakkında ne düşünüyorsu­nuz?» «O yaşamların en güzeli», cevabını verdiler. Necaşi: «Peki sizi tedirgin eden nedir?» diye sordu. «Sen bizim di­nimizi terkettin ve İsa´nın bir kul olduğunu kabul ettin.» dediler. «Peki İsa hakkında siz ne diyorsunuz?» diye sor­du, «Biz O´nun Allah´ın oğlu olduğuna inanıyoruz» dedi­ler. Bunun Üzerine Necaşi elini göğsüne, tam gizlenmiş olan parşömenin Üstüne koyarak, «bu»na inandığına şe­hadet ettiğini söyledi Halk «bu» kelimesiyle kendi söyle­diklerini kasdettiğini zannetti[2] Bu yüzden memnun ve tes­kin olarak ayrıldılar, çünkü Necaşi´nin yönetiminden mem­nundular ve sadece te´min edilmek istiyorlardı. Necaşi tek­rar Cafer´e (r.) haber gönderdi ve evlerine dönebilecekle­rini, eskisi gibi emniyet içinde yaşamaya devam edebile­ceklerini söyledi.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] I.S.IV/1,24.

[2] I.L 244.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • İzin verilen HTML etiketleri: <a> <em> <strong> <cite> <code> <ul> <ol> <li> <dl> <dt> <dd> <img> <b> <center>
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünürler.

Biçimlendirme seçenekleri hakkında daha fazla bilgi

Son yorumlar