TarihSayfası tarihsayfasi.com



Osmanlı'nın Eflak-Boğdan'ı ve Erdili: Romanya

Çok eski zamanlardan itibaren Traklar, Getler, Helenler, İskitler, Cermenler, Romalılar... gibi devletlerin uğradığı veya yerleştiği Romen toprakları, Orta Asya’dan göç eden Türklerin de geçiş ve yerleşim noktalarından biri olmuştur. Dolayısıyla Türklerin buralara gelişi Osmanlı’dan çok öncesine uzanmaktadır.

Çok milletli bir devlet

13. yüzyıla kadar devam eden bu göçler, milattan önce 375 yıllarında Batı Hunlarıyla başlamış, Avarlar, Tuna Bulgar Devleti’ni kuran ve zamanla Slavlaşan Bulgarlar (İdiller), Peçenekler, Kumanlar ve Gagavuzlarla devam etmiştir. Bu arada 19. yüzyılda bölgeye gelen Kırım Tatarlarını da unutmamak gerekir. 1263 yılında Sarı Saltuk önderliğinde Babadağ’a yerleşen Anadolu Selçukluları, adeta Osmanlı hakimiyetinin habercisi olmuşlardır.

Bölgede Türklerin yanında Müslüman ve Romen Çingeneler, Romenler, Ruslar, Ukraynalılar, Rumlar, Almanlar, Yahudiler ve diğer milletler de yaşamaktaydılar. Nitekim bugün de aynı gruplara rastlanmaktadır. Kısacası Romanya, küçüklüğüne ve güçsüzlüğüne rağmen değişik halkları bünyesinde barındıran bu görüntüsüyle, birçok unsurdan meydana gelen imparatorluklara benzer.

Farklı ırkları bir arada yaşatma tecrübesine sahip bu topraklar Osmanlı yönetimine girmekte gecikmemiştir. Osmanlılar, Eflâk, Boğdan ve Erdel beyliklerine imtiyazlı eyalet statüsü tanımış ve birçok konuda bölgenin yönetimini mahalli idarecilere bırakmışlardır. Romenler böylece dillerini, dinlerini, gelenek ve göreneklerini korumuşlardır. Osmanlı, bu konuda büyük serbestlik tanımıştı.

Türk milletinin eski çağlardan beri at oynattığı, akın yaptığı, köyler ve kasabalar kurduğu Romen toprakları, yaklaşık 4-5 yüzyıl boyunca Osmanlı’nın idaresi altında en rahat dönemini geçirmiştir.

Fetihle birlikte, Osmanlı Devleti’nin iskân siyasetinin ilk uygulaması, Anadolu’dan çeşitli Türk boylarını yeni fethedilen bölgelere yerleştirmek olmuştur. Bir taraftan bu göç politikası, diğer taraftan Osmanlı yönetiminin sağladığı, güven ve huzur ortamı içinde kendiliğinden İslâm’ı kabul eden yerli halkın sayısında artışlar görülmüştür.

Ata yadigârı eserler

Osmanlı’nın tamamen çekilmesinden sonraki tahribata ve bölgede yaşanan savaşlara rağmen, bugün hâlâ bütün Balkan ülkelerinde olduğu gibi Romanya’da da İslâm kültür mirasının eserleri görülür. O dönemde yapılan medrese, cami, tekke, kütüphane, han, hamam, imarethane ve köprülerden varlığını koruyabilen orijinal yapılar Balkanlar’daki Türk kültür mirasının abidevî birer temsilcisi konumundadırlar.

Dönemin sosyal şartları gereği toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilecek zenginlikteki bu mirasın belirlenmesi, korunması, tanıtılması ve yaşatılması çok önemlidir. Böylece Osmanlı Devleti’nin bölgeye, halkına ve İslâm’a yapmış olduğu hizmetler de ortaya konmuş olacaktır.

Romanya’daki müslüman Türk eserleri önce Avusturyalılarca, sonra Ruslarca yok edilmesine rağmen, yine de Bulgaristan’a kıyasla daha az tahribata uğramış sayılırlar. O halde hiç olmazsa elde kalanların tespit ve korunmasına dikkat etmek gerekmektedir.

Örnek vermek gerekirse 1900’lü yıllarda sadece Dobruca’da 576 görevlinin hizmet verdiği 419 kadar cami vardı. Köstence’de 122 cami bulunuyordu. Tulça sancağındaysa 29 cami ibadete açıktı. Maalesef bu camilerden çok azı ayakta kalabilmiştir. Romanya’daki camiler, Bulgaristan’da olduğu gibi devlet tarafından tahrip edilmemiş, daha çok müslümanların sayısının azalması, ekonomik durumlarının zayıflaması sonucu harap olmuşlardır. Bu durum diğer tarih ve sanat eserleri için de geçerlidir.

Romanya sınırları içerisindeki türbeler umumiyetle Tuna boylarındadır. Bu türbeler Osmanlı zamanında paşalık yapmış veya buralara Anadolu’dan gelip İslâm’ı yaymaya çalışmış olan yahut Türkiye’de olduğu gibi adı sanı bilinmeyen, fakat insanların gönülden sevip bağlandıkları şahısların türbeleridir. Belki de en bilineni Sarı Saltuk’a ait olan türbedir.

Osmanlı’nın geri çekilişi

Romanya 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda Türk hakimiyetinden çıkmıştır. Bu tarihten itibaren Müslüman Türkler yüzyıllarca hakim unsur olarak üzerinde yaşadıkları topraklarda azınlık statüsüne düşmüşlerdir. Yine de varlık ve kimliklerini korumak için çaba göstermişlerdir.

Vakıfların gelirleriyle camilerin ve okulların bakımı, restorasyonu; camilerde görevli imam, hatip, müezzin ve vaizlerin maaşlarının; okullarda görev yapan müdür, müdür yardımcısı, sekreter, hizmetli ve öğretmenlerin ücretlerinin ödenmesi; bütün bu görevlilerin atamaları, görevden alınmaları ve nakilleri konusunda üzerlerine düşeni yapmaya gayret etmişlerdir. Vakıflara ait taşınmaz malların durumu, kiralanması, kiraların toplanması, ayrıca bölgede yaşayan Türklerin resmi işlerini takip ve haklarını savunulması için teşkilatlanmaktan geri durmamışlardır.

1900’lü yıllarda müslümanlar arasında sosyal, kültürel ve dinî bazı düzensizlikler, karışıklıklar meydana gelmeye başlamıştır. Bu durum beraberinde yolsuzluğu, anlaşmazlığı ve ayrılığı getirmiş, kurumlar sarsılmıştır. Duyarlı aydınlar tarafından dile getirilen söz konusu sıkıntılardan kurtulmak için büyük kongreler düzenlenmişse de sonuç alınamamıştır.

1877-1878 Osmanlı-Rus ve Birinci Dünya Savaşları’ndan sonra Türklerin Anadolu topraklarına muhaceretini, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı üzerine yapılan göçler izlemiştir. Bazı din adamlarınca da teşvik edilen bu göçler, Romanya’daki Müslüman Türk unsurun erimesine yol açtığı gibi, geride kalan ecdat yadigârı eserlerin de zamanla yok oluşuna zemin hazırlamıştır.

Yeni dönem, yeni faaliyetler

Romanya’da bugün Türkiye’deki İslâmî cemaatlerin birçoğu faaliyet göstermekle beraber, Arap ve İranlı müslümanlar da çalışmalarını sürdürmektedirler. Fakat herkes kendince bir şeyler yapmak istediği, birlik sağlanamadığı için faaliyetler yeterince etkili olamamaktadır. Fikir ayrılıkları, metot farklılıkları ve mezhep çatışmaları çalışmalara darbe vurmaktadır.

Din görevlilerinin özellikle sosyal çevreyle ilişkileri arzu edilen düzeye ulaşmamıştır. Daha çok cami cemaatleriyle sınırlı kalmaktadır. Romen vatandaşı olan din görevlilerinin dil problemi olmamasına rağmen Romenlerle ilişkileri yok denecek orandadır. Türkiye’den gelen görevlilerin ise dil problemleri olduğu için doğal olarak Romenlerle ilişkileri zaten yoktur.

Romen vatandaşı olan din görevlilerinin maaşları yetersizdir. Daha çok dua, mevlit, nikah, cenaze gibi dinî uygulamalardan elde edilen parayla geçimlerini sağlamaya çabalamaktadırlar. Bu da dinin yanlış yorumlanmasına sebep olmakta, din görevlisinin saygınlığını zedelemektedir.

Romanya’da hutbeler hâlâ Türkçe okunmaktadır. Dolayısıyla hatipler eski Türkçe hutbe kitaplarından olduğu gibi okumaya çalışmaktadırlar. Ama okudukları hutbeyi cemaatin çoğunun, özellikle gençlerin anlaması mümkün değildir. Zira bunlar genelde Osmanlı dönemi hutbe kitaplarıdır ve çoğunlukla ağdalı bir dile sahiptirler. Hutbelerin Romence okunması bir çözüm gibi görünürken, bu defa kaybolmaya yüz tutmuş Türkçe’nin tamamen yok olması riskiyle karşı karşıya kalınacaktır. Aynı durum okullar için de geçerlidir.

Dinî eğitime öncelik vermek

Belki de Romanya’da yaşayan din görevlilerini maddi açıdan desteklemek, zaman zaman Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Merkezlerinde kursa tabi tutmak ve yenilerin yetişmesi için İmam Hatip Liseleri’ne, İlahiyat Fakülteleri’ne buralardan öğrenci almak çözüm olabilir. Özellikle hıristiyan bir toplumla iç içe yaşanan bir ülkede ve ortamda yetişmiş din görevlisine olan ihtiyaç çok üst seviyelerdedir. Geleceğe yatırım yapmak adına özellikle çocukların ve gençlerin din eğitimine ağırlık verilmesi gerekmektedir.

Bu tür ülkelerde dini, doğum, sünnet, evlilik, düğün, bayram ve cenaze merasimleri ayakta tutmaktadır. Söz konusu hususlarda hassasiyetin korunması icap etmektedir.

Romanya’daki Müslüman Türklerin, Türkiye ile ve Türkiye’deki akrabalarıyla bağlarını canlı tutmaları büyük avantajdır. Karadeniz, Caş, Genç Nesil, Hakses, Tuna Mektupları... gibi çok sayıda dergi, gazete ve radyodan seslerini duyurmaları, çeşitli dayanışma dernekleri ile vakıfların çatısı altında toplanmaları bir başka avantajdır.

İslâm’ın yayılmasında ve mevcudun korunmasında faydası tartışılmayacak bu tip neşriyat ve teşekküllerin varlığı kanaatimizce mutlaka korunmalıdır. Türkler, ilkokuldan üniversite son sınıfa kadar Türkçe eğitim görmektedirler. Bu durum sürdürülmeli, Türkçe öğrenim sevdirilmeli, özendirilmeli ve teşvik edilmelidir.

Romen kültüründen etkilenme bilhassa gençler nezdinde ve özellikle müzik ve eğlence alanında hissedilmektedir. Bundan korunmanın yolları da aranmalıdır. Şehirlerde yaşanan, içkili kadınlı gece hayatı, saf ve temiz Türk gençlerini kendisine çekmekte, sonra da yavaş yavaş bütün değerlerini yok etmektedir.

Kısacası Romanya, tarihiyle ve günümüzdeki yeriyle ihmal edilmeyecek özelliklere sahip, müslümanların ve özellikle Türklerin yaşadığı güzel bir Tuna ülkesidir.

Tuna demişken, bu nehrin bizim tarihimizde ayrı bir yeri olduğunu belirtmeden geçmeyelim ve yazımızı merhum Arif Nihat Asya’nın iki ayrı Tuna güzellemesiyle bağlayalım.

Toplar gümbür gümbür döver burçları
Burçlar düşer Tuna’ya!
İmdada koşarken başı taçlılar,
Taçlar düşer Tuna’ya!
Taçlısı, haçlısı bir olmuş gelir;
Haçlar düşer Tuna’ya!
Gazadır… Arada bizim saftan da
Koçlar düşer Tuna’ya!

* * *

Kuşlar –yine- turnadan, sülünden, sunadan…
İzler gördüm, bir babadan, bir anadan!
Lakin, ne yazık ki, şimdi karşında, Tuna
Senden utanır, sen utanırsın Tuna’dan!

Teşekkürler

Teşekkürler


Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • İzin verilen HTML etiketleri: <a> <em> <strong> <cite> <code> <ul> <ol> <li> <dl> <dt> <dd> <img> <b> <center>
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünürler.

Biçimlendirme seçenekleri hakkında daha fazla bilgi

Son yorumlar