ihya.org

3. Mehmet

3. Mehmed Han

Padişahlık Sırası 13

Saltanatı 9 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 78
Cülûsu 27 Ocak 1595
Babası Sultan III. Mûrâd Hân
Annesi Safiye Vâlide Sultân
Doğumu 26 Mayıs 1566
Vefâtı 21 Aralık 1603
Kabri İstanbul Ayasofya Camiî Bahçesindedir

Osmanlı sultanlarının on üçüncüsü, İslâm halifelerinin yetmiş sekizincisi. 1566 târihinde Manisa’da doğdu. Babası Üçüncü Murad Han, annesi Sâfiye Vâlide Sultandır. Şehzâdeliğinde; yüksek din, fen, idarî ve askerî ilimleri, kıymetli âlimlerden öğrenerek yetiştirildi. İlk hocası İbrahim Cafer Efendidir. Haydar Efendi, Pir Mehmed Azmi Efendi, Sultan Selim Medresesi Müderrisi Nasûh Nevâli Efendiden ders aldı. Târihe geçen muhteşem bir merasimle sünnet edildi. 1583’te Manisa sancağı Vâliliğine tâyin edildi. Kumandanlık ve devlet idâresi siyâsetini iyice öğrenmek için Manisa’ya gönderildiğinde yanına müderrisi Nasûh Nevâli Efendi, lalası Sipahi Bey ile Defterdar Baş ruznâmecisi Hasan Beyzâde, Nişancı Lala Mehmed Paşa, Reisülküttâb olarak da Abdurrahman Çelebi ve diğer vazifeliler verildi. 1595’in Ocak ayına kadar Manisa’da vâlilik yaptı.

Sultan 3. Mehmed'in Sadrıazam ve Şeyhülislâmları

3. Murad'ın son sadrıazamlığını, 3. sadaretinde tamamlayan Koca Sinan Paşa, görevinde bir müddet ibka olunduktan sonra 16/şubat/l 595'de infisa! etdi. Yerine 43. sadrıazam Ferhad Paşa 2. sadaretine geldi. Ancak 4 ay, 19 gün süren vazife sonunda yerini tekrar, Koca Sinan Paşanın 4. sadareti­ne terk eyledi ve bu zatda selefinden, üç gün eksik olarak mührü hümayunun sahibi olabildi. Bunun infisalindede târih­ler 19/kasım/1595'in işaretini veriyordu. Araya pek kısa sa­yılan 44. sadrıazam Lala Mehmed Paşanın dokuz günlük sa­dareti girdi ve mührü hümayun bu defa da 4 ay, 5 gün kal­mak üzere 5. defa Koca Sinan Paşa ya geri döndü. Sinan Pa­şanın beş sadaretinin toplamı, 7 sene, 4 ay, 24 gün tutmak­tadır.

45. sadrıazam olarak Dâmad İbahim Paşa ayrı zamanlarda üç defa geldiği ve toplam olarak 3 sene, 11 ay; 27 günlük, bir hizmet vererek ülkenin iki numaralı adamı olmuştu. Ca-ğaloğlu Yusuf Sinan Paşa, 46. sadrıazam olarak 1 ay, 19 gün, ve 47. sadrıazam Hadim Hasan Paşa 5 ay, 6 gün, 48. sadrıazam Cerrah Mehmed Paşa 8 ay, 27 gün, 49. olan Yeişçi Hasan Paşaysa; 2 sene, 3 ay, 7 gün makamda kalabildi 50. sadrıazam Malkoçoğlu Yavuz Ali Paşa, 3. Mehmed'in son sadnazami olmuştur.

Sultan 3. Mehmed'in Hanımları ve Çocukları

Türk tarih kurumu yayınlarından neşredilmiş bulunan Çağatay üluçay'a aid "Padişah Kadınları ve Kızları" adlı çalış­mada bu padişahın mezkûr mevzu üzerindeki yedi satırdan ibarettir. Biz bunu sahifemize aynen dercettikten sonra başka kaynaklara başvurmak suretiyle daha bir geniş malumat arzetmeye çalışacağız Handan Sultan: 3. Mehmed'in başhase kişidir. 1590'da şehzade Ahmed'i doğurduğuna göre ilk eşi olmalıdır. 1603'de eşinin ölmesi üzerine oğlu 3. Ahmed (1. Ahmed olması lâzım. m. h)'in validesultanı oldu. 3. Meh­med'in ölümünden iki sene sonra Handan Sultanda öldü (1605), Ayasofyada ki eşinin türbesine gömüldü. Handan Sultan Menemen ve Kilizman haslarını, bazı yerlere vakfetti­ği biliniyorsa da, bunların nereleri olduğu tesbit edilemiyor" Demekte.

Sultan 3. Mehmed'in Vefatı

Yorgun ve düşünceli bir halde yaptığı gezintiden dönerken, karşısına çıkan bir derviş tıpkı ceddi 2. Murad Hazretlerine olduğu gibi seslendi: "Hazır olmalısın, büyük gün geliyor." padişah bu ikazı dinledi, gülümseyip hayrı istedi, Rabbine şükretti ve ellibeş gün sonra sekiz yıl kaldığı Osmanlı tahtın­da Hicri 1012, Milâdi 1603 tarihinde vefat ettiğinde 38 yaşın­da idi, Hazreti padişah gayet iyi şiirler kaleme almıştı. Sinle­rinde "Adni" mahlasını kullanırdı. Ayasofya Camii civarında babası Cennetmekân 3. Murad Hân'ın yanında ebedi uykusunu uyumaktadır. Abid ve Zahid bir kul olan hazreti padişah devrinde idarecilerin zayıf olması arada bir kıymetli devlet adamlarının çıktığında derhal muvaffakiyyet ibresinin yük­seldiği görülür. Üç şehzadesi dünyaya gelen padişahın, Şeh­zade Selim sultan ve Şehzade Mahmud sultan biri hastalık­tan diğeri siyaset hatasından vefat etmişler, Osmanlı tahtı onbeş yaşındaki Şehzade Ahmed Sultana kalmıştı.

Cennetmekân padişah, Eğri Fatihi ve Haçova galibi olarak daima Hoca Saddeddin Efendi Hazretleriyle beraber anılagelmistir. Nasıl ki; Fatih Sultan Mehmed denince Akşemseddin akla gelirse...

Şehzade Mahmud'un Ölümü

Hazreti padişahın büyük oğlu veliaht şehzade Mahmud sultan, Celâli isyanlarını bastırmak için durumadan kendisi­ne bir ordu verilmesini taleb ediyordu. Hakikaten akıllı ve ce­sur olan bu şehzade tedbirli olamamış, ecdadında meydana gelen bu tür İsrarların taleb edenlerin hayatlarına mai oldu­ğunu hatırlayamamıştı. Eğri oturup, doğru konuşalım. Yavuz Selim Cennetmekân, babası Hazreti Bayazıd'ı Velî'yi böyle yaparak tahttan yolcu etniemişmiydi? Şehzade Mustafa sul­tan ve Şehzade Bayezid sultan, Kaanuni Sultan Süleyman Hazretlerine aynı şeyleri yapmayı düşünmemişlermiydî? Ve âkibetleri ölüm olmamışmıydı? Öyleyse Şehzade Mahmud sultana da akibet ölümdü fakat beraberinde bir Şeyh efendi ve annesi de aynı ölümün kucağına sürüklenip gitmişlerdi. Devletin gözyaşı yoktur ve olamazdı da... Fakat evlat acısı şüphesiz ki başka bir şeydi. Sultan 3. Mehmed Hazretleri bu elim karardan sonra çöktü, çözüldü, artık hasta bir hale dö­nüştü.

Sadrıazamın İstanbul'a Dönüşü

İçteki Celâli isyanları, dıştaki seferlerin kesin muvaffakiyyetler göstermemesi şeklindeki tefsirler yüzünden sipahiler isyan etmişler, padişahı ayak divanına çağırmışlardı. Kötü gidişatın sebebini Mabeynci Gazanfer Ağa, Sadaret Kayma­kamı Saatçi Hasan Paşa ve 4. Vezir tırnakçı Hasan Paşa iie Kızlarağası Osman Ağanın icraatlarından sayıp kellelerini is­temişlerdi. Padişah aktedilen bu divanda büyük dirayet gösterdiyse de Mabeynci Gazanfer Ağa ile Kızlarağasının kelleri­ni kurtaramadı. Gözleri önünde yapılan idamların verdiği teessürden hüngür hüngür ağladı.

Son Mektup

Arşidük Maksimüyen Ferdinand; Handan ve Kenan'ı idam ettirdikten sonra Osmanlıların, Macarlarla acaba anlaşmaları mümkün mü? sorusu kendi kendine sormaya başladığı sıra­da "Harb Hile'dir" Hadisi Şerifinin esrarına vakıf olduğunu tatbikatla da gösteren kurnaz ihtiyar, yeniden bir mektup kaleme almış Serdarı Ekrem Yemişçi Hasan Paşa'ya bu seferde Şöyle diyordu: Daha evvelki malumatlar matlub bir şekilde anlatıldıktan sonra Arşidükü şaşırtan, korkusunu başına sıçratan şu satırlar yer alıyordu; "Erzak ve mühimmat gönder­mişsiniz bunlar ve Macarların elimize geçmesi için yaptıkları yardım çok makbule geçti. Onlarla taarruz gününün karar­laştırıldığı, böylece Avusturyalıların iki ateş arasında kalaca­ğı..." Tabii bu mektupta sadrazama filân gidecek değildi. Onun varacağı yer yine Avusturya ordugâhı ve Ferdinand'ın eliydi, nitekimde öyle yapıldı. Bu sırada ise çamurlar havala­rın son derece soğuması ve yağışların yerini kuru soğuğa bı­rakmasıyla Yemişçi Hasan Paşanın Begrad'dan çıkıp Ziğet-var üstüne doğru hareketi başlamıştı. Osmanlılar bu haberi kasten çabucak Avusturyalılara duyurunca Ferdinand artık iki ateş değil üç ateş arasında kalacağına inanmaya başladı.

Hasan Paşa'nın İki Kölesinin Kaçışı

Tiryaki Hasan Paşa'nın iki kölesi fırsatını bularak kalenin 9'zli kapısından kaçmışlar ve düşman ordugâhına gitmişler­di- Paşanın ve kalenin bir çok sırlarına vakıf olmaları büyü bir üzüntü meydana getirmişti. Tiryaki Hasan Paşa bunun da çaresini dehşetengiz zekâsıyla buldu.

Derhal küçük bir birlik gönderip dört kişi yakalattı. Yaka­lananları yanma getirip onlara sordu: "İki tane adamımı gön­derdim kralınızla görüştü mü." diye sordu. Onlarda: "Evet birininin adı Kenan diğerinin Handanmış, yiyecek ve barutları­nın olmadığını asker sayısının ise azaldığını bu sebeble taar­ruz edilirse netice iyi olur" dediklerini söylediler. Hasan Paşa, Kara Ömer Ağa'ya bunları da öldür diye emir verdi. Kara Ömer ağa esirleri alıp gitti Onlara biraz bağırdı. Siz ne biçim adamsınız hep esir düşüyorsunuz? Ben, sizleri kurtara kurtara bir gün kendim ele geçeceğim ama benim imdadıma kim­se yetişmeyecek... Şimdi beni dikkatle dinleyin:

Kanije Savunması

Dünyanın bilinen tarihi içinde bu yana harbler tarihinde İki Cihan Serveri Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerini Gazvelerini hariç tutarsak, hiç bir savunma savaşı bu kadar kuvvet farklılığı ile yapılmış ve "Harp Hiledir" mealindeki hadisi şerifin tatbik sahasına bu kadar vukufla uygulandığı rastlanmamış ve sa­vunmacılar çok az bir kuvvetle bu kadar büyük ve kesin sa­vaş kazanmamışlardır. Ancak böyle bir muvaffakiyeti Kanije Kalesi rnüdafiileri ve onların kumandanı, zaferler tiryakisi, bir kabı Alacaatlı, diğer lakabı Tiryaki olan Hasan Paşa ki, bu q7 vasmdaki ihtiyar delikanlı dünya harp tarihine silinmez harflerle adını yazdırtmıştır. Bu şanlı destanı, mümkün merbe detaylarıyla anlatma arzunusu duyuşumuz sadece bir zafer olmasından değil Allah'a inanç, Resulûllaha bağlılık, millete sevgi, vazife aşkının yüceliğinin buram buram tütme­sinden gelmektedir.

Kanijenin Fethi

Veziriazam Damad İbrahim Paşa kıştan çıkan orduyu hü­mayun ile yola çıkmış ve ileride devlete çok büyük hizmetler verecek olan Diyarbakır Beylerbeyi Murad Paşa (Kuyucu)yı bir miktar kuvvetle Öncü olarak Bobofça kalesi üzerine gön­derdi. Veziriazamın hedefi Estergon gözüküyordu.

Yanık Kalenin Elden Gitmesi

Satıra Mehmed Paşanın, Damadı İbrahim Paşa tarafından serdar yapılması ve bu paşanın gösterdiği azami gayrete rağmen Kırım Hâni'nın muavenet göstermemesi hasebiyle rnuvaffakiyetsizlİğe uğradığını kısaca yazmıştık. Satırcı Meh­med Paşanın raporu Dergahi padişahiye varınca; hem sadra­zam hemde satırcı azledilmişlerdi. Sadrazamlığa Mısır valisi Hadım Hasan Paşa tayin edilmiş Şeyhülislâmlık ise üç namzetin içinde Hoca Saadeddin Efendi Hazretlerine nasib olmuş, meşhur şâir Baki ve Karaçelebizade naili emel olama­mışlardı. Tabiiki Hoca Efendinin padişahın hocası olması Şeyhülislâmlığa sebebken şâir Bakî'nin katledilen şehzade Mustafa'nın hocası olması bu makamı ihraz etmesine mani bir husus olarak düşünmek yanlış olmaz. Sadrazam Ali Paşa ise Hoca Saadeddin Efendiyi istememiş şair Bakî ve Karaçelebizadeye meyyal olduğunu belirttiğinden şüphesizki hâl eh­li olan Hoca Saadettinin manevi tokadını yiyip hem sadareti, bir kaç gün sonra da hayatını Yedikule zindanında kaybet­mişti.

Sulh Müzakereleri

Hicri 1006 Miladi 1597 yılında Diyarbakır Beylerbeyi Murad Paşa (Kuyucu), Kadı Ali Paşa ve Budin Kadısı Habil Efendi, Vaç ovasında buluştukları Nemçe murahhasları ile yaptıkları sulh müzakerelerinde bir ilerleme kayd edemediler. Çünkü küffar bu savaşın neticesinden yılmamıştı. Evet bü­yük bir kıyamdı, kâfir savaşı kaybetmişti fakat savaştan son­ra orduyu hümayundaki cezalandırma hareketinin farkınday­dı ve bu yara mutlaka kanayacaktı. Osmanlı artık iç gaileler­le uğraşacaktı. Dolayısıyla bu taraflara kolay kolay bir daha böyle büyük bir sefer tertipleyemezdi... Bu kanaat onları uz-laşılmaz adamlar haline getirdiğinden bu müzakerelerden bii netice çıkmadı. Beri yandan sancakları ellerinden alınan Ka­raman, Güney Anadolu ve Saruhan askeri sefer dönüşü memleketlerine giderken yol boyunca yağmalama hareket­lerine başladılar.

Padişahın Karşılanışı

Hazreti padişah Valdesultan tarafından ta Edinde'de karşılanmıştı. Eğri Fatihi olan oğlunu kucaklıyan Valde sultan onunla beraber büyük bir debdebe ve şâşâa içinde İstanbul'a duhul etmişlerdi. Şah Abbas tarafından gönderilen Safavi el­çisinin, küffar üzerine yapılan seferden dönen padişahı kıy­metli hediyelerle karşılamaya gitmesi fevkalâde güzel bir jest ayrıca Venedik ve Fransız elçileri de dindaşlarını perişan eden nrduyu ve onun şanlı kumandanı padişah hazretlerini karşılamaya koşmuşlardı...

Haçova Meydan Savaşı: İkinci Bölüm

Bu savaş Osmanlının uzun zamandır peşpeşe gelen mağlubiyetlerini örten bir şal vazifesinden Öteye gitmemiştir. Çünkü zaferin tamamlanması yâni oralara orduyu hümayu­nun kış geçene kadar bekletilmesi ve baharla birlikte yeni­den kâfir üzerine yürünüb onların toparlanmasına fırsat veril­memesi icab ediyordu diye bir çok tarihçiler hatta Peçevi İb­rahim Efendi dahi o savaşta bulunmasına rağmen aynı min­valde kanaat serd eder. Halbuki savaşın ne zorluklar ve anla­şılmaz bir esrar içinde kazanıldığı açıkça görülmektedir. Ye­rinden bir parmak dahi oynamayan padişahı "bir arabaya bi­nip ikindi vakti kaçtı" diyerek bozgunu umumileştiren bir maiyet, düşmanın hücumuna dayanamayıp sırtını savaş ala­nına döneri otuzbinden ziyade muharip, birde sadrazam değiştirme işleminin harp sahasında yapılması, ordunun beraberliğini sarsmaya müncer olacağını göz önüne alırsak haki­katen bu savaş ard arda gelen mağlubiyyetleri örten bir şal vazifesi görmüştür. Fakat bunun daha ileri safhaya götürül­mesini düşünmek yukarıya yazdığımız sebebler yüzünden mümkün değildi. Amma illede İsrar edersek o zamanda it­ham etmiş oluruz.

Haçova Meydan Savaşı: Birinci Bölüm Beşinci Kısım

Artık hava kararıyor, kâfirler ise zafer sarhoşluğu içinde çok zengin bir durum arzeden merkezde yağmaya başlamış ve çadırların arasında gayrınizami bir halde dolaşıyor ve yağmalayacak mal, para araştırıyordu. Bunları çadırlar ara­sında gören at seyisleri, ahçı yamağı, ahçilar, hamallar, oduncular, kimi kepçe ile kimi balta ile kimi maşa ile önüne gelen kâfire vuruyor ve vururkende düşman bozuldu diye avaz avaz bağınyorlardı. Ordunun firarla sebat arasında he­nüz karar verememiş olanları bu sesleri duyduğunda hamiyyet ve şecaatleri avdet etti. Bir güzel toparlandılar ve düşma­nı yok etmeye başladılar. Pusuya yatmış olan Çağalazade Si­nan Paşa da düşmanın arkasından hücuma geçince ilk ham­lede yirmibin kadar kâfiri bataklıklara sürdü ve onları teief etti. iki ateş arasında kalan düşman pek korkunç bir mağlubiyyete uğradı O akşam karanlığına kadar ellibin kâfir yok­luk deryasına daldılar.

Top