Tarih Sayfası

Tarih Sayfası

Tarih Sayfası

Hürrem Sultan'ın Hayatı

Hürrem Sultan ya da Hürrem Haseki Sultan (d. 1506 - ö. 1558)

Doğum adı: Aleksandra Lisowska,

Osmanlıca adı: خرم سلطان,

Avrupa'da tanındığı ad: Roxelana.

Osmanlı padişahı I. Süleyman'ın (Kanuni Sultan Süleyman) eşi ve sonraki padişah II. Selim'in annesidir. Bir Osmanlı padişahıyla nikâhla evlenmiş ilk kadın olma ayrıcalığını taşır.

Lehistan Krallığı'nın sınırları içerisinde bulunan Rohatyn'da[3] doğdu. 14 yaşındayken Tatar akıncılar tarafından 1520 tarihinde Rohatyn'den kaçırılmış[1], Kırım Hanı'nın himayesine girmiş ve daha sonra Osmanlı sarayına sunulmuştur.

Mahidevran Sultan Kimdir?

Mahidevran Sultan ya da Mahidevran Gülbahar Sultan (ö. 1580) Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın eşlerinden biridir.

Mahidevran Sultan'ın Arnavut kökenli olduğu tahmin edilmektedir. Mahidevran Sultan'ın Kanuni'yle tahta çıkmadan önce Manisa valisi olarak görev yapmaktayken evlendiği bilinmektedir.

Mahidevran Sultan 1515 yılında Kanuni'nin ilk erkek oğlu olan Şehzade Mustafa'yı dünyaya getirdi. 1520 yılında eşinin padişah olması üzerine çocuklarıyla birlikte İstanbul'a geldi. Bu sırada Hürrem Sultan saray haremine girmişti ve kısa zamanda Kanuni'nin en sevdiği eşi haline gelmişti. 1524 yılında Hürrem Sultan da bir erkek çocuk dünyaya getirdi.

Mihrimah Sultan'ın Hayatı

Mihrimah Sultan Hürrem Sultan'ın ikinci çocuğu olup İstanbul'da 1522'de doğdu ve 25 Ocak 1578'de Istanbul'da vefat etti. Babasının türbesine defnolunmuştur. Mihrimah Sultan çok hayırhah bir hanımdır. Edirnekapı'daki Sinan yapısı Camii bu hanımsultan yaptırmış ve adıyla anılmaktadır. İzdivacı 1539'da Rüstem Paşa ile olmuş­tur. Rüstem Paşa daha sonra sadrıazam yapılmıştır.

Kanuni'nin kızlarına gelince uluçay, Mihrimah hanımsultan'ın ve Raziye hanımsultan'ın kızından başka kız yazma­maktadır. Mihrimah Sultan Kaanuni'nin tek kızı olduğu husu­su, Yahya Efendiye ait türbede medfun ve kabir taşında "Ta­sasız Raziye Sultan Kaanuni Sultan Süleyman kerimesi ve Yahya Efendinin mânevi kızı" olduğu yazılı olması böylece bir tashihe uğramış oluyor.

Kanuni Sultan Süleyman Döneminde "İbrahim Paşa"



Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın ikinci sadrâzamı. 1493 yılında Epir’de Parga yakınlarında bir köyde doğdu. Altı yaşlarında iken Bosna beylerbeyi İskender Paşa’nın bir akını sırasında ele geçirildi. İstidat ve kabiliyeti görülerek Kefe sancakbeyi olan şehzâde Süleymân’a hediye edildi. Onunla beraber büyüdü. İslâm terbiyesi ile yetiştirildi. Şehzâde Süleymân’ın îtimât ve dostluğunu kazandı. Onun 1520’de babasının yerine tahta geçmesi üzerine, İstanbul’a geldi.

Sarayda mühim vazîfeler gördü ve gittikçe nüfuz kazandı. 1521’de kapıağası (Bâbüsseâde ağası) oldu. Belgrad seferine katıldı. Bu esnada İstanbul’da onun için bir konak yapıldı. Sadrâzam Pîrî Mehmed Paşa, konağın inşâsı ile sefer esnasında bile alâkadar oldu. 1522’de yapılan Rodos seferine hasodabaşısı ve iç şahinciler ağası sıfatıyla katılan İbrâhim Ağa’nın, birçok işlerde nüfuz ve te’siri gün geçtikçe daha bariz şekilde görünmeye başladı. Pâdişâh; bilgisi, görgüsü ve kültürü ile vezir olacak şekilde yetiştirilmiş olan İbrâhim Ağa’yı sadrâzam yapmak istiyor, onun üstün vasıflarından bir an önce ve daha te’sirli şekilde istifâde etmeyi arzu ediyordu.

Şehzade Mustafa'nın Öldürülmesi

Şehzade Mustafa Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan olmayan iki oğlundan biridir. Şehzade Mehmet kendi eceli ile öldükten sonra Hürrem Sultan için kendi oğlu Şehzade Bayezid’e tek rakip olarak Şehzade Mustafa kalmıştır.

Şehzade Mustafa çok iyi eğitilmiş bir şehzade, çok cesur ve başarılı bir askerdi de aynı zamanda. Halk ve asker nezlinde de çok sevilirdi.

Hürrem Sultan ve damadı Damat Rüstem Şehzade Bayezid’i tahta çıkarmak için saray da ve devlet erkanı içinde entrikalar yaratarak Şehzade Mustafa’nın Kanuni’yi devirerek tahta geçeceğini iddaa ederler. Hürrem tarafından da zehirlenen Kanuni, kimi tarihçilere göre entrika olduğundan haberdar olmasına rağmen devletin bekâsı için, kimi tarihçilere görede haberdar olmadan kendi iktidarı için Şehzade Mustafa’nın öldürülmesini emretmiştir.

Damat Rüstem Paşa'nın Hayatı

Rüstem Paşa, 1500 yılında Hırvat 'ta doğmuştur. Osmanlı topraklarına getirildikten sonra devşirilmiş, 1539'da Diyarbakır Valisi ve 3. Vezir iken Şehzade Cihangir ve Şehzade Bayezid'in sünnet düğününde Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan ile evlenmiştir. Bu nedenle 'Damat' sıfatıyla anılır.

Damat Rüstem Paşa (1500-1561) Kanuni Sultan Süleyman saltanatı döneminde 28 Kasım 1544 - 6 Ekim 1553 ve 29 Eylül 1555 - 10 Temmuz 1561 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.

Rüstem Paşa Mohaç Meydan Muharebesinde padişahın silahtarıdır. Enderunda yetişmiş zekası ile dikkatleri çekmiştir. Taşrada ki ilk görevi rikap ağalığıdır. Daha sonra Diyarbakır Beylerbeyliğine getirilmiştir.

Ancak onun yükselişini hızlandıran asıl olay Kanuni Sultan Süleyman Hürrem sultan'dan olan tek kızı Mihrimah Sultan ile evlenmesi olmuştur.(1539)

Hafsa Sultan Kimdir?

Ayşe Hafsa (Âyişe Hâfize Sultan, عایشه حفصه سلطان) Valide Sultan, 1479 - 19 Mart 1534[1]), Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim'in eşi, Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi ve Valide Sultan.

Ayşe Hafsa Sultan Kanuni Sultan Süleyman 1520 yılında tahta çıkınca Valide Sultan oldu. Bu sıfat ile anılmış ilk padişah annesidir. 14 yıl Valide Sultan kaldı. Her ne kadar Valide Sultanlık döneminin sonları Kanuni'nin çok etki sahibi eşi Hürrem Sultan'ın zamanına denk gelmişse de Kanuni'nin annesine sık sık danıştığı ve fikirlerine büyük önem verdiği bilinmektedir[2]. Yavuz Sultan Selim, ünlü,

Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan,
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek,

mısralarını Hafsa Sultan için yazmıştır.

Manisa'da 1522 yılında tamamlanan bimaristanı ile ünlü külliyesinin yanı sıra, gelirlerini bu külliyeye vakfettiği Urla'da bir mescid yaptırdı. Marmaris'teki Osmanlı kervansarayı da, kitabesi 1545 tarihini taşımakla birlikte, Hafsa Sultan'ın ismi ile anılmaktadır [3].

19 Mart 1534 tarihinde oğlunun saltanatı sırasında öldü. İstanbul'daki Yavuz Sultan Selim Camii'ndeki türbeye gömüldü.

Tarih Bilincimiz Neden Zayıf?

Tarih yapmak kadar, tarih yazmak da önemli bir iştir. Tarihe nasıl baktığımız, geçmiş ve gelecek tasavvurumuzun önemli bir parçasıdır. İslâm dünyası uzun bir süredir Avrupa-merkezci bir bakış açısıyla tarihe bakıyor. Bu yüzden tarihimizi genç nesillere zengin bir birikim değil, ancak nostalji olarak anlatıyoruz. Dünya tarihinin başlıca aktörü olan İslâm ve Müslümanlar, adeta tarihin kıyısında yaşıyor. Kendilerini merkezde görme cesaretine sahip değiller. Yeni nesillere güçlü bir tarih bilinci aşılamak, önce tarihi doğru okuyup anlamakla mümkün.

Tarih konusunda iki temel yanlışa sıkça rastlıyoruz. Birincisi tarihe salt bir nostalji olarak bakmak. Geçmişte her şeyin iyi, güzel, doğru, mükemmel olduğu inancı, kendi tarihimizi eleştirel bir gözle ele almamıza engel oluyor. Tarihe güven adı altında aslında kendi tarihimizi işlevsiz hale getiriyoruz. Nostaljiye dönüştürülmüş bir tarihten bugüne ilişkin dersler çıkarmak mümkün değil.

Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın tahttan indirilmesi ve sonrası



Sultan II. Abdülhamid Han, tarihimizin en talihsiz idarecilerindendir. O'nun talihsizliği daha tahta çıkar çıkmaz başlamıştır. "Kaht-ı Rical" tabirinin tam olarak kullanılabileceği bir devrede tahta oturmuştur. Otuz üç yıllık saltanatı müddetince, koca bir devleti bütünüyle parçalanmaktan kurtarmasına, vatan parçasının Ermeniler ve diğer Avrupalı devletlerce parça parça edilmesini önlemesine, perişan bir vaziyetteki ekonomiyi rayına oturtmasına, çok şümullü kültür ve eğitim seferberliğini başlatmasına rağmen "gelenin keyfi için geçmişe sövmeyi" âdet edinenlerin kaza oklarından kurtulamamıştır.

Sultan II. Abdülhamid Han devletine olan bütün büyük hizmetlerine rağmen tahttan indirilmiş ve elem verici muameleler bu değerli padişaha reva görülmüştür...

2. Abdülhamid Han hakkında Alman devlet adamının görüşü!

Alman Milli Birliğinin kurulmasını gerçekleştiren meşhur Alman devlet adamı, Prens Bismarck 2. Abdülhamid Han için; "Dünyada 100 gram akıl varsa, bunun 90 gramı Abdülhamid Han’da, 5 gramı bende, kalan 5 gramı da diğer dünya siyasilerindedir." demiştir.

II. Abdülhamid, Türk’ün özünün ve temel varlığının, hakkı gasp edilmiş, mağdur kurtarıcısıdır. Abdülhamid, Tanzimat sonrasındaki Batı’ya kontrolsüz, körü körüne yönelişin karşısında inatla duran, kök ve cevherin müdafaasını son bir gayretle yapan muazzam bir şahsiyettir. Abdülhamid’i anlamak sayesinde yüzlerdeki maskeler düşecek ve onu bir anahtar gibi kullanarak bizi bu karanlık ve şahsiyetsiz ortama getirenlerin içyüzleri ortaya dökülecektir.

Abdülhamid hakkında söylenen her olumsuz iddiayı tersine çevirdiğimizde doğruyu bulacağızdır. Yani bir tür turnusol kağıdıdır Abdülhamid. Bu yorumların yalanını ayıklayıp onun üzerine bina ettiği yapıyı yeniden ayakları üzerine oturttuğumuzda hakikat ayan beyan ortaya çıkacaktır.

“Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır” diye devam
eder Necip Fazıl Kısakürek.

İbn-i Sina Ve Tıp Tarihindeki Yeri

5000 yıllık tıp tarihi içinde Hipokrat (460-375), Galen (129-200) ve İbn Sina (980-1037), erleri ve tıbbi anlayışlarıyla günümüz modern tıbbının oluşmasında başlıca rolü oynamışlardır.

Yüzyıllardır, tıp dünyasında bir sacayağı oluşturan bu üç hekimden İbn Sina, Batı dünyasında diğerlerine nazaran daha bilgili ve etkili olduğu düşüncesiyle, Ortaçağ’dan buyana Tıbbın Prensi” olarak vasıflandırılmış, ressamların tablolarında başında bir taç, sağında ve solunda Hipokrat ve Galen’le birlikte resmedilmiştir. Bu düşünce, asında tarihi bir gerçeği yansıtmakla beraber, İbn Sina’yı eşsiz yapan şeyin temelinde geçmiş büyük hekimlerin eserlerinin ve fikirlerinin olduğunu unutmamak gerekir.

Bilindiği gibi, M.Ö. V. yüzyılda Batı Anadolu’da yaşamış olan Hipokrat, tıbbı sihirden, mitolojiden kurtarmış, müşahede ve tecrübeye dayanan günümüz tıbbının temellerini atmıştır. O’nun ve öğrencilerinin eserleriyle Akdeniz çevresinde yerleşmiş olan tıbbi anlayışla yerişmiş olan Bergamalı Galen, bilhassa anatomi ve fizyoloji gibi temel bilimler alanındaki çalışmaları ve yazdığı beş yüze yakın eseriyle bütün Ortaçağ boyunca yetişmiş hekimlerin hocası durumunda olmuştur.

Tarihte İlk Tapu Kanunu

Tapu ve kadastro işlemlerinin, bir milletin devlet idaresi, gelir ve giderlerinin kontrolü, kısaca hukuk ve iktisat sistemi açısından ne kadar büyük bir ehemmiyeti haiz olduğunu belirtmekte fayda vardır kanaatindeyiz. Ayrıca 60 senedir, güzel yurdumun tapu-kadastro işlemlerini bitiremediğimizi ve bu yüzden çok kimselerin haklarının zayi olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğiz. Her güzel şeyde olduğu gibi, bu mevzuda da, Müslümanların ve bilhassa da müslüman Türklerin rehberlik etmiş olduklarını ve dünyada ilk tapu kanunun büyük Fatih Sultan Mehmet tarafından hazırlandığını, dünya ilim âlemine iftiharla açıklıyoruz. Meseleyi biraz daha açarsak, bizi şaşırtacak hakikatlerle karşı karşıya geleceğiz. Şöyle ki;

İslam devletini bir dünya devleti haline getiren Hz. Ömer, Müslümanların fetih ettikleri memleketin gelir ve giderini, nüfusunu ve diğer coğrafi durumunu bilmenin, devletin zaruri görevi olduğunu anlamış, ilk gelir-gider defterleri ve tapu kayıtları demek olan Divan usulü nü geliştirmiştir. Hatta Osman bin Hanif’i Irak arazisinin tapu kadastrosunu yapmak için görevlendirdiğinde şu talimatı vermiştir “Şen ve mamur olan yerlerin alanlarını ölçünüz; bilfiil ziraat edilen veya edilebilecek olan araziyi tespit ediniz. Verimsiz ve çorak yerleri; çift sürülmesi kabil olmayan öyükleri, tepeleri; ormanları, bataklıklar ve sazlıkları ve benzeri araziyi vergide esas alınacak arazi arasına katmayınız.” (1)

Matrakçı Nasuh Kimdir?



1480 yılında Saraybosna'da doğdu ve II.Bayezıd döneminde Enderun'da yetişti.Matrak oyunundaki ustalığından dolayı çevresindeki insanlar ona matrakçı lakabını taktı.

Ayrıca matrak oyununun yanı sıra silah kullanmada da çok başarılı olan Nasuh'a Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1530'da silah üstadı sanı verildi.Çeşitli silahların kullanımıyla ilgili "Gazilere Armağan" adlı kitabı yazdı.

Nasuh'un ilk yapıtı 1517'de Yavuz Sultan Selim'e sunduğu "Aritmetiğin İlkesi" adlı aritmetik kitabı uzun süre medreselerde ders kitabı olarak okutuldu.Geometri ve matematik üzerine "Cemalül'l - Küttab" ve "Kemalü'l - Hisab" ile "Umdetü'l Hisab" adlı kitapları yazdı.

Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın düşmanları kimlerdi?



Avrupalılar ve Ermeniler azgın emellerine set çektiği ve şehitlerin kanı bedeline alınan toprakların bir karışının dahi teslim edilmeyeceğini kesin şekilde ortaya koyduğu için Abdülhamid Han'a müthiş kin besliyorlardı. Adını "Le Sultan Rouge" koymuşlardı. Yani "Kızıl Sultan". Malesef Osmanlı düşmanlarınca kullanılan bu sıfat yerli tarihçilerce de büyük bir gaflet eseri gösterilerek kullanılmıştır. Hatta yakın zamana kadar mekteplerde okutulan tarih kitaplarında bu sıfat kullanılarak Sultan II.Abdülhamid yeni nesillerin gözünde küçültülmek istenmiştir...

Yahudilerin Abdülhamid Han'a düşmanlığı

19.Yüzyılın başından itibaren Filistin'de bir devlet kurmak için teşkilatlanarak kesif bir faaliyete girişen yahudiler, Filistin'de kendilerine toprak verilmesi için Abdülhamid Han'a müracaat etmişlerdir.

Osmanlı’da matbaa gecikti mi?

Osmanlı’nın, ilmî ve teknolojik gelişiminin durmasında; bu sahadaki gelişmeleri takipte Batıdan geri kalmasının müessir olduğu kısmen doğru olmakla birlikte, büsbütün de gerçeği yansıtmamaktadır. Zirâ, Osmanlı’nın son devirlerinde bile, gücü yettiği nispette Batıdaki ilmî ve teknolojik icat ve keşifleri izlediği bir tarafa; hatta öncülük dâhi ettiğini gösteren hâdiselere şâhit olmaktayız. Bu mevzûda henüz sağlıklı bir yaklaşım sergilediğimiz söylenemez. Bunun en tipik misâllerinden biri de, “Osmanlı’ya matbaanın girişi” meselesidir. Batı karşısında topyekün geri kalışımızın en esaslı gerekçesi olarak hep “matbaanın Osmanlı’ya geç geldiği” tezi öne sürülmüştür.

Top