Ashabın Söz Birliğine Önem Vermeleri

Ashabın Söz Birliğine Önem Vermeleri

Sahabiler Söz Birliğine, Hükümlerin Birleşmesine Nasıl İhtimam Gösterirlerdi, Allah Ve Peygamberine Davet Ve Cihad Konusunda Aralarında İhtilaf Ve Anlaşmazlığa Düşmekten Nasıl Sakınırlardı?..[1]

[1] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/57.

ASHABIN İHTİLAFIN FENALIĞI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Hz. Ebubekir’in Bu Konudaki Sözü

- Hz. Ebubekir Benî Saide sakifesindeki hutbesinde, “Müslümanlar için, iki halife seçmek caiz değildir. Çünkü iki halife oldukça, emirleri ve hükümleri ihtilaflı olur. Cemaatleri parçalanır. Aralarında mücadele başlar. İşte o zaman sünnet terkedilir, bidât ortaya çıkar. Fitne büyür. Hiç kimse için bunda bir yarar yoktur!” dedi.[1]


[1] Beyhaki, VIII/145
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/59.

Hz. Ömer’in İhtilaf Hakkındaki Sözü:

- Hz. Peygamber vefat edince ensardan bir kişi,
“Bir emir bizden, bir emir de sizden olsun” dedi. Hz. Ömer cevap olarak,
“İki kılıç bir kında olmuş oluyor ki hiç bir zaman anlaşamazlar” dedi.[1]


[1] Beyhaki, VIII/145
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/59.

İbn Mes’ud’un İhtilaftan Kaçınmakla ilgili Hutbesi

- Ey insanlar! İtaat ediniz, birlik olunuz. Çünkü birlik Allah’ın emrettiği ipidir. Cemaat içerisinde sizin hoşunuza gitmeyen, tek başınıza iken hoşunuza gidenden daha hayırlıdır. Çünkü Allah Teâlâ neyi yaratmışsa, onun için bir sonuç yaratmıştır, o da o sonuca varır. İslâm’da da bir cansızlık baş göstermiş ve kuvvetinin sona ermesi yaklaşmıştır. Bundan sonra artar ve eksilir, kıyamete kadar. Bunun alameti de fakirliktir. Öyle bir zaman gelir ki, fakir kendisine yardım edecek hiç kimse bulamaz. Hatta zengin malının kendisine kâfi gelmeyeceği telaşına kapılır. Hatta kişi kardeşine, amcasının oğluna gider, ister, buna rağmen kimse kendisine bir şey vermez. Hatta dilenci iki cuma arasında yürür, dilenir, fakat kimse ona bir şey vermez. Bu durum olduğu zaman yerden şiddetli bir ses gelir. Her taraftaki insanlar, o sesin yalnız kendi bölgelerinden geldiğini sanarlar. Sonra, yer Allah’ın dilediği kadar sükûnete kavuşur. Sonra yer içindekileri dışarı atar, ciğerpârelerini kusar. Ona,
“Ey Eba Abdurrahman! Yerin ciğerpâreleri nedir?” diye sordular. İbn Mes’ud,
“Altın ve gümüşten damarlarıdır. İşte o günden kıyamete kadar hiç kimse, artık ne altından, ne de gümüşten faydalanamaz” dedi.[1]
- Sılayı rahimler kesilir, hatta zengin fakirlikten başka bir şeyden korkmaz. Fakir de kendisine lütufta bulunan hiç bir kimseyi bulamaz. Hatta kişi amcasının oğlu zengin olduğu halde fakru zaruretten şikâyet eder de ona hiç bir yararı dokunmaz.[2]


[1] Heysemi, VII/328, Taberani’nin çeşitli senetlerle rivayet ettiği bu hadisin senetlerinden ancak birinin ravileri güvenilir kimselerdir.
[2] Ebu Nuaym, Hilye, IX/249
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/59-60.

Ebuzer el-Gıfarî’nin Tefrika Hakkındaki Sözü

- Ebuzer’e bir hediye götürüyorduk. Rebeze’ye[1] vardığımızda onu bulamadık. Bize,
“Hacca gitmek için izin aldı” dediler. Biz de Mekke yolunu tuttuk ve onu Mina’da bulduk. Biz onun yanındayken ona,
“Osman öğle ve ikindi namazını dört rekât olarak kıldırdı” dediler. Ebuzer bu habere çok üzüldü ve Osman hakkında ağır bir söz söyledi. Ondan sonra,
“Ben burada Hz. Peygamber’in arkasında namaz kıldım. O iki rekât olarak kıldırdı. Ebubekir ve Ömer’in arkasında da kıldım, onlar da iki rekât olarak kıldırdılar” dedi. Sonra namaz kılmaya kalktı. Fakat dört rekât olarak kıldı. Ona,
“Mü’minlerin emirini dört rekât kıldırdığı için eleştirdiğin halde, sen neden dört rekât olarak kıldın?” dediler. O, cevap olarak,
“İhtilaf bundan daha şiddetlidir. Çünkü Allah’ın Resûlü bize hutbe okuyarak, “Benden sonra bir halife gelecektir. Onu zelil etmeyiniz. Kim ki onu zelil ederse o İslâm’ın hükmünü boynundan çıkarmıştır. Onun tevbesi ancak İslâm’da açmış olduğu yarayı tedavi etmekle olur. Bunu da ancak hatasından dönüp başlarında bulunan kimseye değer verenler arasında yer almakla yapabilir” buyurdu. Bize ancak şu üç hususta onlara itaat etmememizi emretti: İyiliği emretmemek, kötülüğü nehyetmemek ve din hükümlerini öğretmemekte” dedi.[2]


[1] Rebeze, Medine yakınlarında bir köydür. Hz. Osman Ebuzer’i zararlı gördüğü bazı görüşmelerden dolayı oraya sürgün etmişti. Bunun içindir ki, hacca ancak izin alarak gidebilmiştir. Ebuzer bu köyde vefat etmiştir ve defnedilmiştir.
[2] Heysemi, V/216. Bu hadisin senedindeki ravinin birinin adı açıklanmamıştır.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/60.

İbn Mes’ud’un İhtilafın Kötülüğü Hakkındaki Sözü

- Hz. Peygamber, Ebubekir, Ömer ve Osman (da hilafetinin başlarında) hacca geldiklerinde Mekke’de, Mina’da dört rekâtlı namazlarını iki rekât kılarlardı. Sonra Hz. Osman hilafeti döneminde dörder rekât olarak kıldı. Bu, İbn Mesud’un kulağına geldi. O,
“Biz Allah içiniz ve Allah’a döneceğiz” ayetini okudu. Sonra kalkıp dört rekât olarak kıldı. Ona,
“Sen daha önce büyük bir musibetle karşılaşmış gibi istirca ettin, sonra da namazını dört rekât olarak kıldın. Bu nasıl olur?” dediler. Cevap olarak,
“İhtilaf şerdir” dedi.[1]


[1] Kenzü’l-Ummal, IV/241
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/60-61.

Hz. Ali’nin, “Ben İhtilafı Sevimem” Demesiyle, Sünnet, Bid’at, Cemâat ve Cemaatten Ayrılma Tabirlerinin Anlamı Hakkındaki Görüşleri

- Hz. Ali, “Siz nasıl hükmediyorduysanız öyle hükmedin. Çünkü ben ihtilaftan hoşlanmam. Ta ki halkın bir cemaati olsun veya arkadaşlarımın öldüğü gibi ben de ölüp gideyim” dedi.[1]
- Abdullah b. Kevva, Hz. Ali’den sünnetin bid’atın, cemaatin, firkatın manalarını sordu. Hz. Ali,
“Ey İbn Kevva! Sen soruyu ezberlemişsin, cevabını da anla: Sünnet, Allah’a yemin ederim, Muhammed’in sünnetidir. Bid’at, onun sünnetine aykırı olan şeylerdir. Cemaat, Allah’a yemin ederim, ehli hakkın bir araya gelmesidir; velev ki onlar az olsun. Firkat, ayrılık ehli batılın bir araya gelmesidir. Velev ki çok olsunlar.[2]


[1] Müntehab, V/50 (Buhari; Ebu Ubeyd, el-Emval’de; İsbehani, el-Hücce’de İbn Sirin’in çoğunun uydurma olduğunu söylediği bu sözler, Rafizilerin Ali’den, kendisini diğer halifelerden üstün gördüğüne dair rivayet ettiği sözlerdir.
[2] Kenzü’l-Ummal, I/96 (Askeri’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/61.

HZ. PEYGAMBER’İN VEFATINDAN SONRA ASHABIN HALİFELİK HAKKINDA TAVIRLARI VE ASHABIN HZ. EBUBEKİR’İN HALİFELİĞİ ÜZERİNDE BİRLEŞMELERİ

Hz. Peygamber’in Vefatı ve Hz. Ebubekir’in Hutbesi

- Hz. Ebubekir devesinin sırtında Sunuh’dan geldi, mescidin kapısında indi. Üzüntülü olarak Resûlullah’ın hanesine yöneldi. Kızı Aişe’nin evine girmek için izin istedi. İçeri girdiğinde Hz. Peygamber vefat etmişti ve yatağının üzerindeydi. Kadınlar onun etrafında bulunuyorlardı. Yüzünü kapatmışlardı. Hz. Ebubekir, Hz. Peygamber’in yüzünü açtı, dizüstü çöktükten sonra peygamberin yüzünü öptü ve ağladı. Ve
“İbn Hattab’ın söylediği bir şey değildir. Hayatımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Hz. Peygamber vefat etmiştir. Ey Allah’ın Resûlü! Allah’ın rahmeti senin üzerine olsun. Sen diriyken de, ölüyken de ne güzelsin!” dedikten sonra Hz. Peygamber’in yüzünü örttü ve süratle mescide geldi. Halkın omuzlarından atlayarak minberin yanına geldi. Onun geldiğini görünce, Hz. Ömer oturdu ve yüzünü ona çevirdi. Hz. Ebubekir minberin tam önünde durdu ve halka,
“Oturunuz ve dinleyiniz” dedi. Böylece bildiği şekilde hamd u senalar etti, şahadet getirdi ve
“Hz. Peygamber sizin aranızda ve henüz sağ iken Allah Teâlâ ona ölümünü haber vermişti. Bu ölümdür. Allah’tan başka hiç kimse kalmaz. Allah Teâlâ: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçti” (Al-i İmran: 3/144) buyurmuştur” dedi. Hz. Ömer,
“Kur’an’da bu ayet var mıdır? Allah’a yemin ederim ben bu ayetin bugünden önce indiğini bilmiyordum” dedi. Ebubekir,
“Allah peygamberine, “Kesinlikle sen de öleceksin, onlar da ölecek” (Zumer: 39/30) dedi. Yine, “Onun zatı hariç her şey fanidir. Hüküm ancak onundur, dönüş ancak O’nadır” buyurdu. Yine; “Yeryüzünde olan herkes fanidir. Onun celal ve ikram sahibi yüzü (Zatı) baki kalır” (Rahman: 55/26) buyurdu. Ve yine; “Her nefis ölümü tadıcıdır, Siz ancak kıyamet gününde ecirlerinizi tam alırsınız” (Al-i İmran: 3/185) buyuruyor” dedi ve devamla;
“Allah Muhammed’e ömür verdi. Allah dinini ikame edinceye kadar onu bıraktı. O, Allah’ın emrini ortaya çıkardı. Allah’tan gelen risaleti (Peygamberliği) tebliğ etti. Allah yolunda cihad etti. Sonra bunun üzerinde Allah onun canını aldı ve aynı yol üzerinde sizi bıraktı. Ancak uyarı ve şifadan (Kur’an’dan) sonra helâk olan helâk olur. Kim ki Allah’ı rab tanıyor ve O’na ibadet ediyorsa, Allah diridir, ölmemiştir. Kim ki Muhammed’e tapıyor ve onu ilah tanıyorsa, onun ilahı ölmüştür. Ey insanlar! Allah’tan korkunuz, dininize sımsıkı sarılınız. Rabbinize tevekkül ediniz. Çünkü Allah’ın dini ortadadır. Allah’ın kelimesi tamdır, eksiksizdir. Allah kendisine (Dinine) yardım edene yardım eder ve dinini aziz kılar. Allah’ın kitabı aramızdadır. O, nurdur, şifadır. Allah onunla Muhammed’i hidayet etmiştir. Orada Allah’ın helâli ve haramı vardır. Allah’a yemin ederim ki Allah’ın mahluklarından bizim aleyhimizde birleşenlerin hiç birinden perva etmem. Allah’ın kılıçları kınlardan çekilmiştir. Biz daha o kılıçları bırakmamışız. Kesinlikle biz, bize muhalefet edenlerle cihad edeceğiz. Tıpkı Resûlullah ile beraber cihad ettiğimiz gibi. Hiç kimse kendi nefsinden başkasına saldırmış sayılmaz” dedi. Sonra Hz. Ebubekir beraberinde muhacirler olduğu halde Hz. Peygamber’in hanesine yöneldi.[1]


[1] Bidaye, V/243 (Beyhaki’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/62-63.

Hz. Ömer’in Hutbesi ve Hz. Ebubekir’e Yapılan Genel Biat

- Ömer’in, minber üzerinde oturduğu zaman, son hutbesini dinledim. Bu, Hz. Peygamber’in vefat ettiği günün ertesi idi. Ebubekir susmuştu, konuşmuyordu. Ömer,
“Umuyordum ki, Hz. Peygamber bizi sahipsiz bırakmayacak. Hepinizden sonraya kalacaktır. Fakat umduğum gibi olmadı. Eğer Muhammed ölmüş ise, bir ışık ve hidayet kaynağı olan Allah’ın kitabı aranızdadır. Allah Muhammed’i onunla hidayet etmiştir. Kesinlikle Ebubekir, Muhammed’in arkadaşıdır ve mağaradaki iki kişinin birisidir. Müslümanların en liyakatlısıdır. Kalkın ve ona biat edin” dedi.
Müslümanlar’dan bir gurup zaten daha önce Benî Saide Sakifesi’nde Hz. Ebubekir’e biat etmişti. Bu da minber üzerinde genel bir biat oldu.[1]
- Hz. Ömer, Hz. Ebubekir’e, “Minbere çık” diyor ve bunu durmadan tekrarlıyordu. Ta ki Ebubekir minbere çıktı ve halk ona biat etti.[2]


[1] Buhari (Enes’den)
[2] Zuhri, Enes’den rivayet ediyor.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/63.

Benî Saide Sakifesi’nde Ebubekir’e Yapılan Biat

- Hz. Ebubekir, Sakife’de biat edildikten sonra, o, ertesi gün minber üzerinde oturdu. Ömer ayağa kalkarak Ebubekir’den önce konuştu. Allah’a, lâyık olduğu şekilde hamdettikten sonra,
“Ey insanlar! Ben size dün bir söz söyledim. O söz doğru değilmiş. Onu ne Allah’ın kitabında gördüm, ne de peygamber bana öyle bir şey söyledi. Fakat ben zannediyordum ki, Hz. Peygamber bizi sahipsiz bırakmayacaktır. Hepimizden sonra vefat edecektir. Hz. Peygamber vefat ettiyse de Allah Teâlâ’nın kitabı sizin aranızdadır. O kitap ki, Muhammed’i hidayet etti. Kitaba sarılırsanız Allah sizi hidayet eder, peygamberini hidayet ettiği gibi. Allah sizin işinizi en hayırlınız üzerinde birleştirmiştir. Resûlullah’ın arkadaşı, mağarada oldukları zaman iki kişinin birisi, kalkınız ve ona biat ediniz” dedi. Böylece halk Ebubekir’e Sakife biatından sonra genel bir biat yaptı. Sonra Ebubekir, Allah’a layık olduğu şekilde hamd ve sena ettikten sonra,
“Ey insanlar, ben size emir seçildim. Fakat sizin en hayırlınız değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardım ediniz. Kötülük yaparsam beni düzeltiniz. Doğruluk emanettir, yalansa hiyanettir. Sizin en zayıfınız, hakkını alıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. Sizin en kuvvetliniz ise, benim yanımda zayıftır. Ta ki başkasının hakkını ondan alıncaya kadar. Herhangi bir kavim Allah yolundaki cihadı terkederse Allah Teâlâ onları zelil kılar. Bir toplumda fuhuş ve fenalık yayılırsa Allah umumi bir belâ gönderir. Ben Allah ve Rasûlü’ne itaat ettikçe siz de bana itaat ediniz. Allah ve Rasûlü’ne isyan ettiğim zaman, bana itaat etmeniz gerekmez. Namaza kalkınız, Allah size rahmet eylesin” dedi.[1]


[1] Bidaye, V/248 (İbn İshak, Enes’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/63-64.

Hz. Ebubekir’in Hilafeti Hakkında Biz Adamın Sözü ve Hz. Ömer’in Bu Husustaki Hutbesi:

- Hz. Ömer’in yaptığı son hac sırasında Mina’da idik. Ben Abdurrahman b. Avf ile okuduğum için, onun çadırındaydım. Bir ara gelip şu haberi verdi: Adamın biri Hz. Ömer’e,
‘Adamın biri, “Eğer Ömer ölürse, falan adama biat edeceğim. Çünkü Ebubekir’e yapılan biat, bir oldu bittiye geldi” diyor” dedi. Hz. Ömer,
“Ben bu akşam -eğer Allah dilerse- Müslümanların işini gasbetmek isteyen grup hakkında, onları uyarırım” dedi. Ben de,
“Ey müminlerin emiri! Bunu yapma. Çünkü hac mevsimi halkın avam tabakasını ve mertebe bakımından düşük olanları bir araya getirir. Seni dinleyenlerin çoğu da onlar olurlar. Korkarım ki, sen bir şey söylersin, onlar da bunu Arap Yarımadası’nın ve İslâm memleketlerinin her köşesine ulaştırırlar. Hatta senin konuşmanı bile dinlemeyebilirler. Medine’ye varıncaya kadar konuşma. Çünkü Medine hicret yurdudur, sünnet yurdudur. Orada halkın âlimleri ve eşrafı oturur. O zaman tam manasıyla dediklerini der, onlar da senin sözünü dinler ve anlarlar” dedim. Ömer,
“Eğer Medine’ye sağ olarak dönersem, ilk fırsatta bu hususta konuşacağım” dedi.
Biz Zilhicce’nin sonunda Medine’ye vardığımızda, cuma günü oldu. Ben Ümer’i dinlemek için sabahın erken saatlerinde mescide gittim. Baktım ki Said b. Zeyd, minberin tam yanında oturmuştu ve benden önce gelmişti. Ben de onun hizasında oturdum. Dizlerimiz birbirine değiyordu. Biraz sonra Hz. Ömer geldi. Onu gördüğümde Said b. Zeyd’e,
“O, bugün bu minberden öyle bir konuşma yapacaktır ki, ondan önce bu minberde hiç kimse böyle bir konuşma yapmamıştır” dedim. Said b. Zeyd benim bu sözlerimi yadırgadı ve
“Ne demesini umuyorsun ki, başkası bunu söylememiş olsun?” dedi.
Hz. Ömer minber üzerinde oturdu. Müezzin ezanı bitirdikten sonra kalktı. Allah’ın şanına yakışır bir şekilde Allah’ı övdü ve sonra,
“Ey insanlar! Ben bir söz söyleyeceğim. Belki bir daha fırsat bulamam. Bilmiyorum, belki de ecelim yakındır. Kim ki o sözü dinler, akıl erdirirse, devesi nereye kadar, hangi noktaya kadar giderse o sözü nakletsin. Kim ki, onu iyice ezberlememişse, benim ağzımdan yalan uydurmasını helal etmem. Kesinlikle Allah, Muhammed’i hak ile gönderdi. Üzerine kitabı indirdi. Onun üzerine inenler arasında recm ayeti vardır. Biz onu okuduk, ezberledik, anladık. Peygamber recm yaptı. Biz de ondan sonra recm yaptık. Korkarım ki, halkın üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra herhangi bir kimse, “Biz Allah’ın kitabında recm ayetini görmüyoruz” desin. Böylece Allah’ın indirdiği bir farzı terketmek suretiyle sapıtsınlar. Recm, Allah’ın kitabında haktır. Zina eden evli erkek ve kadınlar için. Tabiî bu da delil olduğu, gebelik hali veya dille itiraf edildiği zaman olur. Allah’ın kitabında şu ayet de vardır: “Sakın babalarınızı inkâr edip de başka kimselere kendinizi nisbet etmeyiniz. Çünkü böyle yapmak, bir çeşit küfürdür”.
“Ey insanlar! Hz. Peygamber, “İsa b. Meryem’in övüldüğü gibi beni övmeyiniz. Çünkü ben bir kulum. Muhammed Allah’ın kulu ve rasûlüdür deyiniz” buyurmuştur. Kulağıma geldiğine göre, sizden birisi, “Eğer Ömer ölürse ben falan adama biat edeceğim. Çünkü Ebubekir’in hilafeti bir oldu bittiye geldi” demiş. Evet, Ebubekir’in biatı böyle oldu. Ancak Allah onun şerrinden Müslümanları korudu. Fakat sizin içinizde bugün Ebubekir’den daha fazla hayırlara koşan hiç kimse yoktur. Ebubekir bizim en hayırlımızdır. Allah’ın resûlü vefat ettiği zaman, Ali, Zübeyr ve beraberindekiler Rasûlullah’ın kızı Fatıma’nın evinde toplandılar. Ensar da bizden ayrılıp Beni Saide Sakifesi’nde toplanmışlardı. Muhacirler Ebubekir’in yanında toplandılar ve
“Ey Ebubekir! Kalk, kardeşlerimiz olan ensara gidelim” dedim. Biz ensarın yanına giderken bize iki salih kişi rastladı. Ensarın yaptıklarını bize söylediler. Bize,
“Ey muhacirler! Nereyegidiyorsunuz?” deyince, biz,
“ ensar kardeşlerimize gitmek istiyoruz” dedik. Onların ikisi de,
“Ensara gitmeseniz de mesuliyetiniz yoktur. Ey Muhacirler! İşinizi kendi aranızda halledin” dediler.
“Allah’a yeminler ederim, onlara gideceğiz” dedim, dayattım ve onlara Beni Saide Sakifesi’nde bulundukları bir vakitte vardık. Baktık ki, hepsi orada toplanmışlar. Aralarında bir kişi yorgana sarılıp uzanmıştı. Onun kim olduğunu sordum;
“Sa’d b. Ubade’dir” dediler.
“Niçin böyle ortada uzanıyor” diye sorunca da, hasta olduğunu söylediler. Biz oturduktan sonra ensarın hatibi kalkarak, Allah’a, şanına yakışır bir şekilde, hamd ve senâ ettikten sonra,
“Biz Allah’ın yardımcıları ve İslâm’ın ordusuyuz. Muhacirler ise peygamberin kavmi olmakla beraber, içinizde bir çok kimseler İslâm’ı çok geç kabul ettiler” dedi. Onun sözlerinden, hilafeti elimizden almak istediklerini anladım. O sustuktan sonra cevap vermek istedim. Hafızamda iyi bir konuşma hazırlamıştım. Bunun Ebubekir’in mizacına da uygun olduğunu sanıyordum. Ebubekir bana,
“Ey Ömer! Yavaş ol” dedi. Benim sert mizaçlı olduğumu bildiği için konuşmaya başladı. O bizim en ağırbaşlımız, en vakarlımızdı. Allah’a yemin ederim, söylemek istediğim her şeyi benim söylemek istediğimden çok daha güzel bir biçimde ifade etti. Sonuç olarak onlara,
“Sizin saydığınız o vasıflar sizde mevcuttur. Fakat Araplar Kureyş kabilesinden başka birisinin hilafetini kabul etmezler. Çünkü onlar hem soyca, hem de beldeleri dolayısıyla Araplar’dan daima saygı görmüşlerdir. Ben şu iki kişiden birini uygun görüyorum. Hangisini isterseniz ona biat ediniz” dedi ve benimle Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın elinden tuttu. Onun benim hakkımda söyledikleri hariç bütün konuşması hoşuma gitti. Allah’a yemin ederim ki, suçum olmadığı halde benim boynumu vurmaları bile, Ebubekir’in bulunduğu bir toplumda başa geçirilmekten bana daha sevimli gelirdi. Ebubekir’in bu sözleri üzerine ensardan biri,
“Bunun çaresi şudur: Bir emir bizden, bir emir de sizden olsun” dedi. Bunun üzerine her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Bir karışıklık çıkmasından korktum ve hemen Ebubekir’e,
“Uzat elini” dedim ve ona biat ettim. Benden sonra muhacirler ve arkadan ensar da biat ettiler. O sırada Sa’d b. Ubade’nin yatağını tepeledik. Onlardan birisi,
“Sa’d’ı öldürdünüz” dedi. Ben de,
“Allah onu öldürsün” dedim.
“Allah’a yemin ederim ki, bizim hazır bulunduğumuz hiç bir iş görmedim ki Ebubekir’e biattan daha kolay olsun. Bizim korktuğumuz şuydu ki, eğer işi sonuca bağlamadan ayrılırsak, bizden sonra birisine biat ederler. O zaman biz o kişiye, razı olmadığımız halde biat etmek zorunda kalırız veya karşı çıkarız ki, o zaman da fesad ortaya çıkar. Kim ki Müslümanların istişaresi olmaksızın bir emire biat ederse onun biatı yoktur, o emire biat edenin de biatı yoktur. Biat eden de, biat edilen de ölüme namzettir” dedi.[1]


[1] Bidaye, V/245; Kenzü’l-Ummal, III/138-139; Ebu Ubeyd, el-Garaib’de, Buhari, İbn Ebi Şeybe ve Beyhaki de rivayet etmiştir. Urve b. Zübeyr, Yolda Ebubekir ve Ömer’e rastlayan iki kişinin Uveym b. Saide ile Maan b. Adiy olduğunu nakletmiştir. Said b. el-Müseyyeb, “Bu işin çaresi şudur” diyen adamın Hubab b. Münzir olduğunu söylemiştir.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/64-67.

Benî Saide Sakifesi’nde Yapılan Konuşmalar Hakkında İbn Abbas’ın Hadisi

- Hz. Ömer şöyle anlatıyor: Halk, Hz. Peygamber vefat ettikten sonra bize gelerek,
“Ensar Benî Saide Sakifesi’nde Sa’d b. Ubade ile birlikte toplantı yapmaktadırlar ve ona biat edecekler” dediler. Ben ve Ebubekir, Ebu Ubeyde b. Cerrah ile birlikte kalktık, onlara doğru gittik. İslâm’da bir ihtilaf meydana getirirler diye korkuyorduk. Ensar’dan iki kişiyle karşılaştık. İkisi de doğru kişilerdi. Biri Uveym b. Saide biri de Maan b. Adiy idi. Bize,
“Nereye gidiyorsunuz?” dediler. Biz de,
“Sizin kavminize gidiyoruz. Onlar hakkında bizim kulağımıza şunlar çalınmıştır” dedik. Onlar,
“Dönünüz! Onlar size hiçbir şeyde muhalefet etmez ve hoşunuza gitmeyen bir şey de yapmazlar” dediler. Fakat biz dönmedik, gitmekte ısrar ettik. Ben konuşmamı içimde hazırlıyordum. Ensar’ın bulunduğu yere vardık. Baktık ki orada, Sa’d b. Ubade’nin etrafında toplanmışlardır. Sa’d da hasta olduğundan bir sedir üzerinde yatıyordu. Onların yanına girdiğimiz zaman,
“Ey Kureyş cemaati! Bizden bir emir, sizden bir emir olsun!” dediler. Hubab b. Münzir,
“Ben bu işin temeliyim. Onun halli benim elimdedir” şeklinde konuşmalar yaptı ve
“Eğer dilerseniz, Allah’a yemin ederiz ki, savaşı yeniden başlatırız!” dedi. Ebubekir onlara,
“Acele etmeyiniz!” dedi. Ben konuşmak istedim. Bana da,
“Ey Ömer, sus” dedi. Ben de sustum. Ebubekir, Allah’a hamdu sena ettikten sonra:
“Ey ensar! Biz, sizin faziletinizi, üstünlüğünüzü inkâr etmiyoruz. Sizin İslâm’daki derecenizi de inkâr etmiyoruz. Bizim boynumuza vacib olan hakkınızı da. Fakat siz biliyorsunuz ki, Kureyş’ten olan bu kabile Araplar içerisinde öyle bir mertebededir ki, başka kabilelerde bu durum yoktur. Araplar ancak bu kabileden gelen bir kişi etrafında toplanabilir. O zaman biz emirler, siz de vezirlersiniz. O halde Allah’tan korkunuz. İslâm’ı parçalamayınız. İslâm’da ilk felaketi açan siz olmayınız. Dikkat ediniz! Ben sizin için şu iki kişiden birisine razı oluyorum. Onlar Ömer b. Hattab ile Ebu Ubeyde b. Cerrah’tır. Hangisine biat ederseniz o sizin için güvenilirdir” dedi.
Allah’a yemin ederim ki, söylemek istediğim hiçbir şey kalmadı ki, Ebubekir onları konuşmasın. Ancak bu son söz hoşuma gitmedi. Allah’a yemin ederim, suçsuz olduğum halde öldürülüp diriltilsem ve bir daha öldürülüp diriltilsem, bu benim için Ebubekir’in içinde bulunduğu bir cemâatın başına geçmekten daha sevimli olurdu. Sonra,
“Ey ensar topluluğu! Ey Müslüman topluluğu! İnsanların içinde Hz. Peygamber’in yerine geçmeye Ebubekir’den daha iyisi yoktur. Çünkü o, ilk Müslüman olandır. Peygamber’in mağara arkadaşıdır ve yaşça da en olgun olanımızdır” dedim ve Ebubekir’in elini tuttum. Fakat benden önce ensardan biri Ebubekir’in eline vurarak biat etti. Halk da onun arkasından biat etmeye başladı. Böylece Sa’d b. Ubade’den vazgeçildi.[1]


[1] Kenzü’l-Ummal, III/139 (İbn Ebi Şeybe, İbn Abbas’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/67-68.

Benî Saide Sakifesi Hakkında İbn Sirin’in Hadisi

- O gün olduğu zaman Ebubekir ve Ömer çıktılar, ensara vardılar. Ebubekir,
“Ey ensar topluluğu! Biz sizin hakkınızı inkâr etmiyoruz. Hiç bir mümin sizin hakkınızı inkâr etmez. Bizler herhangi bir hayrı elde etmişsek siz bizimle o hayırda ortak idiniz. Fakat Araplar ancak Kureyş’ten olan bir kişinin etrafında toplanabilirler. Çünkü Kureyş insanların dil bakımından fasihi, yüz bakımından en güzeli ve kapıları herkese açık olanlarıdır. Sofraları yerden kalkmayan kimselerdir. Gelin, Ömer’e biat ediniz!” dedi. Ensar,
“Hayır” dedi. Bu sefer Ömer,
“Niçin hayır?” deyince onlar,
“Biz kavmini, bize tercih etmenden korkuyoruz” dediler. Hz. Ömer,
“Ben hayatta oldukça bu olmayacaktır. O halde Ebubekir’e biat ediniz” dedi. Ebubekir, Ömer’e,
“Sen benden daha kuvvetlisin” dedi. Hz. Ömer de:
“Sen benden üstün ve faziletlisin” diye cevap verdi. Hz. Ebubekir, ikinci kez;
“Sen benden daha kuvvetlisin” deyip de, üçüncü kez bunu tekrarlayınca, Hz. Ömer,
“Benim kuvvetim senin faziletinle beraber olacaktır” dedi. Bunun üzerine halk Ebubekir’e biat ettiler. O sırada Ebu Ubeyde b. Cerrah’a biat etmek isteyenler oldu. Fakat Ebu Ubeyde,
“Sizin içinizde ikinin biri olduğu halde siz bana geliyorsunuz. Bu nasıl olur?” dedi, onları reddetti.[1]


[1] Kenz, III/140 (İbn Ebi Şeybe’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/68.

Ashabın Halifelik Konusunda Ebubekir’i Tercih Etmeleri ve Müslümanları Tefrikaya Düşürmeye Çalışanlara Fırsat Vermemeleri

İbn Asâkir’in Hadisi, Ebu Ubeyde’nin Hz. Ebubekir’in Halifeliği Hakkındaki Sözleri

- Ebubekir, “Ebu Ubeyde’ye haber göndererek,
“Gel, seni halife yapalım. Çünkü ben Hz. Peygamber’den, ‘Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini de Ebu Ubeyde’dir’ dediğini duydum” dedi. Ebu Ubeyde
“Ben Resûlullah’ın müslümanlara imam olmasını emrettiği bir kişinin önüne geçmek istemiyorum” dedi.[1]


[1] Kenz, III/136 III/156-157 Hakim, III/267
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/68-69.

İmam Ahmed’in Hadisi, Ebu Ubeyde ve Osman’ın Ebubekir’in Halifeliği Hakkındaki Sözleri

- Hz. Ömer, Ebu Ubeyde’ye,
“Elini aç, sana biat edeyim! Çünkü Hz. Peygamber, “Ebu Ubeyde bu ümmetin eminidir” dedi. Ebu Ubeyde de Ömer’e,
“Hz. Peygamber vefat edinceye kadar bize imamlık yapan birisi dururken, ben nasıl onun önüne geçebilirim” dedi.[1]
- Osman b. Affan, “Ebubekir herkesten daha fazla halifeliğe layıktır. Çünkü o Sıddık’tır. Ve mağarada bulunan iki kişiden birisidir, peygamberin arkadaşıdır” dedi.[2]


[1] Heysemi, V/183 (İmam Ahmed’den); Kenz, I/140 (İbn Asakir’den). İbn Sa’d ve İbn Cerir de benzer şekilde rivayet etmişlerdir. Onların rivayetlerinde Ebu Ubeyde, Hz. Ömer’e “Bugüne kadar senden, böyle sakat bir düşünce görmedim. Mağarada ikiden biri olan Ebubekir dururken bana nasıl biat edersin” sözleri yer almaktadır
[2] Kenzü’l-Ummal, III/143 (Trablus’lu Heyseme’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/69.

Hz. Ebubekir’in, Halifeliği Kabul Etmesinden Sonra, Hilafetin Ağırlığından Ashaba Yakınması ve Ali ile Zübeyir’in, “Hilafet Herkesten Çok Ebubekir’in Hakkıdır” Demeleri

- Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer’le beraberdi. Muhammed b. Mesleme, Zubeyr’in kılıcını kırdı. Sonra Ebubekir kalktı, halka bir hutbe irad etti. Onlardan özür dileyerek, “Allah’a yemin ederim ki ben, herhangi bir gün veya herhangi bir gece halife seçilmeye haris ve istekli değildim. Ve Allah’a ne gizlide, ne de açıkta bu vazifeyi bana vermesi için yalvarmadım. Fakat fitneden korktum. Benim için emirlikte herhangi bir rahatlık yoktur. Fakat bana büyük bir iş yüklendi. Benim buna gücüm yetmiyor. Allah’ın yardımından başka, bu hususta bir kuvvete de sahip değilim. İsterdim ki, bugün yerimde daha güçlü biri olsun” dedi. Muhacirler de onun söylediklerini haklı buldular. Ali ile Zübeyir, “Biz fikrimiz alınmadığı için öfkelendik. Biz de Ebubekir’in peygamberden sonra halifeliğe en uygun olduğunu biliyoruz. Çünkü Hz. Peygamber’le beraber mağarada arkadaşlık yapmıştır. iki kişiden birisidir. Biz onun şerefini ve yaşlılığını biliyoruz. Hz. Peygamber hayattayken ona, “Halka namazda imam ol” emrini vermiştir” dediler.[1]


[1] Hakim, III/66; Beyhaki, VII/152 (Sa’d b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/69-70.

Hz. Ebubekir’in, Halifeliği Kabul Etmesinden Sonra, Hilafetin Ağırlığından Ashaba Yakınması ve Ali ile Zübeyir’in, “Hilafet Herkesten Çok Ebubekir’in Hakkıdır” Demeleri

- Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer’le beraberdi. Muhammed b. Mesleme, Zubeyr’in kılıcını kırdı. Sonra Ebubekir kalktı, halka bir hutbe irad etti. Onlardan özür dileyerek, “Allah’a yemin ederim ki ben, herhangi bir gün veya herhangi bir gece halife seçilmeye haris ve istekli değildim. Ve Allah’a ne gizlide, ne de açıkta bu vazifeyi bana vermesi için yalvarmadım. Fakat fitneden korktum. Benim için emirlikte herhangi bir rahatlık yoktur. Fakat bana büyük bir iş yüklendi. Benim buna gücüm yetmiyor. Allah’ın yardımından başka, bu hususta bir kuvvete de sahip değilim. İsterdim ki, bugün yerimde daha güçlü biri olsun” dedi. Muhacirler de onun söylediklerini haklı buldular. Ali ile Zübeyir, “Biz fikrimiz alınmadığı için öfkelendik. Biz de Ebubekir’in peygamberden sonra halifeliğe en uygun olduğunu biliyoruz. Çünkü Hz. Peygamber’le beraber mağarada arkadaşlık yapmıştır. iki kişiden birisidir. Biz onun şerefini ve yaşlılığını biliyoruz. Hz. Peygamber hayattayken ona, “Halka namazda imam ol” emrini vermiştir” dediler.[1]


[1] Hakim, III/66; Beyhaki, VII/152 (Sa’d b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/69-70.

Hz. Ali ile Ebu Süfyan Arasında Hz. Ebubekir’in Hilafeti Hakkında Geçen Konuşma

- Ebu Süfyan, Hz. Ali ile Hz. Abbas’ın yanına girdi ve
“Ey Ali ve ey Abbas, ne oluyor ki, bu iş Kureyş’in en güçsüz ve en az kabilesine geçiyor. Allah’a yemin ederim ki, eğer istersem Medine’yi suvari ve piyadelerle doldururum” dedi. Hz. Ali ona,
“Hayır! Allah’a yemin ederim ki, senin, Medine’yi piyade ve süvarilerle doldurmanı istemiyoruz. Eğer biz Ebubekir’i halifeliğe müstâhak görmeseydik, halifeliği ona vermezdik. Ey Eba Süfyan! Müslümanlar nasihatçı bir kavimdir. Bir kısmı diğerine nasihat ederler. Birbirlerini severler. Evleri ve bedenleri birbirlerinden uzak olsa da. Münafıklar ise, hile yapan bir kavimdir. Birbirlerine hile yaparlardı.[1]
- Münafıkların evleri ve bedenleri birbirine yakın ise de, birbirlerine karşı hilebaz bir kavimdir. Hz. Ebubekir’e biat ettik. Ebubekir de buna ehildi.[2]


[1] Kenz, III/141 (İbn Asakir’den)
[2] Kenz, III/142 (Ebu Ahmed ed-Dihkan’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/70.

Abdurrezzak ve Hakim’in Hz. Ali ile Ebu Süfyan arasında Geçen Konuşmayla ilgili Hadiseleri

- Ebubekir’e biat edildiği zaman, Ebu Süfyan, Hz. Ali’ye geldi ve
“Ey Ali! Kureyş içinde sayısı en az olan aile sizi mağlup mu etti? Vallahi eğer istersen, Medine’yi süvari ve piyadelerle doldururum” dedi. Hz. Ali ona,
“Ey Eba Süfyan! Sen hâlâ İslâm’a ve Müslümanlar’a düşmansın. Fakat bu, İslâm’a ve Müslümanlara bir zarar getirmez. Biz Ebubekir’i halifelik için müstahak ve ehil olarak gördük” dedi.[1]
- Ebu Süfyan bin Harb, Ebu Talib’in oğlu Ali’ye geldi ve
“Bu iş (Halifelik), şanı nedir ki Kureyş’in en az ve en güçsüz kabilesine veriliyor? Allah’a yemin ederim ki, eğer dilersen şu Medine’yi piyade ve süvarilerle doldururum” dedi. Hz. Ali, Ebu Süfyan’a hitaben,
“Ey Eba Süfyan! Sen uzun bir zaman İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık yaptın. Fakat senin bu düşmanlığın onlara hiç bir zarar vermedi. Biz Ebubekir’i halifeliğe layık bulduk” dedi.[2]


[1] İstiab, IV/81 (Abdurrezzak’dan)
[2] Hakim, III/78 (Mürre et-Tayyib’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/70-71.

Hz. Ömer’le Halid b. Said Arasında Ebubekir’in Hilafeti Hakkında Geçen Konuşma

- Halid b. Said b. As, Hz. Peygamber sağken de, vefat ettiğinde de oradaydı. Peygamberin vefatından bir kaç ay sonra geldi. Sırtında ipekli bir cübbe vardı. Hz. Ömer ve Hz. Ali ile karşılaştı. Hz. Ömer yanındakilere,
“Bunun cübbesini sırtında parçalayınız. O ipekli giyiyor. Oysa ipekli savaş hali hariç biz Müslüman erkeklere haramdır ve yasaktır!” dedi. Böylece Hz. Ömer’in emriyle onun cübbesini paramparça ettiler. Halid (Öfkelenerek), Hz. Ali’ye,
“Ey Ebel Hasan! Ey Abdi Menâf ailesi! Halifelik hususunda siz mağlup mu oldunuz?” dedi. Hz. Ali ona cevap olarak,
“Sen bu işi, bir galip-mağlup meselesi olarak mı, yoksa bir hilafet meselesi olarak mı görüyorsun?” dedi. Halid de,
“Ne bileyim? Bu işi, siz Abdi Menâf’dan kimse zorla almamalıydı” dedi. Hz. Ömer, Halid’e,
“Allah senin ağzını kapatsın! Senin gibi bir yalancı, böyle dedikodu yaparsa, bunun cezasını sonra kendisi çeker” dedi.[1]


[1] Taberi, IV/28; Kenzü’l-Ummal, VIII/109
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/71.

Hz. Ebubekir’le Halid b. Said Arasında Geçen Olay

- Babam Hz. Ebubekir’e biat edildikten sonra Yemen’den Medine’ye geldi. Ali ve Osman’a,
“Ey Abdimenaf ailesi! Sizden başkasının halifeliğine razı mı oldunuz?” diye sordu. Hz. Ömer bu sözü Hz. Ebubekir’e götürdü. Fakat Ebubekir bundan dolayı babama kızmadı. Ama Ömer unutmadı. Babam üç ay Medine’de, Ebubekir’e biat etmeksizin, kaldı. Sonra Ebubekir, bir öğle namazına giderken babamın yanından geçti. Babam evdeydi. Babama selam verdi. Babam Ebubekir’e,
“Sana biat etmemi istiyor musun?” dedi. Ebubekir de,
“Müslümanların girmiş olduğu sulhe senin de girmeni istiyorum” dedi. Ebubekir minber üzerindeyken, babam gidip ona biat etti. Ebubekir’in, babam hak minber üzerindeyken, babam gidip ona biat etti. Ebu Bekir’in, babam hakkındaki görüşü güzeldi. Ona değer veriyordu. Ebubekir orduları Şam’a gönderirken, ona kumandanlık verdi ve evine sancak getirdi. Fakat Ömer, Ebubekir’e,
“Sen Halid’i kumandan yaptın. Halbuki o senin hakkında şu şu sözleri söylemişti” dedi ve Hz. Ebubekir’e bu hususta çok ısrar etti. Sonunda Ebubekir, Ebu Erva ed-Devsi’yi babama göndererek,
“Hz. Peygamber’in halifesi, “Sancağımızı geri versin” diyor, dedi. Babam da sancağı çıkarıp verdi ve
“Sizin beni kumandan seçmeniz beni sevindirmedi ki, azletmeniz de beni üzsün. Zaten bunu yapan kendisi de değil, bir başkasıdır” dedi. Baktım ki, bir gün Hz. Ebubekir babamın yanına geldi ve mazeret beyan etti. Ömer hakkında da kötü bir söz söylememesi için yemin ettirdi. Allah’a yemin ederim ki, babam ölünceye kadar Ömer’e rahmet okudu.[1]


[1] İbn Sa’d, IV/97 (Halid b. Said As kızı Ümmü Halid’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/71-72.

Hz. Ebubekir’in Bizzat Savaşa Çıkmak İstemesi ve Hz. Ali’nin Onu Bundan Vazgeçirmesi

- Babam kılıcını kuşanıp, devesine binerek “Zi’I-Kassa”ya doğru yola çıktı. Ali b. Ebî Talib geldi, devenin yularına yapıştı ve
“Ey Allah Rasûlü’nün halifesi! Nereye? Sana Rasûlullah’ın Uhud gününde söylediklerini söylüyorum: “Kılıcını kınına sok! Ve nefsini feda etmek suretiyle bize bir facia meydana getirme. Allah’a yemin ederim ki, eğer öldürülürsen, artık senden sonra İslâm’ın bir nizamı hiçbir zaman olmayacaktır” dedi. Ve babam geri gelerek orduyu gönderdi.[1]


[1] Kenz, III/143 (Hz. Aişe’den); Bidaye, VI/315 (Darakutni’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/72.

Halifeliği Halka Geri Vermek; Hz. Ebubekir’in Hilafet Hakkında Hutbesi ve “Ben Hiçbir Gün veya Gece Ona Talip Olmadım” Demesi

- Hz. Ebubekir, “Ey insanlar! Eğer zannederseniz ki, ben sizin halifelik makamınızı isteyerek aldım veya herhangi birinize, diğer Müslümanlara nazaran kendimi üstün görerek aldım. Allah’a yemin ederim, ben bunu isteyerek almadım ve herhangi birinizden veya Müslümanların herhangi birisinden kendimi üstün tutarak almadım. Hiç bir gece hiç bir gün de buna talip olmadım. Ne gizlide, ne de açıkta, bana halifelik makamını vermesi için Allah’a dilekte bulunmadım. Bana büyük bir yük yüklenmiştir. Bunu taşıma gücüm yoktur. Ancak Allah bana yardım ederse taşıyabilirim. İstiyorum ki, Hz. Peygamber’in ashabından herhangi biri -adil davranmak şartıyla- onu üzerine alsın. Halifeliği size geri veriyorum. Sizin bende biatınız yoktur. Siz kime istiyorsanız ona verin. Ben de sizlerden birisiyim” dedi.[1]


[1] Kenzü’l-Ummal, III/131
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/72.

Ashabın Hz. Ebubekir’e, “Sen En Hayırlımızsın” Demeleri

- Hz. Ebubekir Halife seçildiğinden bir gün sonra halka,
“Ey insanlar? Ben sizin reyinizi size geri veriyorum. Ben sizin hayırlınız değilim. Hayırlınız kimse ona biat ediniz” dedi. Bunu söyledikten sonra Müslümanlar ayağa kalkarak,
“Ey Rasûlullah’ın halifesi! Vallahi, sen bizim en hayırlımızsın” dediler. Bunun üzerine Ebubekir,
“Ey insanlar! Halk İslâm’a isteyerek ve istemeyerek girmiştir. Onlar Allah’ın korumasındadırlar ve Allah’ın komşularıdır. Eğer bunu dikkate alıp kimseyi incitmemeye gücünüz yetiyorsa bunu yapın. Bir de, benden ayrılmayan bir şeytanım vardır. Öfkelendiğim zaman beni görürseniz benden uzak durun. Öfkeme hakim olamadığım için sizi dövebilirim. Ey insanlar! Kölelerinizin vergilerini tekrar kontrol ediniz. Haramdan oluşan bir etin cennete girmesi uygun değildir. Ey insanlar! Hareketlerimi devamlı kontrol edin. Eğer doğru-düzgün hareket edersem, bana yardım edin. Yok eğer adalet ve doğruluktan ayrılırsam beni düzeltiniz. Ben Allah’ın emirlerine itâat ettikçe siz de bana itâat edin. Allah’a isyan ettiğim takdirde, siz de bana isyan edin” dedi.[1]


[1] Kenz, III/135; Heysemi, V/184. Bu senette İsa b. Süleyman vardır. Bu zat zayıf bir ravidir. İsa b. Atiyye’yi de tanımıyorum.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/73.

Hz. Ali’nin Ebubekir’e, “Biz Senin İstifanı kabul Etmeyiz” Diye Cevap Vermesi

- Hz. Ebubekir’e biat edildiğinde evinin üç gün kapısını kilitledi. Her gün çıkarak halka,
“Ey insanlar! Biatınızı size geri verdim. İstediğiniz kimseye biat ediniz” diyordu. Bunu söyledikçe Hz. Ali ayağa kalkarak;
“Biz ne senin istifanı kabul ederiz, ne de seni istifaya davet ederiz. Hz. Peygamber seni takdim etmiştir. Kim seni arka plana atarak tehir edebilir?” diyordu.[1]
- Hz. Ebubekir Hz. Peygamber’in minberi üzerinde,
“Acaba beni istemeyen var mıdır ki, ben bu vazifemden istifa edeyim” dedi ve bunu üç defa tekrarladı. O bunları söylerken Hz. Ali ayağa kalkarak,
“Hayır! Allah’a yemin ederiz ki, ne senin istifam kabul ederiz, ne de seni istifaya davet ederiz. Allah’ın resûlü seni (Namazda) takdim etmiştir. Kim seni tehir edebilir?” dedi.[2]


[1] Kenz, III/141 (Uşşari’den)
[2] Kenz, III/140 (İbn Neccar, Zeyd b. Ali tarikiyle)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/73.

Maslahat İçin Hilafeti Kabul Etmek

İbn Ebî Râfi’nin Hilafetle ilgili Rivayeti ve Hz. Ebubekir’le Arasında Geçen Olay

- Râfî b. Ebî Râfî anlatıyor: Halk Ebubekir’i halife seçtikten sonra, içimden,
“Şu, bana iki kişinin başı dahi olma!” diye tavsiye ediyordu. Halbuki kendisi ümmetin başına geçti” dedim ve yola çıkarak Medine’ye vardım. Ebubekir’in yanına giderek,
“Ey Ebubekir! Beni tanıyor musun?” dedim.
“Evet” dedi.
“Ey Ebubekir! Bana söylediğin bir söz vardı, onu hatırlıyor musun? Bana, “İki kişinin başına dahi emir olma” demiştin. Halbuki sen ümmetin işini üzerine almışsın!” dedim. Ebubekir,
“Hz. Peygamber vefat etmişti. Halk küfürden yeni çıkmıştı. Tekrar dinlerinden caymalarından korktum. ihtilafa düşmelerinden endişe ettim. Halifelik işine istemeyerek girdim ve arkadaşlarım da bir türlü yakamı bırakmadılar!” dedi. Bunu o kadar çok tekrar etti ki, sonunda beni ikna etti.[1]


[1] Kenz, III/125
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/74.

Hz. Ebubekir’in, Halifeliği Kabul Ettiği İçin Üzülmesi, Hz. Ebubekir’in Hz. Ömer’e, “Bu İşe Beni Sen Bulaştırdın” Demesi

- Hz. Ebubekir halife seçildiğinde üzüntülü olarak evinde oturdu. Ömer onun yanına geldi. Ömer’e yönelerek kendisini kınamaya başladı.
“Sen bu işi bana yükledin” dedi ve insanlar arasında hüküm vermenin zorluğundan şikâyet etti. Hz. Ömer,
“Sen bilmiyor musun, Allah’ın Resûlü, “Yönetici içtihad eder de hakka isabet ederse, iki ecri vardır; hakkı bulamaz da yanılırsa bir ecri vardır” buyurmuştur, diyerek onu teselli etti.[1]


[1] Kenz, III/135 (İbn Rahuye Adeni, Beğavi, İbn Huzeyme ve Hayseme’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/74.

Hz. Ebubekir’in Vefatı Esnasında Abdurrahman b. Avf’a Söyledikleri

- Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor:
Ebubekir, vefat edeceği esnada bana,
“Ben hiçbir şey için esef ve üzüntü duymam. Ancak üç şeyi yaptığım için, üç şeyi yapmadığım için ve üç şeyi de Hz. Peygamber’e sormadığım için üzülüyorum. Birincisi; “Benî Saide” sakifesinde bu işi, Ömer veya Ebu Ubeyde’den birinin üstüne neden atmadım? diye üzülüyorum. Onlardan biri emir, ben de vezir olurdum. İkincisi, Halid b. Velid’i Şam tarafına gönderirken, Ömer’i de neden Irak tarafına göndermedim? diye üzülüyorum. Çünkü böyle yapmış olsaydım, Allah yolunda bir elimi sağ tarafa, bir elimi de sol tarafa uzatmış olurdum. Hz. Peygamber’e sormadığım için üzüldüğüm üç şeyden birisi hilafet meselesidir. Hz. Peygamber’e, “Senden sonra senin yerine kim geçmelidir. Bu işte ensarın hakkı var mıdır?” diye sormalıydım. Bunu Hz. Peygamber söylemiş olsaydı, başa geçen kimseye hiç kimse itiraz etmezdi” dedi.[1]


[1] Kenzü’l-Ummal, III/135; Heysemi, V/203 (Ebu Ubeyd, Ukayli, Tabarani, İbn Asakir, Said b. Mensur ve başkalarından). Bunun senedinde Ulvan b. Davud el-Beceli vardır. Bu zat zayıftır. Hadis alimleri özellikle onun bu rivayetini münker saymışlardır.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/74-275.

Kendinden Sonraki Halifeyi Seçmek; Hz. Ebubekir’in Vefat Etmeden Hilafet Meselesi Hakkında Ashaba
Danışması

- Hz. Ebubekir hastalığı şiddetlenince Abdurrahman b. Avf’ı çağırdı ve
“Ömer b. Hattab hakkında ne dersin?” diye sordu. Abdurrahman,
“Sen bana öyle bir adamı soruyorsun ki, sen onu benden daha iyi bilirsin” diye cevap verdi. Ebubekir,
“Öyle de olsa sen yine cevap ver” dedi. Abdurrahman Allah’a yemin ederim ki o, halife seçilmek hususunda, kalbinden geçen herkesten daha üstündür” dedi. Sonra Hz. Ebubekir, Osman b. Affan’ı huzuruna çağırdı ve
“Ömer hakkında ne düşünüyorsun” dedi. Osman,
“Sen Ömer’i hepimizden daha iyi tanıyorsun!” diye cevap verdi. Hz. Ebu Bekir,
“Ey Eba Abdullah! Buna rağmen fikrini söyle” dedi. Osman,
“Yarab! Bizi muaheze etme! Onun hakkında bildiğim şudur: Onun içi dışından daha hayırlıdır ve bizim içimizde onun benzeri yoktur” dedi. Bunun üzerine Ebubekir,
“Allah sana rahmet eylesin. Allah’a yemin ederim ki, eğer Ömer’i halife seçmeseydim, seni seçerdim” dedi. Bunlardan başka Ömer hakkında Said b. Zeyd Ebü’l-Aver, Useyd b. Hudayr ve muhacirlerle ensarın bir çok kimsesiyle istişare etti. Useyd,
“Allah bizi muaheze etmesin. Senden sonra en hayırlı olarak onu buluyorum. Allah için sevinir, Allah için de gazaplanır. Onun içi dışından daha hayırlıdır. Bu iş için ondan daha kuvvetlisi gelmemiştir veya gelmeyecektir” dedi.[1]


[1] İbn Sa’d, III/199
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/75.

Hz. Ebubekir’in Hz. Ömer’i Halid’e Seçmesi

- Hz. Peygamber’in ashabından bazıları Abdurrahman ile Osman’ın, Ebubekir’in yanına giderek onunla gizli konuştuklarını öğrenince, hemen Ebubekir’in yanına gelerek Ebubekir’e,
“Ömer’in ne kadar katı ve sert olduğunu bildiğin halde, onu başımıza getirdiğinden ötürü Allah kıyamet günü seni sorguya çekerse, nasıl cevap vereceksin?” dediler. Hz. Ebubekir,
“Beni oturtunuz” dedikten sonra, “Siz beni Allah ile mi korkutuyorsunuz? Zulümle sizin işinizi yürüten bir kimse mahrum olmuştur. Ben kıyamet günü diyeceğim ki: “Ey Allah’ım! Onların üzerine mahluklarının en hayırlısını seçtim. Ey kişi! Bu söylediklerimi sen, arkanda olanlara naklet” dedikten sonra tekrar uzandı ve Osman b. Affan’ı bir daha huzuruna çağırdı ve ona “Yaz” dedi.[1]


[1] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/75-76

Hz. Ebubekir’in, Hz. Ömer’i Seçtiğine Dair Vasiyetnamesi

- “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla!..
Bu, Ebubekir b. Ebu Kuhafe’nin dünyadaki son zamanında ahiretin ilk zamanında yazdığı vasiyettir. Bu zaman öyle bir zamandır ki, kâfir onda imana gelir, facir bir kimse yakine sahip olur, yalancı doğru söyler!..
Sizin üzerinize benden sonra Ömer b. Hattab’ı halife seçtim. Onun sözünü dinleyiniz, ona itaat ediniz. Çünkü ben Allah için, rasûlü için, dini için, nefsim için, sizin için hayrı seçmekte zerre kadar kusur etmedim. Gücüm yettiği kadar araştırma yaptım. Eğer Ömer adalet yaparsa benim onun hakkındaki zannım budur. Onun hakkında bildiğim de budur. Eğer değiştirirse, zulüm yaparsa her kişi kazancıyla karşı karşıyadır. Ben hayrı irade ettim, gaybı bilmem!” dedikten sonra Şuara: 26/227. ayetini okudu. “Selâm ve Allah’ın rahmeti sizin üzerinize olsun” dedi.
Sonra bu vasiyetin mühürlenmesini emretti. Bazı rivayetlere göre, Hz. Ebubekir bu vasiyetin baş kısmını imla ettirdiğinde, daha kimsenin ismi yazılmamışken halife baygınlık geçirdi. Hz. Osman,
“Ben sizin üzerinize Ömer b. Hattab’ı halife seçtim” ibaresini kendiliğinden yazmıştır. Sonra Hz. Ebubekir ayıldı ve Osman’a,
“Yazdığını bana oku” dedi. Osman, Ömer’in adını okuyunca Hz. Ebubekir tekbir getirdi ve
“Herhalde sen, Müslümanlar ihtilafa düşmesin diye aceleyle Ömer’in adını yazdın. Allah senden razı olsun. Vallahi sen de hilafete ehilsin” dedikten sonra vasiyeti mühürledi. Sonra Hz. Osman’a emretti. Mektup mühürlü olarak elinde olduğu halde dışarı çıktı. Beraberinde Ömer b. Hattab, Useyd b. Hudayr’da vardı. Hz. Osman halka,
“Bu mektupta ismi yazılı olan kişiye biat eder misiniz?” diye sordu. Halk,
“Evet, ederiz” dediler. İbn Sa’d’ın rivayetine göre, birisi -Hz.Ali-, “Biz orada ismi yazılan kişiyi biliyoruz. O Ömer’dir” dedi. Böylece hepsi de Ömer’in halifeliğini kabul ettiler, razı oldular. Sonra Hz. Ebubekir, Ömer’i yalnız olarak huzuruna aldı. Daha önce yaptığı vasiyetleri yeniden tekrarladı. Sonra Ömer, Ebubekir’in huzurundan çıktı. Ebubekir ellerini göklere uzatarak;
“Ey Allah’ım! Ben bununla ancak salahı kastettim. Bunların aleyhinde doğacak fitneden korktum. Benden daha iyi bildiğin şeylerle, ben onlar hakkında böyle yaptım. Var kuvvetimle çalıştım, bu şekilde iyi gördüm. Onların hayırlısını kendilerine baş seçtim. Halifelik işinde onlardan daha kuvvetli olanı seçtim. Onları irşad edecek noktalara daha güçlü olan zatı seçtim. Artık son zamanlarımı yaşıyorum. Benden sonra sen onlara sahip ol ve onları tehlikelerden koru. Onlar senin kullarındır ve perçemleri senin elindedir. İdarecilerini onlar için ıslah eyle, onları peygamber ile salih kullarının yoluna uyan raşid halifelerden eyle ve ümmeti de idarecilere tâbi kıl” diye dua etti.[1]
- Hz. Ebubekir ağırlaştığı zaman, halkı topladı. Onlara,
“Gördüğünüz gibi ben hastayım. Ölümüm yaklaşmıştır. Artık Allah bana yaptığınız biattan sizi serbest kılmış, üzerinizdeki bağı çözmüş ve bu işi tekrar size vermiştir. istediğiniz kişiyi kendinize emir seçiniz. Eğer ben hayattayken emirinizi seçerseniz bu, benden sonra ihtilaf etmenizden daha uygun olur!” dedi. Bunun üzerine onlar kendi aralarından birini seçmeye karar verdilerse de, herhangi bir kişi üzerine anlaşmaya varamadılar. Gelip Hz. Ebubekir’e,
“Ey Allah rasûlünün halifesi! Sen bizim için seç!” dediler. Hz. Ebubekir,
“Ben bunu yaparsam ihtilafa düşersiniz” dedi. Onlar buna,
“Hayır” dediler. Ebubekir,
“O halde, seçeceğim adama razı olacağınıza söz veriyor musunuz?” dedi. Onlar,
“Evet, veririz” dediler. Ebubekir,
“O halde bana mühlet veriniz. Allah için, Allah’ın dini için, kulları için ben biraz tetkikat yapayım, bakayım” dedi. Böylece Ebubekir, Osman’ı huzuruna çağırdı.
“Bana bir kişi göster, Allah’a yemin ederim ki, sen benim yanımda güvenilir bir kimsesin” dedi. Hz. Osman,
“Ömer’i seç!” dedi. Halife,
“O halde yaz!” dedi. O da ahidnameyi yazdı. İsme gelince Ebubekir baygınlık geçirdi. Ayıldıktan sonra Ömer’in adını yazdırdı.[2]


[1] Kenz, III/145
[2] İbn Asakir ve Seyf
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/76-77.

Hz. Ebubekir’iır Hz. Ömer’i Seçmesine İtiraz Eden Talha’ya Verdiği Cevap

- Hz. Ebubekir ölüm halinde iken Osman b. Affan’ı huzuruna davet etti. Ahidnamesini ona dikte ettirdi. Fakat herhangi bir isim yazdırmadan bayıldı! Osman da kendiliğinden Ömer b. Hattab ismini yazdı. Ebubekir ayıldığında Osman’a,
“Bir isim yazdın mı?” dedi. O da,
“Belki bir daha ayılamazsın da ümmet ihtilafa düşer diye Ömer b. Hattab’ı yazdım” dedi. Ebubekir,
“Allah’ın rahmetine nail olasın! Eğer sen kendi adını da yazsaydın, sen hilafete ehil bir zatsın” dedi. O esnada Talha b. Ubeydullah, Ebubekir’in yanına girdi ve
“Ben, benim arkamdakilerin elçisiyim. Sana gönderildim. Sen hayatta iken bile, Ömer’in bize karşı nasıl katı davrandığını biliyorsun. Bu durumda bizi, onun eline nasıl bırakıyorsun? Allah bunu senden soracaktır” diyorlar. Cevabını söyle de onlara ileteyim” dedi. Bunun üzerine Halife,
“Beni oturtunuz” dedi ve sonra Talha’ya,
“Siz beni Allah ile mi korkutuyorsunuz? Ben insanlara zulmetmiyorum. Rabbim bana, “Ömer’i niçin halife seçtin?” diye sorarsa, “Ey Rabbim! Ben senin kulların içinde en hayırlı olanı seçtim” diye cevap vereceğim. Sen eve git, bu söylediklerimi aynen onlara söyle” dedi.[1]


[1] Le’lekai
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/77-78.

Mü’minlerin Annesi Hz. Aişe’nin Bu Konudaki Rivayeti

- Hz. Ebubekir vefat edeceği zaman Hz. Ömer’i halife seçti. Ebubekir’in yanına Ali ve Talha gelerek,
“Sen kimi halife seçtin” diye sordular. O da,
“Ömer’i seçtim” dedi. Onlar da,
“Sen Allah’a ne cevap vereceksin?” dediler. Hz. Ebubekir,
“Siz beni Allah ile mi korkutuyorsunuz? Kesinlikle ben Allah’ı da, kulu Ömer’i de ikinizden daha iyi biliyorum ve Allah’a, ‘Senin kullarından en hayırlısını onlara halife seçtim!’ diyeceğim” dedi.[1]


[1] Kenz, III/146; Beyhaki, VIII/149; İbn Cerir, IV/54 (Umeys kızı Esma’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/78.

Zeyd b. Haris’in Bu Husustaki Rivayeti

- Hz. Ebubekir vefat edeceği zaman Ömer’i huzuruna çağırdı, onu halife seçti. Halk
“Ömer’i bize halife mi seçiyorsun? O sert ve katı birisidir. Eğer bize halife seçilirse daha sert ve daha katı olacaktır. Rabbine kavuştuğun zaman ne diyeceksin?” dediler. Ebubekir,
“Beni rabbimle mi korkutuyorsunuz? Diyeceğim ki,
“Ey Allah’ım! Onların üzerine en hayırlılarını halife seçtim”[1]


[1] Kenz, III/146 (İbn Ebi Şeybe, Zeyd b. Haris’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/78.

Şura’nın Ehil Olanlara Bırakılması, Hz. Ömer’in Öldürülmesi, Halife Seçiminin Altı Kişiye Bırakılması ve İbn Abbas’ın Hz. Ömer’i Övmesi

- Ebû Lû’lû, iki hançer darbesi vurarak, Hz. Ömer’i öldürmüştü. Hz. Ömer,
“Halka karşı bilmeden bir kusur mu işledim ki, beni vurdular” diye düşündü ve İbn Abbas’ı çağırarak,
“Acaba bu, bir takım kimseler tarafından düzenlenmiş bir suikast midir? Bunun sebebini öğrenmek istiyorum” diyerek inceleme yapmasını istedi. Çünkü Ömer, İbn Abbas’ı sever ve güvenirdi.
İbn Abbas çıktı. Hangi cemaatin yanından geçtiyse onların ağladıklarını gördü. Hz. Ömer’e gelerek,
“Hangi cemaatin yanından geçtiysem, ey emîre’l-mü’minîn, ağladıklarını gördüm. Sanki onlar bugün ilk çocuklarını kaybetmişlerdir” dedi. Hz. Ömer,
“O halde, beni kim vurdu?” dedi. İbn Abbas,
“Seni mecûsi olan Ebu Lû’lû vurdu” dedi. Bu söz üzerine baktım ki Ömer’in yüzünü gülücükler kapladı, sevindi ve “Hamd o Allah’a ki, beni Lâ ilahe illallah diyen bir kimsenin eliyle öldürmedi. Ben size, “Esir düşen Acem kâfirlerinden kimseyi Medine’ye getirmeyiniz” demiştim. Fakat beni dinlemediniz” dedikten sonra, “Benim kardeşlerimi bana çağırınız!” dedi.
‘Kardeşlerin kimlerdir?” dediler.
“Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf ve Sa’d b. Ebî Vakkas’tır!” dedi. Böylece onlara haber gönderildi. Hz. Ömer başını kucağıma koydu. Onlar geldiklerinde,
“İşte geldiler” dedim. Bunun üzerine,
“Ben halifelik konusunda düşündüm. Sizi halkın başı ve önderleri olarak görüyorum. Bu iş ancak sizin aranızda olur. Siz doğru oldukça halkın durumu da iyi olur. Eğer bir ihtilaf olursa, mutlaka sizin aranızda olacaktır!” dedi.
Hz. Ömer’in ihtilaf ve şikaktan bahsettiğini işittiğimde, zannettim ki bu ihtilaf olacaktır. Zira Ömer’in dedikleri çok zaman çıkardı. Sonra çok kan zayi etti. Onlar aralarında fısıltı şeklinde konuştular. Aralarındaki bir kişiye biat ettiklerini sandım. Onlara,
“Müminlerin emiri daha sağdır. İki halife bir arada olmaz” dedim. O sırada Hz. Ömer,
“Beni kaldırınız” dedi. Hz. Ömer’i kaldırdık. Hz. Ömer onlara hitaben:
“Üç gün aranızda istişare ediniz. Bu zaman zarfında halka Suheyb namaz kıldırsın!” dedi. Onlar,
“Biz kiminle istişare edelim? Ey müminlerin emiri!” deyince Hz. Ömer,
“Muhacirlerle, ensarla ve Medine’de bulunan ordu kumandanlarıyla” dedi. Sonra Hz. Ömer süt istedi. Onu içti. Süt olduğu gibi iki yaradan da çıktı. Ömer bu durumu görünce öleceğini anlayarak,
“Şu anda eğer bütün dünya benim olsaydı kıyamet dehşetini görmemek için hepsini fidye olarak verirdim” dedi. Ben de,
“Sen o kimse değil misin ki, Hz. Peygamber İslâm’ı seninle güçlendirmesi için Allah’a dua etti. İslâm, Hz. Peygamber ve ashabı senin Müslüman olmanla serbestliğe kavuştular. Sen hicret ederken, senin hicretin Müslümanlar için bir fetih oldu. Hz. Peygamber’in yaptığı hiç bir savaştan geri kalmadın. Hz. Peygamber senden hoşnut olarak vefat etti. Sonra halifesine vezirlik yaptın. Hiç durmadan gayret gösterdin. Her tarafa savaş açtın. Öyle ki insanların hepsi -isteyerek ve istemeyerek- İslâm’a girdiler. Hz. Peygamber’in halifesi de senden hoşnut olarak vefat etti. Sonra onun yerine geçtin. Senin sayende şehirler kuruldu, devletin geliri çoğaldı. İslâm düşmanları güçlerini kaybettiler. Müslümanlar bolluk ve refaha kavuştu. Sonunda Allah Teâlâ sana şehidlik nasip etti. Ne mutlu sana” dedim. Bu övgüler karşısında,
“Vallahi sizin sözlerinize aldanan mağrur olur” dedi. Sonra,
“Kıyamet günü sen bana şahitlik eder misin?” diye sordu. Ben de,
“Evet, şahitlik ederim” dedim. Bunun üzerine,
“Allah’ım, hamd ancak sana mahsustur” dedikten sonra, “Başımı yere koy” dedi. Ben de başını oyluğumun üstünden bacağımın üstüne koydum. Bana
“Yüzümü toprağa koy” dedi ve başını bacağımın üstünden yavaşça çekerek, sakal ve yanağı toprağa değdikten sonra kendikendine,
“Ey Ömer, eğer Allah seni bağışlamazsa, senin ve annenin vay haline” dedi. Biraz sonra da vefat etti. Hz. Ömer vefat edince şura üyeleri Ömer’in oğlu Abdullah’a haber gönderdiler. O da,
“Siz babamın emrettiği gibi, muhacir, ensar ve kumandanlarla istişare etmezseniz, ben sizin aranıza katılmayacağım” diye haber gönderdi.
Rivayete göre Hasan’a, Hz. Ömer’in ölüm anında yaptıkları ve ahiretten korktuğu nakledilince, Hasan,
“İşte mü’min böyle olur. Hem salih amel yapar, hem de korkar. Münafık ise, hem salih amel işlemez, hem de korkmaz. Allah’a yemin ederim ki, Ömer gibi, iyilik yaptıkça Allah’tan korkusu çoğalan bir kimse geçmediği gibi gelecekte de onun gibisi gelmeyecektir” demiştir.[1]


[1] Heysemi, IX/76 (Tabarani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/79-80.

Hz. Ömer’in Borçlu Ölüşü, Hz. Peygamber’le Hz. Ebubekir’in Yanına Defnedilişi ve Hilafeti Şura’ya Devredişi Hakkında İbn Sa’d’ın Rivayeti

- Hz. Ömer, oğlu Abdullah’a,
“Bak, benim boynumda ne kadar borç vardır, hesap et!” dedi. O da,
“Seksen altı bin dirhem” dedi. Ömer,
“Eğer Ömer’in ailesinin malları bunu karşılıyorsa, onların mallarından öde. Aksi takdirde Beni Adîy b. Kâ’b oğullarından iste. Eğer onların malları kâfi gelirse ne âlâ! Aksi takdirde Kureyş’ten iste. Fakat Kureyş’in dışına taşma. Müminlerin annesi Aişe’ye git, ona selam söyle ve “Ömer b. Hattab senden izin istiyor. Sakın “Emîre’l-mü’minîn” tabirini kullanma. İki arkadaşının yanına defnedilmek için izin istiyor” de. Abdul
lah b. Ömer, Hz. Aişe’nin yanına geldiğinde, Hz. Aişe’nin oturmuş ağladığını gördü. Selam verdikten sonra, “Ömer b. Hattab arkadaşlarının yanına defnedilmesini istiyor. Defnedilmesi hususunda iznini talep ediyor” dedi. Aişe,
“Orada kalan bir mezar yerini kendim için seçmiştim. Fakat bugün Ömer’i nefsime tercih edeceğim” dedi. Abdullah babasına geldiğinde, Hz. Ömer,
“Ne haber getirdin?” diye sordu. Abdullah da,
“Aişe sana izin verdi” dedi. Ömer,
“Benim için bundan daha mühim bir şey yoktu. Bununla beraber yine de ben öldüğümde beni tahtaya koyup oraya götürün ve bir daha ondan izin isteyin. İzin verirse beni oraya gömün. Eğer izin vermezse, geri getirin ve Müslümanların mezarlığına defnedin” dedi. Hz. Ömer’in cenazesi kaldırıldığında, halk sanki daha önce hiç musibet görmemiş gibi oldular. Hz. Aişe’nin hücresinin kapısına vardıkları zaman Abdullah, babasının vasiyeti gereği Aişe’den bir daha izin istedi. Aişe izin verdikten sonra onu Hz. Peygamber’le Ebubekir’in yanına gömdüler.
Hz. Ömer ölmeden önce ona,
“Yerine birini seç” dediler. O da,
“Ali, Osman, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf ve Sa’d b. Ebî Vakkas’ın isimlerini söyleyerek, “Bu iş için bunlardan daha uygunu yoktur. Çünkü Hz. Peygamber bunlardan hoşnut olarak vefat etti. Bu altı kişi, aralarından kimi seçerse halife odur. Eğer Sa’d’ı seçerlerse bu güzel olur. Fakat başkası seçilirse, Sa’d’ın görüşlerinden yararlanmayı ihmal etmesin. Çünkü ben Sa’d’ı herhangi bir kusurundan dolayı azletmemiştim”[1] dedi. Sonra,
“Eğer oylar eşit çıkarsa oğlum Abdullah oyunu kime verirse halife o olsun” diyerek Abdullah’ı da Şura’ya kattı. Fakat oğluna seçilme hakkını vermedi. Hz. Ömer vefat ettikten sonra bu altı kişi toplandı. Abdurrahman b. Avf,
“Vekaletimizi aramızda üç kişiye verelim” dedi. Bunun üzerine Zübeyr Ali’ye, Talha Osman’a ve Sa’d da Abdurrahman’a vekalet verdiler. Abdurrahman, Ali ile Osman’a,
“Eğer vekaletinizi bana verirseniz, söz veriyorum ki, hanginizi daha üstün ve yararlı görürsem hilafeti ona vereceğim. Bu konuda asla taraf tutmayacağım” dedi. Onlar da vekaletlerini verdiler Abdurrahman Ali ile yalnız kalarak ona,
“Sen Hz. Peygamber’in akrabası ve İslâm’da kıdemlisin. Eğer hilafeti sana verirsem adil davranacağına ve eğer Osman’a verirsem ona itâat edeceğine Allah adına söz verir misin?” dedi. Ali de,
“Evet” dedi. Sonra Osman ile yalnız kalarak ona da aynı şeyleri söyledi ve ondan da aynı cevabı aldıktan sonra Osman’a,
“Uzat elini sana biat edeyim” dedi ve Osman’a biat etti. Bundan sonra herkes Hz. Osman’a biat etti.[2]


[1] Sa’d b. Ebi Vakkas Irak valisiyken, halkın şikayeti üzerine Hz. Ömer onu azletmişti.
[2] İbn Sa’d, III/344; Ebu Ubeyd, İbn Ebi Şeybe, Buhari, Nesai ve başkaları da rivayet etmiştir.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/80-82.

İbn Ebî Şeybe ile İbn Sa’d’ın Bu Konudaki Rivayetleri

- Hz. Ömer ölüme yaklaştığı zaman,
“Bana Ali, Talha, Zübeyr, Osman, Abdurrahman b. Avf ve Sa’d’ı çağırınız” dedi. Onlardan yalnız Ali ve Osman ile konuştu. Ali’ye,
“Ey Ali! Bu kişiler senin Rasûlullah’la akrabalığını ve onun damadı olduğunu biliyorlar. Allah’ın sana verdiği kavrayış ve yeteneği de biliyorlar. Eğer sen halife seçilirsen Allah’tan kork. Benî Abdulmuttalib’i Müslümanlara takdim etme. Onları halkın boynuna bindirme!” dedi. Hz. Osman’a da,
“Bunlar senin Hz. Peygamber’in damadı olduğunu biliyor. Olgunluğunu ve şerefini de biliyorlar. Eğer sen halife seçilirsen Allah’tan kork. Falan oğullarını (Benî Ümeyyeyi kastediyor) halkın boynuna bindirme!” dedi. Sonra Hz. Ömer,
“Bana Süheyb’i çağırınız” dedi ve Suheyb’e,
“Halkın önünde üç gün imam ol. Bunlar da bir evde toplansınlar. Eğer bir kişiyi seçerlerse, ona muhalefet edenin boynunu vurunuz” dedi.[1]
- Hz. Ömer, şura üyelerine, “İşiniz hakkında istişare ediniz. Eğer ikişer ikişer olursanız tekrar istişare yapınız. Eğer dört kişi bir tarafta, iki kişi bir tarafta kalırsa en fazla olan tarafı tutun” dedi.[2]
- Hz. Ömer şura üyelerine, “Eğer reyiniz üçer üçer olursa Abdurrahman b. Avf’ın bulunduğu gruba tabi olunuz. Dinleyiniz, itaat ediniz” dedi.[3]
- Hz. Ömer, ölümünden bir saat önce Ebu Talha’yı yanına çağırarak, “Ey Ebu Talha, ensardan elli kişi al ve şura üyelerinin toplanacağı evin kapısında bekle. Hiç kimsenin içeri girmesine izin verme. Onlar da üç günden fazla içerde kalmasınlar. Allah’ım, onları sana emanet ediyorum” dedi.[4]


[1] İbn Ebi Şeybe ile İbn Sa’d (Amr b. Meymun’dan)
[2] İbn Sa’d (Ebu Cafer’den)
[3] Eslem’den
[4] Kenz, III/156-157 (İbn Ebi Şeybe ve İbn Sa’d, Enes’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/82.

Halifede Bulunması Gereken Vasıflar, Hz. Ebubekir’in Bu Konudaki Hutbesi

- Hz. Ebubekir hastalığı esnasında halkı topladı. Ve kendisini minbere götürmelerini emretti. Minbere çıktıktan sonra Allah’a hamd ve sena etti ve “Ey insanlar! Dünyadan sakınınız. Dünyaya güvenmeyiniz, aldanmayınız. Ahireti dünyaya tercih ediniz, ahireti seviniz. Onlardan hangisini severseniz diğerinden uzaklaşırsınız. Şunu da bilin ki, bizim için çok önemli olan hilafet görevi, eğer başta ehil olana verilmezse, yapılan hata sonra tamir edilemez. Öyleyse içinizde en güçlü ve iradesine hakim olan, sert davranmak gerektiği zaman sert davranan ve yumuşak davranmak gerekince de yumuşak davranan, güzel görüşlerden faydalanmasını bilen, gereksiz şeylerle ilgilenmeyen, kuruntu ve hayallere dalıp üzülmeyen, bilmediklerini öğrenmekten utanmayan, anî ve olağanüstü durumlarda şaşırmayan, ümmetin malını koruyarak hıyanete meydan vermeyen, geleceği gören, şiarı takva olan kim ise ona veriniz. Böylesi de ancak Ömer b. Hattab’dır” dedi ve minberden indi.[1]


[1] Kenzü’l-Ummal, III/147 (İbn Asakir, Asım’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/82-83.

Hz. Ömer’e Göre Halifede Bulunması Gereken Vasıflar

- İbn Abbas şöyle anlatıyor: Ben Ömer’e ailesinden daha çok hizmet eder ve yardımcı olurdum. O da beni sever, sayar ve yanında oturturdu. Bir gün evinde onunla beraberdim. Bir ara öyle derinden bir iç çekti ki, neredeyse ölecek sandım. Ona,
“ey mü’minlerin emîri! Bir üzüntün mü var?” dedim.
“Evet” dedi.
“Neye üzülüyorsun?” dedim. Bana,
“Yaklaş” dedi. Ben ona yaklaşınca,
“Ben hilafet için uygun bir kimse bulamıyorum” dedi. Bunun üzerine ben şura üyesi olan altı kişiyi sayarak,
“Falan, falan, falan, falan ve falanlara ne diyorsun?” dedim. Onların her birisi için bir kusur buldu. Sonra,
“Halife olmak için, hırçın olmadan sert, gevşek olmadan yumuşak, israfçı olmadan cömert ve cimri olmadan tutumlu olmak gerekir” dedi.[1]
- İbn Abbas şöyle anlatıyor: Ben Hz. Ömer’le beraber oturuyordum. Ansızın öyle bir iç çekti ki, onun kaburgaları birbirine geçti zannettim.
“Ey müminlerin emiri! Herhalde çok kötü bir şey var ki, böyle derinden iç çektin” dedim.
“Evet, çok kötü bir durum var. Benden sonra hilafeti kime vereceğimi bilemiyorum” dedi. Sonra da dönüp bana bakarak,
“Herhalde sen adamını hilafete ehil görüyorsun” dedi. Ben de,
“Evet, o İslâm’a ilk girenlerden. Hz. Peygamber’in en yakınlarından ve üstün vasıflarından dolayı hilafete ehildir” dedim. Hz. Ömer, bana,
“Evet, senin adamın; dediğin gibidir. Fakat o mizahı seven bir adamdır. Ayrıca onda şunlar, şunlar da vardır” dedikten sonra,
“Bu hilafet öyle bir iştir ki, hırçın olmadan sert, gevşek olmadan yumuşak, israfçı olmadan cömert ve cimri olmadan tutumlu olmak gerekir” dedi. Ben bu vasıfların tamamını Hz. Ömer’de gördüm.
- İbn Abbas şöyle anlatıyor: Hz. Ömer’in hizmetinde bulundum. Ondan çekinir ve ona sevgi duyardım. Bir gün evine gittim. Tek başınaydı. Öyle derin bir iç çekti ki, canının çıkacağını sandım. Sonra başını göğe doğru kaldırarak derin bir iç daha çekti. Kendi kendime cesaret vererek,
“Vallahi bunun sebebini soracağım” dedim ve
“Ey mü’minlerin emiri, vallahi senin bir üzüntün var” dedim. Bana,
“Evet üzüntüm var. Hem de çok büyük bir üzüntü. Halifelik için bir adam bulamıyorum. Herhalde sen şimdi, “Benim adamım hilafete ehildir” diyorsun” dedi. Ben de,
“Ey mü’minlerin emiri, benim adamım hem muhacir, hem de Hz. Peygamber’in en yakını olmasına rağmen yine de hilafete ehil değil midir?” dedim. Hz. Ömer,
“Durum senin söylediğin gibidir. Fakat o kendisinde mizah olan bir kişidir” dedi. Bu işi ancak, zafiyet olmaksızın yumuşak, şiddet olmaksızın sert, israf olmaksızın cömert, cimri olmaksızın tutumlu olan bir zat yüklenir!” dedi. Sonra devam ederek, “Bu vasıflara da ancak şu kimseler sahip olabilir ki, haksızlığa göz yummaz, menfaat peşinde koşmaz, davranışlarında gösteriş bulunmaz, ağzıyla tek bir kelime söylemez, fakat azminde sebat eder, kendinin ve yakınlarının aleyhine dahi olsa hak ile hükmetmekten ayrılmaz” diye cevap verdi.[2]
- Hz. Ömer, “Kendisinde şu dört vasıf bulunmayan kimsenin halife olması doğru değildir. O dört vasıf da zafiyet olmaksızın yumuşak, şiddet olmaksızın sert, cimrilik olmaksızın tutumlu, israfçı olmaksızın cömert olmaktır. Eğer bu vasıflardan bir tanesi adamdan düşerse, diğer üçü de yıkıma uğrar” dedi.[3]
- Hz. Ömer şöyle demiştir: “Allah’ın hilafetini, ancak haksızlığa göz yummayan, hareketlerinde riya olmayan, menfaat peşinde koşmayan, kişiliğini koruyan ve hiddetine rağmen hakkı ketmetmeyen bir kimse yüklenir.”[4]
- “Hz. Ömer,
“Allah’a yemin ederim, bilmiyorum, ben halife miyim, yoksa kral mıyım? Eğer kral isem bu korkunç bir durumdur!” dedi. Birisi:
“Ey mü’minlerin emiri! Halifelik ile krallık arâsında büyük bir fark vardır. Halife, daima hakkı tutar ve hak ile hükmeder. Sen de Allah’a şükür öylesin. Kral ise, halka zulmeder, birinden alır, ötekine verir” dedi. Ömer de sustu.[5]
- Selman şöyle anlatıyor: Hz. Ömer, bana
“Ben kral mıyım, halife miyim?” diye sordu. Ben de,
“Eğer Müslümanların arazisinden bir dirhem veya daha azını veya daha fazlasını alırsan, onu hak olmayan yolda kullanırsan, sen kralsın, halife değilsin” dedim. Ben bunları söyleyince Hz. Ömer ağladı.[6]
- Hz. Ömer’in meclisinde bulundum. Arkadaşlarından Talha, Selman, Zübeyr ve Kâ’b da vardı. Hz. Ömer,
“Ben sizden bir şey soracağım, sakın bana yalan söylemeyiniz ki, beni helâk edersiniz. Siz de helâk olursunuz. Allah ile size yemin verdiriyorum, ben halife miyim, yoksa kral mı?” diye sordu. Bu sual karşısında Talha ve Zübeyr,
“Sen bize öyle bir şey söylüyorsun ki, vallahi biz halife ile kral arasındaki farkı bilmiyoruz” dediler. Selman ise,
“Etimle ve kanımla şehadet ederim ki, sen halifesin, kral değilsin!” dedi. Hz. Ömer,
“Sen bir şey söylersen makbuldür. Çünkü sen Hz. Peygamber’in huzuruna giriyor, oturuyordun” dedi. Sonra Selman,
“Bunun sebebi şudur: Sen halk arasında adaleti icra ediyorsun. Malları eşit bir şekilde taksim ediyorsun. Kişinin aile efradına olan şefkatiyle, onlara muamele ediyorsun. Allah’ın kitabıyla hükmediyorsun” dedi.
Bu sözler karşısında Kâ’b da,
“Bu mecliste benden başka halifeyi kraldan ayırd edecek kimse yoktur zannediyordum. Fakat Allah, Selman’ın kalbini hüccet ve ilimle doldurmuştur” dedi. Sonra,
“Şehadet ederim ki, sen halifesin, kral değilsin!” dedi. Hz. Ömer,
“Bu nasıl olur?” diye sorunca, Kâ’b,
“Ben seni Allah’ın kitabında (Tevrat’ta) gördüm” dedi. Hz. Ömer,
“Beni orada ismimle mi görüyorsun?” diye sordu. Kâ’b,
“Hayır, fakat sıfatınla seni görüyorum. Allah’ın kitabı, “Önce peygamberlik, sonra halifelik, sonra yine halifelik, sonra ısırıcı bir saltanat olacaktır” diye haber veriyor” dedi.[7]


[1] İbn İshak
[2] Kenzü’l-Ummal, III/158-159 (İbn Asakir’den)
[3] Abdurrezzak
[4] Kenzü’l-Ummal, III/165 (Abdurrezzak, İbn Asakir ve başkalarından)
[5] İbn Sa’d, III/221 (Süfyan b. Ebu Avca’dan)
[6] Kenzü’l-Ummal, IV/383
[7] Kenzü’l-Ummal, IV/389
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/83-85

Halife’nin Yumuşaklığı ve Sertliği

- Hz. Ömer halife seçildiğinde Rasûlullah’ın minberinden Allah’a hamd ve sena ettikten sonra,
“Ey insanlar! Biliyorum ki siz benden şiddet ve katılık görüyorsunuz. Çünkü ben Hz. Peygamber ile beraberken, onun kölesi ve hizmetkârıydım. O da Allah’ın buyurduğu gibiydi: “Müminler için rauf ve rahimdir” (Tevbe: 9/128). Ben rasûlullah’ın elinde, kınından çekilmiş kılıç gibiydim. Ancak beni kına koyduktan veya herhangi bir işi, “Yapma” dedikten sonra dururdum. Aksi takdirde peygamberin yumuşaklığından ötürü ben halkın üstüne giderdim. Böylece Hz. Peygamber’le beraber, vefat edinceye kadar devam ettim. Vefat ederken benden razıyıdı. Ve bundan ötürü de Allah’a çokça hamdu senalar ediyorum. ve bundan dolayı mesudum. Sonra aynı yerde Ebubekir ile beraberdim. O da rasûlullah’ın halifesiydi. Onun keremini, şeref ve yumuşaklığı hakkındaki durumunu biliyorsunuz. Ben onun hizmetkârıydım. Ve onun elinde kılıç gibiydim. Benim şiddetim onun yumuşaklığına karışırdı. Ancak o önüme geçtiğinde dururdum. Aksi takdirde yürürdüm. Ben bu duruma devam ettim. Ta ki Ebubekir benden razı olduğu halde vefat edinceye kadar. Bundan ötürü de Allah’a çokça hamdederim ve ben bu durumumla da mesudum. Sonra bugün vazife bana verilmiştir. Ben biliyorum, sizden birisi,
“Başkası işin başında iken, Ömer bize katı davranırdı. İşte şimdi işin başına geldikten sonra hali ne olacaktır’?” der. Biliniz ki, herhangi bir suçlunun bağışlanması için benden ricada bulunmayacaksınız. Çünkü, siz beni tanıyorsunuz ve beni denediniz. Hz. Peygamber’in sünnetini de biliyorsunuz. Rasûlullah’tan sorulmasını istediğim her şeyi sordum ve bu hususta hiç pişman değilim. Biliniz ki, zalim hakkında, halife seçildikten sonra, benim bildiğiniz katılığım kat be kat artmıştır. Saldırgan hakkında da böyledir, Müslümanların hakkını, zayıfın hakkını kuvvetlilerinden almak hususunda da böyledir. Fakat iffetli, namuslu veAllah’ın hükümlerine boyun eğen kimselere de yüzümü yere koyarım. Benimle, herhangi birinizin arasında bir ihtilaf olursa, onunla istediği kimseye gitmekten zerre kadar çekinmeyeceğim. Bunun denemesini yapabilirsiniz. Ey Allah’ın kulları! Allah’tan sakınınız. Beni kötülük yapmaya mecbur etmeyin ve bana, iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek suretiyle yardımcı olun” dedi ve minberden indi.[1]
- “Ali, Osman, Zübeyr, Talha, Abdurrahman b. Avf ve Sa’d bir araya geldiler. Bunların içinde Ömer’e en çok sözü geçen Abdurrahman b. Avf’dı. Ona,
“Müminlerin emiriyle halk için konuş. Bir kişi ihtiyacı için sana geliyor. Fakat senin heybetinden ihtiyacını sana söylemeye cesaret edemiyor ve geri dönüp gidiyor” desen çok iyi olur” dediler. Bunun üzerine Abdurrahman, Halife’nin huzuruna girdi ve
“Ey müminlerin emiri, halka karşı yumuşak ol! Çünkü adam geliyor, senin heybetin, seninle konuşmasına engel oluyor. Adam ihtiyacını arzetmeden dönüp gidiyor!” dedi. Hz. Ömer,
“Ey Abdurrahman! Allah için bana doğru söyle. Seni Osman, Talha, Zübeyr ve Sa’d mı gönderdi?” dedi. Abdurrahman,
“Evet, onlar gönderdi” dedi. Hz. Ömer,
“Ey Abdurrahman! Allah’a yemin ederim ki, insanlara öyle yumuşadım ki, bu yumuşaklık hususunda Allah’tan korktum. Sonra onlar hakkında öyle şiddetlendim ki, bu şiddet için de Allah’tan korktum.”
“Peki bunun çıkış noktası nedir?” deyince, Abdurrahman ağladı ve abasını sürüyerek çıktı ve
“Senden sonra bu toplumun vay haline. Senden sonra bu toplumun vay haline” demeye başladı.[2]
- Hz. Ömer, “Vallahi kalbim bazı durumlarda, Allah için o kadar yumuşar ki, kaymaktan bile daha yumuşak hale gelir. Bazı durumlarda da o kadar katılaşır ki, taştan bile daha sert olur” dedi.[3]
- Hz. Ömer, Halife seçildiğinde birisi,
“Neredeyse bazı insanlar bu işi senden uzaklaştıracaklardı” dedi. Ömer,
“Neden?” diye sorunca adam,
“Onların iddialarına göre sen katısın” dedi. Hz. Ömer,
“Hamd o Allah’a mahsustur ki, benim kalbimi merhametle, onların kalbini de benden korku ile doldurmuştur” dedi.[4]


[1] Kenzü’l-Ummal, III/206
[2] İbn Sa’d, III/206; İbn Asakir (Muhammed b. Zeyd’den)
[3] İbn Asakir (Şabi’den)
[4] Kenz, IV/382 (İbn Abba’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/85-87.

Hz. Ömer’in Medine’den Ayrılmak İsteyen Sahabileri Alıkoyması

- Kureyşliler, Hz. Ömer’den usanmışlardı. Çünkü onların Medine’den ayrılmalarına engel olurdu.
“Bu ümmetin başına gelmesinden korktuğum belâ, başka yerlere dağılmanızdır” derdi. Hatta birisi savaşa gitmek için izin istese, eğer o adam Medine’den çıkmasını yasakladığı muhacirlerden olursa,
“Senin Hz. Peygamber’le beraber yaptığın savaşlar sana yeter. Bugünkü savaşlar, sana bir takım memleketler göstermekten başka bir işe yaramaz” derdi. Fakat Hz. Ömer vefat edip Hz. Osman Halife olunca herkesi serbest bıraktı. Onlar da çeşitli yerlere dağıldılar. İşte ilk gevşeklik ve fitne bundan doğdu.[1]
- Hz. Zubeyr, Hz. Ömer’e gelerek gazveye gitmek üzere izin istedi. Hz. Ömer,
“Evinde otur. Sen Hz. Peygamber’le beraber gazve yaptın” dedi. Hz. Zubeyr bunu bir kaç defa Hz. Ömer’den istedi. Hz. Ömer üçüncü defa veya dördüncü defa da,
“Evinde otur. Allah’a yemin ederim, ben Medine’den çıktıktan sonra senin ve arkadaşlarının, Hz. Peygamber’in ashabını ifsad edeceğinizi hissediyorum” dedi.[2]


[1] Kenzü’l-Ummal, VII/139; Taberi, V/134
[2] Hakim, III/120 (Kays b. Ebu Hazım’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/87-88.

GÖRÜŞ SAHİPLERİYLE İSTİŞARE ETMEK

Hz. Peygamber’in Ashabına Danışması, Hz. Peygamber’in Ebu Süfyan’ın Kervanı ve Bedir Esirleri Hakkında Ashabına Danışması

- Hz. Peygamber, Ebu Süfyan’ın Şam’dan Mekke’ye doğru yola çıktığı haberi kendisine geldiğinde ashabıyla istişare etti. Ebubekir konuşmaya başladı. Hz. Peygamber onu dinlemedi. Ömer konuşmaya başladı, Hz. Peygamber onu da dinlemedi.[1]
- Hz. Ömer şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber, Ebubekir, Ali ve benimle istişare etti. Ebubekir,
“Ey Allah’ın Resûlü! Bunlar amca çocukları, aşiretimiz ve ihvanımızdırlar. Onlardan fidye almanı uygun görüyorum. Onlardan aldıkların kâfirler aleyhinde bizim için kuvvet olur. Umulur ki, Allah onlara hidayet etsin, onlar da bize yardımcı olsunlar” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Ey Hattab’ın oğlu! Sen ne dersin?” diye sordu. Ben ise
“Ebubekir gibi düşünmüyorum, benim düşüncem şudur ki, bana falan adamın, Ali’ye kardeşi Akil’in, Hamza’ya da kardeşi Abbas’ın boyunlarını vurmamızı emredesin. Ta ki Allah Teâlâ, müşriklere karşı içimizde bir yakınlık ve acıma duygusu beslemediğimizi bilsin. Bunlar müşriklerin ileri gelenleri ve önderleridir” dedim. Fakat Hz. Peygamber Ebubekir’in görüşünü uygun buldu ve müşriklerden fidye aldı. Ertesi gün Hz. Peygamber’in yanına gittim. Baktım ki, Ebubekir’le beraber ağlıyor.
“Ey Allah’ın Rasûlü, neden ağlıyorsunuz? Eğer ağlanacak bir şey varsa ben de ağlayayım. Eğer ağlayamazsam, hiç olmazsa ağlar gibi görüneyim” dedim. Hz. Peygamber,
“Fidye aldıklarından dolayı arkadaşlarımın başına gelen felaket beni ağlatıyor, -yakında duran bir ağacı göstererek- onların başına gelecek felâket, şu ağaçtan daha yakın bir mesafeden bana gösterildi” dedi. Bunun üzerine Enfal: 8/67 ayeti nazil oldu.[2]


[1] Ahmed (Enes’den). Bu hadis cihad konusunun başında zikredildi.
[2] İmam Ahmed ve Müslim. Ayrıca Ebu Davud, Tirmizi, İbn Ebi Şeybe, Ebu Nuaym, Beyhaki de kaydetmiştir. Kenz, V/265
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/89.

Hz. Peygamber’in Bedir Esirleri Hakkında Ashabına Danışmasıyla ilgili Enes’in Rivayeti

- Hz. Peygamber Bedir esirleri hakkında Sahabîler’le istişare etti.
“Allah sizi onlara galip getirmiştir” dedi. Ömer,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Onların boyunlarını vur’ dedi. Peygamber yüzünü çevirdi. Sonra,
“Onlar dün sizin kardeşleriniz idiler. Allah sizi onlara galip getirmiştir” deyince, Ömer sözünü yine tekrar etti. Peygamber yüzünü çevirdi. Sonra Hz. Peygamber tekrar bunu söyleyince Ebubekir,
“Ey Allah’ın Resûlü! Bizim görüşümüz onları affetmen, fidyelerini kabul etmen şeklindedir” dedi. Böylece Hz. Peygamber’in yüzündeki üzüntü kayboldu. Onları affetti ve fidyelerini kabul buyurdu. Allah da Enfal: 8/68 ayetini indirdi.[1]


[1] Nasbu’r-Riye, III/403 (İmam Ahmed, Enes’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/90.

İbn Mes’ud’un Bu Konudaki Rivayeti

- Abdullah İbn Mes’ud şöyle anlatıyor: Bedir günü Hz. Peygamber,
“Esirler hakkında ne diyorsunuz?” diye ashabıyla istişare etti. Ebubekir,
“Ey Allah’ın Resûlü! Onlar senin kavmin, senin aile efradındır. Hayatlarını bağışla. Onlara şefkat göster. Umulur ki Allah Teâlâ tevbelerini kabul eder” dedi. Hz. Ömer,
“Ey Allah’ın Resûlü, bunlar seni Mekke’den çıkarttılar. Bunlar seni yalanladılar. Onların boyunlarını vur!” dedi. Abdullah b. Revâha da,
“Ey Allah’ın Resûlü! Hangi vadide ağaçlar çoksa, onları o ağaçlığın içine sok, sonra o ağaçlığı ateşe ver” dedi. Hz. Peygamber sesini çıkarmadan çadırına gitti. Sahabîler’den bazıları,
“Ömer’in, bazıları da Abdullah’ın dediğini yapacak” dediler. Hz. Peygamber çadırdan çıkarak,
“Kesinlikle Allah bazı kimselerin bu hususta kalbini sütten daha yumuşak bir şekilde yumuşatmıştır. Bazı kimselerin kalbini de taştan daha katı bir şekilde sertleştirmiştir. Ey Ebubekir! Senin durumun Hz. İbrahim’in durumu gibidir. İbrahim, “Kim bana tabi olursa kesinlikle o bendendir. Kim bana isyan ederse kesinlikle sen gafururrahimsin” (İbrahim: 14/36) demişti. İsa (a.s.) da, “Eğer onlara azab edersen ‘‘kesinlikle onlar senin kullarındır. Eğer onları affedersen kesinlikle sen aziz ve hakimsin” (Maide: 5/118) demişti. Ey Ömer! Senin durumun da Nuh’un (a.s.) ve Musa’nın (a.s.) durumuna benziyor. Nuh (a.s.), “Ey Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden hiç bir ferd dahi bırakma (Nuh: 71/26) demişti. Musa (a.s.) da, “Ey Rabbimiz, onların mallarını yere geçir ve kalplerini o kadar sık ki, elem verici azabı görmedikçe iman etmesinler” (Yunus: 10/88) demişti. Sonra, “Siz fakir kimselersiniz. Onlardan fidye alın. Eğer fidye vermezlerse, o zaman kafalarını vurun” buyurdu. Ben de,
“Ey Allah’ın Resûlü, Sehl b. Beyda hariç. Çünkü ben onun İslam’ı sevdiğini duydum” dedim. Fakat Hz. Peygamber hiçbir şey söylemedi. Bundan dolayı ben çok korktum. O günden önce gökten başıma taş yağacağından korkmamıştım. Sonunda Hz. Peygamber, “Sehl b. Beyda hariç” deyince huzura kavuştum. Bunun üzerine Enfal: 8/67-68 ayetleri nâzil oldu.[1]


[1] Bidaye, III/297 (İmam Ahmed’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/90-91.

Hz. Peygamber’in Medine’nin Hurması Hakkında Sa’d b. Ubade ve Sa’d b. Muaz’a Danışması

- Hendek savaşında halk şiddetli bir muhasaraya maruz kaldığında Rasûlullah Gatafan kumandanları olan Uyeyne b. Hısn ile Hâris b. Avf el-Mürri’ye haber gönderdi. Askerleriyle beraber Medine muhasarasını bırakıp gittikleri takdirde Medine hurmalarının üçte birini kendilerine vereceğini bildirdi. Rasûlullah ile onlar arasında sulh bu şekilde cereyan etti. Hatta bir sulhname yazdılar. Fakat daha imzalanmamıştı ve kesin şekli de daha belirlenmemişti. Ancak aralarında bu hususta konuşmalar cereyan etmekteydi. Hz. Peygamber bu işi yapmak istediğinde iki Sa’d’ı huzuruna çağırdı. Onlara bu işi açtı ve kendileriyle bu hususta istişare etti. İkisi de,
“Ey Allah’ın Rasûlü, bu işi sen mi istiyorsun? Yoksa bu, yapılması gereken bir ilahi emir midir?” dediler. Hz. Peygamber,
“Ben yapmak istiyorum. Bunun sebebi de Arapların hepsinin aynı istikametten ok atmakta olmalarıdır ve sizi her taraftan muhasaraya almalarıdır. Onların birliklerini bu suretle bir dereceye kadar kırmak istedim” buyurdu. Sa’d b. Muaz,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Biz ve bu kişiler Allah’a şirk koştuğumuz, putlara taptığımız bir zamanda ve onlar bizim tek bir hurmamıza göz dikemezlerdi. Ancak misafirimizken veya satın alarak yiyebilirlerdi. Allah bizi İslâm’la şereflendirmiş, hidayet etmiş, bizi seninle ve İslâm’la aziz kılmış olduğu halde mi, biz bunlara mallarımızı vereceğiz. Allah’a yemin ederim bizim buna ihtiyacımız yoktur. Onlara kılıçtan başkasını da vermeyiz. Tâ ki, Allah bizimle onlar arasında hükmetsin!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Sen bilirsin” dedi ve Sa’d b. Muaz sahifeyi Resûlullah’tan aldı. Oradaki yazıları silerek,
“Onlar, bize yapmak istediklerini yapsınlar” dedi.[1]


[1] Bidaye, III/297 (İmam Ahmed’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/91.

Ebu Hureyre’nin Bu Konudaki Rivayeti

- Haris, Hz. Peygamber’e geldi ve “Medine hurmalarının yarısını bize ver Aksi taktirde piyade ve suvarilerle Medine’yi senin aleyhinde döndürürüm. Hz. Peygamber,
“Sa’d b. Ubade ve Sa’d b. Muaz ile konuşayım” dedi.
“Hayır! Biz cahiliye döneminde dahi böyle bir haraç vermedik. Allah bizi İslâm’la şereflendirdikten sonra bunu nasıl yaparız” dediler. Hz. Peygamber, Haris’e gelerek bu haberi verdiği zaman, Haris, “Ey Muhammed! Sen hile yaptın!” dedi.[1]
- Haris el-Gatafanî Rasûlullah’a gelerek,
“Ey Muhammed, Medine hurmalarım bizimle yarı yarıya pay et!” dedi. Rasûlullah da,
“Sa’d’lardan sorayım” diyerek, Sa’d b. Muaz, Sa’d b. Ubade, Sa’d b. Rebia, Sa’d b. Hayseme ve Sa’d b. Mes’ud’u çağırdı. Hz. Peygamber, Sa’d’lara,
“Arapların hepsi aynı yaydan size ok atmaktadırlar. Haris, Medine hurmalarını ikiye bölmeyi şart koşuyor. Eğer bu sene için onu başınızdan savmak istiyorsanız veriniz” dedi. Bunun üzerine onlar,
“Ey Allah’ın Rasûlü, bu gökten gelen bir vahy midir ki, Allah’ın emrine teslim olalım? Yoksa bu senin reyin ve isteğin midir ki, bizim reyimiz ve isteğimiz senin reyine tabi olsun! Eğer sen sadece bizim zararımızı defetmek istiyorsan, Allah’a yemin ederiz, onlar, daha önce, satın almak ve misafir olarak yemenin haricinde Medine’nin bir tek hurmasını dahi alamazlardı!” dediler. Hz. Peygamber,
“Madem ki böyle diyorsunuz, öyle olsun!” dedi. Ve gelenlere de, “Siz ensarın cevabını işitiyorsunuz!” deyince, onlar,
“Ey Muhammed! Sen hile yaptın” dediler.[2]
- Hz. Ömer şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber akşamları beni de alarak Ebubekir’in evine gider ve Müslümanlar’ın meseleleriyle ilgili ona danışırdı.[3]


[1] Bezzar (Ebu Hureyre’den)
[2] Heysemi, VI/132 (Taberani’den)
[3] Kenzü’l-Ummal, IV/45 (Bezzar, Müsedded ve Taberani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/91-92.

Hz. Ebubekir’in Görüş Sahiplerine Danışması, Ebubekir ile Ömer Zamanında Danışılan Görüş Sahipleri

- Ebubekir bir hadise olduğunda onun hakkında ehli rey ve ehli fıkıhla istişare etmek istediğinde muhacir ve ensardan Ömer’i, Osman’ı, Ali’yi, Abdurrahman b. Avf’ı, Muaz b. Cebel’i Ubey b. Kâ’b’ı ve Zeyd b. Sabit’i çağırıyordu. Bütün bu zatlar Ebubekir’in halifeliği döneminde fetva veriyorlardı. Halk ancak bu zatlardan fetva istiyordu. Ebubekir’in devri böyle geçti. Sonra Ömer Halife oldu. O da bu kişileri istişare etmek için davet ediyordu ve o Halife iken de halk, Osman, Ubey ve Zeyd’e gidiyorlardı.[1]


[1] Kenzü’l-Ummal, (İbn Sa’d’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/92-93.

Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer Arasında, Bir Arazinin Ashabdan Bazılarına Verilmesi Hususunda, Vâki Olan Hadise

- Uyeyne b. Hısn ve Akra b. Hâbis, Ebubekir’e geldiler ve
“Ey Rasûlullah’ın halifesi! Önümüzde çorak bir arazi vardır. Orada herhangi bir şey yetişmiyor. Eğer orayı bize verirsen ziraat ederiz” dediler. Hz. Ebubekir de o araziyi ikisine verdi. Ve o arazi hakkında onlara bir ahidname de yazdırdı. Orada olmadığı halde Hz. Ömer’i şahid gösterdi. Ahidnameyi imzalatmak için gittiler. Hz. Ömer ahidnamenin içeriğine vakıf olduğunda onların elinden aldı, sonra da tükrüğüyle onu sildi. Onların ikisi de Hz. Ömer’e kızdılar ve onun hakkında kötü bir söz söylediler. Ömer onlara,
“Hz. Peygamber, İslâm az ve güçsüz olduğu devrede sizinle ülfet eder, size musamaha gösterirdi. Fakat Allah İslâm’ı aziz kıldı. Gidiniz, var kuvvetinizle aleyhimize çalışınız. Eğer beni gözetirseniz Allah sizi gözetmesin!” dedi. Onlar öfkeli olarak Ebubekir’e geldiler ve
“Biz bilmiyoruz, sen mi halifesin, Ömer mi?” dediler Ebubekir,
“O halifedir. İsteseydi size verirdi” dedi. O sırada Hz. Ömer öfkeli olarak Hz. Ebubekir’e geldi ve
“Şu iki kişiye vermek istediğin arazi senin midir? Yoksa bütün Müslümanların arazisi midir?” dedi. Hz. Ebubekir,
“Bu, bütün Müslümanların arazisidir” dedi. Hz. Ömer,
“O halde niçin Müslümanları bu araziden mahrum ediyor ve onu iki kişiye veriyorsun?” diye sordu. Hz. Ebubekir,
“Ben, etrafındaki bu insanlarla istişare ettim. Bunlar, ‘Ver’ dediler!” deyince Hz. Ömer,
“Bu, etrafındakilerle istişare ettiğin zaman bütün Müslümanlarla istişare etmiş gibi sayılır mı?” dedi. Ebubekir,
“Ben daha önce sana, “Sen halifelik için benden daha kuvvetlisin” dedim. Fakat sen o zaman beni dinlemedin. Halifeliği benim boynuma attın” dedi.[1]


[1] Kenz, II/189, İbn Ebi Şeybe, İbn Asakir, Beyhaki, Yakup b. Süfyan ve Buhari, Tarih’inde rivayet etmiştir. İsabe, III/55-I/59. Bu hadis Buhari’nin Tarih-Sagir’inde Yakup b. Süfyan’a nisbet edilmiştir.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/93.

Bahreyn Haracı Meselesi

- Akra ile Zeberkan, Hz. Ebubekir’e geldiler:
“Bahreyn haracını bize ver, buna karşı kavmimizden artık bir tek kişinin bile irtidad etmeyeceğini tekeffül ederiz” dediler. Hz. Ebubekir de buna razı oldu, ahidname yazdı. Aralarında sefirlik vazifesini Talha b. Ubeydullah yapıyordu. Bu ahidnamede bir kaç kişiyi de şahid gösterdiler ki, onlardan birisi de Hz. Ömer’di. Hz. Ömer’e şahidlik etmesi için haber getirildiğinde bu teklifi reddederek,
“Bu pek hayırlı bir iş değildir!” dedi.
Ahidnameyi de yırtıp attı. Tâlha, Hz. Ömer’in bu hareketine öfkelenerek halifeye geldi ve
“Sen mi halifesin, yoksa Ömer mi?” diye sordu. Hz. Ebubekir de,
“Halife Ömer’dir. Fakat ad benim” dedi. Bunun üzerine Talha sükût etti.[1]


[1] Müntehabü’l- Kenz, IV/390
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/93-94.

Hz. Ebubekir’in Savaşlarda Ashaba Danışması

- Hz. Ebubekir, Amr b. As’a “Hz. Peygamber savaş hususunda Sahabîler’le istişare etti. Sen de istişare etmeye dikkat et” diye mektup yazdı.[1]


[1] Heysemi, V/319; Kenz, II/163
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/94.

Hz. Ömer’in Görüş Sahiplerine Danışması, Hz. Ömer’in Ali’nin Kızını İstemesi ve Bu Hususta İstişare Etmesi

- Hz. Ömer, Ali’nin kızı Ümmü Gülsüm’ü istedi. Ali de,
“Ben kızlarımı Cafer’in oğullarına bıraktım” dedi. Ömer,
“Onu bana nikâhla ya Ali. Hiçbir kişi yoktur ki, benim onun güzel arkadaşlığına hazırlandığım gibi hazırlanmış olsun” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali,
“Peki, verdim” dedi. Sonra Hz. Ömer mescide geldi. O sırada Ali, Osman, Zübeyr, Talha ve Abdurrahman b. Avf Hz. Peygamber’in kabri ile minber arasında oturuyorlardı. Adeti olduğu üzere Ömer bir mesele olduğunda onlara danışırdı. Hz. Ömer orada oturanlara,
“Beni tebrik edin” dedi. Onlar da,
“Sana mübarek olsun. Fakat sen kiminle evlendin” dediler. Hz. Ömer,
“Ali b. Ebî Talib’in kızıyla” dedikten sonra Hz. Peygamber, “Benim yakınlık ve arkadaşlığım dışında, kıyamet günü bütün arkadaşlık ve akrabalık bağları kesilir” buyurmuştur. Ben ona arkadaşlık ettim. İstiyorum ki, onunla benim aramda bir akrabalık bağı da bulunsun” dedi.[1]


[1] Kenz, VII/98; Hakim, III/142
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/94.

Hz. Ömer’in İbn Abbas’a Danışması ve Sa’d b. Ebî Vakkas’ın İbn Abbas Hakkındaki Sözleri

- Hz. Ömer ile Hz. Osman bir mesele çıktığı zaman İbn Abbas’ı davet ederlerdi. O da Bedir ashabıyla beraber danışmanlık yapardı. İbn Abbas vefat edinceye kadar Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın dönemlerinde fetva vermiştir.[1]
- Hz. Ömer, Abdullah b. Abbas ile mühim olan bir mesele başgösterdiğinde istişare ederdi. Ve ona, “Şu müşkili hallet bakalım” derdi.
Sa’d b. Ebî Vakkas şöyle anlatıyor: “İbn Abbas’tan daha anlayışlı, daha hazır cevap, akıl yönünden daha mükemmel, ilim yönünden daha fazla, hilm yönünden daha genişini görmedim. Ben Hz. Ömer’i gördüm. Onu, çözülmesi zor olan meseleler için huzuruna davet eder ve ona, “Bana müşkül bir mesele geldi” der ve İbn Abbas’ın dediğinden dışarı çıkmazdı. O ne derse öyle yapardı. Halbuki onun etrafında muhacir ve ensardan Bedir’e katılanlar vardı.
- Hz. Ömer zor bir mesele baş gösterdiğinde gençleri çağırır, onlarla istişare eder, onların akıllarının keskinliğini kontrol ederdi.
Hz. Ömer herkese danışırdı. Hatta kadınla bile istişare ederdi. Çoğu kez de kadınların görüşlerini uygun bulur ve onunla hükmederdi.[2]


[1] İbn Sa’d (Ata b. Yesar’dan)
[2] Kenz, II/163 (İbn Sa’d, Beyhaki ve İbn Sim’ani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/94-95.

İstişare Konusunda Hz. Ömer’in Beliğ Bir Hutbesi

- Hz. Ömer Medine’den çıktı. Sırar denilen bir suyun üzerinde ordugâhını kurdu. Fakat halk Hz. Ömer’in ne yapacağını bilmiyordu. İran’a doğru mu gidecek, yoksa kalacak mıdır? Halk Hz. Ömer’den bir şey sormak istediğinde Hz. Osman’ı veya Abdurrahman b. Avf’ı gönderirdi. Hz. Osman’a, Hz. Ömer’in halife olduğu devrede redif deniliyordu. Redif, Arapça’da idarecinin arkasında olan kişi demektir. Araplar, reislerinden sonra riyaset makamına geçmesini ümid ettikleri kişiye redif derlerdi. Eğer Hz. Osman ile Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer’den bir şey elde edemezlerse üçüncü kişi olarak Hz. Abbas’ı gönderirlerdi. Hz. Osman, Hz. Ömer’den,
“Kulağına hangi haber gelmiştir? Ne yapmak istiyorsun?” diye sordu.
Hz. Ömer, halkı namaza davet etti. Halk toplandı. Onlara İran’da meydana gelen hadiseyi haber verdi. Sonra halkın bu husustaki fikirlerini öğrenmek için onları dikkatle dinledi. Genel olarak halk,
“Git ve bizi de beraberinde götür” dedi. Böylece Hz. Ömer onların reyine girmiş oldu. Onları aniden terketmek de istemiyordu. Ancak güzel bir şekilde onların reylerinden çıkış yolunu arıyordu. Onlara:
“Hazırlanınız, savaş tedbirlerinizi alınız. Ben kesinlikle gideceğim. Ancak bundan daha pratik bir görüş ortaya çıkarsa o zaman mesele değişebilir” dedi. Sonra rey sahiplerine haber gönderdi. Peygamberin ileri gelen Sahabîler’inin hepsi yanına geldiler. Arap önderleri hep birlikte orada buluştular. Hz. Ömer onlara:
“Bana fikrinizi söyleyiniz. Ben gitmek istiyorum” dedi. Onlar istişare ettiler ve Hz. Ömer’in bizzat savaşa gitmemesine karar verdiler. Hz. Ömer’e,
“Ordunun başına ashabdan birini tayin et ve onu arkadan takviye ederek destekle. Eğer fetih müyesser olursa zaten senin de Sahabîler’in de istedikleri budur. Yok, eğer fetih müyesser olmazsa, o zaman onun yerine başka birini tayin eder ve yeni bir ordu kurarsın. Senin bizzat ordunun başında bulunmaman düşmanın umudunu daha çok kırar. Allah Teâlâ, bize va’dettiği yardımı hiç bir zaman esirgemez” dediler. Hz. Ömer halkı bir kez daha namaza davet etti. Askerler gelip toplandı. Hz. Ömer Medine’de yerine vekil bıraktığı Ali ile keşif kolu kumandanlığına tayin ettiği Talha’ya haber salarak onları çağırdı. Ordunun sağ ve sol kanatlarına Zübeyir’le Abdurrahman b. Avf’ı kumandan tayin ettikten sonra kalktı ve şu hutbeyi okudu:
“Ey insanlar! Allah, İslâm üzerinde Müslümanları toplamıştı. Kalplerin arasına ünsiyet koymuştur. İslâm’da hepsini kardeş yapmıştır. Müslümanlar aralarındaki meselelerde bir vücut gibidirler. Vücudun bir parçasına isabet edenden, diğer parçaları da etkilenir. Müslümanlar bütün işlerini kendi aralarında istişare ile yapmalıdırlar. Müslümanların oyu ile yönetimi üzerine alan kimseye, bütün Müslümanların itaat etmeleri gerekir. Yönetimi üzerine alan da, Müslümanlardan görüş sahibi olanların görüşlerine uymalıdır. Ey insanlar, ben de sizlerden biriyim. Sizinle beraber gitmek için hazırlanmıştım. Fakat içinizdeki görüş sahiplerinin tavsiyesi üzerine sizinle beraber gitmekten vazgeçerek Medine’de kalmayı ve ordunun başına bir başkasını kumandan tayin etmeyi daha uygun buldum”[1]


[1] İbn Cerir, IV/83 (Seyf yoluyla). Ayrıca İbn Cerir bunu Ömer b. Abdulaziz’den rivayet ederken “Hz. Ömer, Ebu Ubeyde b. Mes’ud’un şehid olduğunu ve İranlıların Kisra ailesinden yeni bir şahın etrafında toplandıklarını haber alınca, Muhacir ve Ensar’ı savaşa çağırdı ve onlarla birlikte Medine’den çıkarak Sırar denilen yere kadar geldi.....” şeklinde başlamak suretiyle rivayet ediyor.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/95-96.

Hz. Ömer’in Kadisiye Savaşında Sa’d b. Ebî Vakkas’a Gönderdiği Mektup

- Amr b. Ma’dikerb cahiliye döneminde meşhurdu. İslâm’a yetişti. Hz. Peygamber’e gelip iman etti. Hz. Ömer halife iken onu Kadisiyye’de bulunan başkumandan Sa’d b. Ebî Vakkas’a gönderdi. Amr, bu savaşta büyük yararlıklar gösterdi. Hz. Ömer onu Sa’d’a gönderirken, “Sana her biri bin kişiye bedel olan Amr b. Ma’dikerb ile Züleyha b. Huveylid’i gönderiyorum. Savaş konusunda onlara danış, fakat kumandan yapma” diye bir mektup yazmıştı.[1]


[1] Heysemi, IV/319 (Tabarani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/96-97.

REİS TAYİN ETMEK

İslâm’da İlk Tayin Edilen Reis

- Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde Cüheyne kabilesi geldi ve peygambere,
“Sen aramıza geldin. Bize ahd ve söz ver de kavmimizle beraber sana gelelim!” dediler. Böylece Hz. Peygamber onlara ahid verdi ve onlar da Müslüman oldular. Hz. Peygamber receb ayında Cüheyne kabilesinin yanında bulunan Benî Kinâne soyundan bir kabileye baskın yapmak için bizi yola çıkardı. Yüz kişiden azdık. Biz de gidip onlara baskın yaptık. Fakat oba halkı kalabalık olduklarından dolayı geri çekilmek zorunda kaldık ve Cüheyne kabilesine sığındık. Cüheyne kabilesi bize, “Niçin haram olan bir ayda savaşıyorsunuz?” dediler. Biz de onlara,
“Biz haram olan ayda bizi haram beldeden çıkaranlarla savaşıyoruz!” dedik. Bunun üzerine bazılarımız diğerine,
“Peki, şimdi görüşünüz nedir?” diye sordu. Bazıları da,
“Rasûlullah’a gidelim, ona haber verelim” dedi. Bazıları ise,
“Hayır, biz burada duralım” dediler. Ben ve bir kaç kişi de,
“Kureyş kervanının yolunu keselim” dedik. O zaman kim ne ele geçirirse onun olurdu. Sonra biz kervanın bulunduğu tarafa doğru ilerledik. Arkadaşlarımız da Medine’ye dönüp durumu Hz. Peygamber’e anlattılar. Hz. Peygamber bu durumumuza öfkelendi, öyle ki yüzü kıpkırmızı kesildi ve
“Benim yanımdan hepiniz birlik olarak gittiniz. Şimdi parçalanarak bana döndünüz. Sizden öncekileri parçalanmak helâk etmiştir. Yemin ederim, ben sizin üzerinize bir kişiyi kumandan tayin edeceğim ki, o sizden daha hayırlı, açlığa ve susuzluğa daha sabırlıdır!” dedi. Böylece bize emir olarak Abdullah b. Cahş el-Esedî’yi tayin etti. Abdullah, İslâm’da tayin edilen ilk emirdir.[1]


[1] İmam Ahmed’den. Ayrıca İbn Ebi Şeybe, Begavi ve Beyhaki Delail’de zikretmişlerdir. Kenz, VII/60; İsabe, II/287
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/99.

On Kişiye Başkan Tayin Etmek

- Hudeyb’in babası Şihab el-Anberî şöyle anlatıyor: Tüster şehrinin kapısında ilk ateş yakan benim. O sırada Ebu Musa el-Eş’arî yere düştü. Tüster’i fethettikten sonra Ebu Musa beni, kavmimden on kişiye amir tayin etti.[1]


[1] İsabe, II/159 (İbn Ebi Şeybe’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/99.

Yolculukta Birinin Başkan Olması

- Müslümanlar bir seferde üç kişi olduklarında içlerinden birisini emir tayin etsinler. Hz. Peygamber böyle yapmıştır.[1]


[1] Kenz, III/344 (Bezzar, İbn Huzeyme, Darakutni ve Hakim’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/100.

Kim Başkan Seçilmeli, Kafile İçinde Kur’an’ı En İyi Bilen Başkan Seçilmelidir

- Hz. Peygamber bir birlik gönderdi. Hepsinin silah ve malzemeleri yerindeydi. Hz. Peygamber önce onlara Kur’an okutturdu. Hepsi de bildiği kadar okudu. Sıra en genç olana gelince, Hz. Peygamber,
“Ey filan, sen ne kadar biliyorsun?” diye sordu. Genç de,
“Ben şu şu kadar Kur’an’la, bir de Bakara Sûresi’ni biliyorum” dedi. Hz. Peygamber,
“Sen Bakara Sûresi’ni biliyor musun?” diye sordu. O da,
“Evet” dedi. Hz. Peygamber,
“O halde git, sen onların emirisin” dedi. Onların eşrafından bir kişi,
“Allah’a yemin ederim, Bakara Sûresi’ni ezberlemekten beni engelleyen şey, onun hakkını yerine getiremeyeceğimden korkmamdır” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Kur’an’ı öğreniniz, onu okuyunuz. Çünkü Kur’an öğrenip okuyan kimse, içi misk dolu bir kırbaya benzer. Kur’an’ı ezberleyip onu hafızasında tuttuğu halde yatan bir kimse, misk ile doldurulup ağzı bağlanan bir kırbaya benzer” buyurdu.[1]


[1] Terğib, III/12 (Tirmizi, İbn Mace ve İbn Hibban, Ebu Hureyre’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/100.

Hz. Peygamber’in Başkanlığı En Fazla Kur’an Bilene Verdiğine Dair Hz. Osman’ın Rivayeti

- Hz. Peygamber, Yemen’e bir heyet gönderdi. Onların yaşça en küçüklerini kendilerine emir seçti. Bir kaç gün beklediler, yola çıkmadılar. Hz. Peygamber onlardan biriyle karşılaştı ve ona,
“Ey filan! Sana ne oluyor? Yemen’e gitmedin mi?” dedi. Adam,
“Ey Allah’ın rasûlü, bizim emirimizin ayağı ağrıdığı için gidemedik” dedi. Hz. Peygamber emire geldi, onun ayağına üfleyerek,
“Allah’ın ismiyle, Allah ile, Allah’a sığınıyorum. Burada olanın şerrinden Allah’ın kudretine sığınıyorum” dedi. Bunu yedi defa tekrarladı ve o kişinin ayağı iyileşti. İhtiyarlardan birisi,
“Ey Allah’ın rasûlü! O, yaşça en küçüğümüzdür. Sen bize onu emir mi kılıyorsun?” diye sordu. Hz. Peygamber onun Kur’an okumasını hatırlattı. İhtiyar,
“Ey Allah’ın rasûlü! Eğer Kur’an’ı ezberledikten sonra uyuyarak ona saygısızlık etmekten korkmasaydım ben de öğrenirdim” dedi. Hz. Peygamber
“Kur’an içi misk doldurulup bir yere konulan kırbaya benzer. İşte Kur’an’ı ezberleyip göğsünde olduğu halde uyuman da buna benzer” dedi.[1]


[1] Heysemi, VII/161. Bu rivayetin senedinde Yahya b. Seleme b. Küheyl vardır. Hadis alimlerinin çoğu bu adamın zayıf olduğunu söylemiştir. Yalnız İbn Hibban onun güvenilir olduğunu söylemiştir. Bununla beraber bu adamın oğlu tarafından, kendisinden rivayet edilen hadisler içinde münker hadislerin çok olduğunu söyler. Ama bu hadisin oğlu tarafından rivayet edilmediğini de belirtir.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/100-101.

Hz. Ebubekir’in, Bedir Ashabına Başkanlık Vermek istememesi ve Hz. Ömer’in Bununla ilgili Sözü

- Hz. Ebubekir’e,
“Bedir savaşına katılanları niçin idareci olarak atamıyorsun?” diye soruldu. Cevap olarak,
“Onların kıymetinin ne kadar büyük olduğunu biliyorum. Fakat onları dünya ile kirletmek istemiyorum.”[1]
- Ubey b. Kâ’b, Hz. Ömer’e,
“Beni niçin idareci olarak tayin etmiyorsun?” dedi. Ömer,
“Dininin kirlenmesinden korkuyorum” dedi.[2]


[1] Kenz, I/146; Ebu Nuaym, Hilye, I/146; İbn Asakir (Ebubekir b. Muhammed el-Ensari’den)
[2] İbn Sa’d, III/60 (İmran b. Abdullah’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/101.

Hz. Ömer’in Emir Tayinine Dair Mektubu ve Emirde Bulunması Gereken Vasıflar Hakkındaki Sözü

- Hz. Ömer bize şunları yazdı:
“Ben size Ammar b. Yasir’i emir olarak, Abdullah b. Mes’ud’u da öğretmen ve vezir olarak gönderiyorum. İkisi de Hz. Peygamber’in ashabından ve Bedir ehlidirler. Onlardan öğreniniz ve onlara uyunuz. Ben Abdullah’ı size göndermekle sizi kendime tercih ettim. Osman b. Huneyf’i de Irak’ı taramak için gönderdim. Ücret olarak her gün bir koyun vereceksin. Koyunun yarısını ve iç organlarını Ammar b. Yasir’e, diğer kısmını da bu üç kişi arasında taksim ediniz.[1]
- Hz. Ömer,
“Bana birisini bulun ki, benim yanımda çok mühim olan işlerden birisine tayin edeyim” dedi. Ona,
“Abdurrahman b. Avf’ı tayin et” dediler. Hz. Ömer,
“O zayıftır” dedi. Sahabîler,
“Falan adamı tayin et” deyince de,
“Benim ona herhangi bir ihtiyacım yoktur, dedi.” Sahabîler:
“Peki sen kimi istiyorsun?” diye sorunca, Hz. Ömer,
“Öyle bir kişi istiyorum ki, emir seçildiğinde sanki onlardan birisi gibi olsun. Emir seçilmediği takdirde de sanki onların emiri imiş gibi davransın” dedi. Sahabîler,
“Bu sıfata ancak Rebî b. Ziyad sahiptir” dediler. Hz. Ömer,
“Doğru söylediniz” dedi.[2]


[1] Kenz, II/354. Tabarani de benzerini rivayet etmiş ancak onun rivayetinde “Osman’ı gönderdim” ibaresi yoktur. Heysemi, IX/391; Beyhaki, IX/136.
[2] Kenz, III/164 (Hakim’in, el-Kuna isimli kitabından)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/101-102.

Emir Olduğu Halde, Manevî Sorumluluktan Kimler Kurtulur

- Hz. Ömer, Bişr b. Asım’ı, Hevazin kabilelerinin zekâtlarını toplamak için görevlendirdi. Bişr vazifesine gitmek hususunda gecikti. Hz. Ömer onunla karşılaşınca,
“Seni geciktiren nedir? Bizim sözümüzü dinlemez misin? Bize itaat etmez misin?” deyince Bişr,
“Evet, sana itaat ederim. Fakat Hz. Peygamber’den dinledim. “Kim ki Müslümanların işine idareci tayin edilirse, kıyamet gününde o getirilir. Cehennem üstündeki köprünün üzerinde durdurulur. Eğer iyilik yapmışsa kurtulur, kötülük yapmışsa köprü delinir, o, yetmiş sene cehennemde yuvarlanır, derinliklerine gider” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer onun yanından mahzun olarak uzaklaştı. Ebuzer ile karşılaştı. Ebuzer,
“Seni mahzun olarak görüyorum” dedi. Hz. Ömer,
“Nasıl mahzun olmayayım” dedi ve Bişr’den dinlediklerini aktardı. Ebuzer,
“Sen bunu Hz. Peygamber’den dinlemedin mi?” deyince Hz. Ömer,
“Hayır, dinlemedim!” dedi. Ebuzer,
“Şehadet ederim ki, ben Hz. Peygamber’den aynı hadisi dinledim” dedi. Ve hadisin sonunda, “O simsiyah ve karanlıktır” cümlesini de ekledi.
“Acaba bu iki hadiseden hangisi senin kalbini daha fazla acıtır?” diye sordu. Hz. Ömer,
“İkisi de kalbimi acıttı” dedi ve “O halde halifeliği benden kim alır?” dedi. Ebuzer,
“Allah kimin burnunu kırmış ve yanağını toprağa sürtmüş ise o alır. Fakat biz senden daha hayırlısını bilmiyoruz. Eğer adalet yapmayan birisine onu devredersen, bu sefer onun günahından kurtulamazsın” dedi.[1]


[1] Terğib, III/441 (Tabarani’den). Ayrıca Abdurrezzak, Ebu Said, Begavi, Darakutni, İbn Ebi Şeybe ve İbn Münzir de kaydetmiştir. Kenz, III/163; İsabe, I/152.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/102.

Başkanlığı Kabul Etmemek, Mikdad b. Esved’in Başkanlığı Kabul Etmemesi ve Enes b. Malik’in Bu Konuyla ilgili Sözleri

- Allah’ın Rasûlü Mikdad b. Esvedî bir yere idareci tayin etti. Vazife mahallinden dönünce kendisine,
“Nasıl gördün işi?” dedi. Mikdad cevap olarak,
“Memuriyet beni bazen yükseltiyor, bazen de alçaltıyordu. Öyle ki ben kendimi tanıyamaz oldum” dedi. Hz. Peygamber,
“İşte emirlik budur!” dedi. Mikdad,
“Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, ebediyyen ben idareci olarak herhangi bir vazife almam” dedi. Gerçekten de bundan sonra Mikdad,
“Öne geç de namaz kıldır” dediklerinde bunu bile reddetmiştir.[1]
- Mikdad,
“Bir yükseltildim, bir alçaltıldım. Nihayet onlardan üstün bir kimse olduğumu zannetmeye başladım” dedi. Hz. Peygamber,
“Evet, öyledir. İster kabul et, ister etme” dedi. Mikdad da,
“Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, bundan böyle iki kişinin bile başına geçmeyeceğim” dedi.[2]


[1] Heysemi, V/201 (Bezzar’dan)
[2] Ebu Nuaym, Hilye, I/174 (Enes b. Malik’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/102-103.

Mikdad’ın Hikâyesiyle İlgili Taberânî’nin Rivayeti

- Mikdad b. Esved şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber beni bir vazifeye göndertti. Dönünce bana,
“Kendini nasıl buldun?” diye sordu. Ben de,
“Neredeyse halkın benim hizmetkârım olduğu zannına kapılacaktım. Allah’a yemin ederim, bu hadiseden sonra iki kişiye dahi baş olmak istemiyorum” dedim.[1]
- Hz. Peygamber bir kişiyi, bir askerî birliğin başına kumandan yaptı. Adam gitti, dönünce ona,
“Sen emirliği nasıl buldun?” dedi. Adam,
“Ben kavmin bir parçası gibiydim. Bindiğim zaman biniyor, indiğim zaman iniyorlardı” dedi. Hz. Peygamber,
“Saltanat helâk kapısıdır. Ancak Allah kimi korursa o müstesnadır” buyurdu. Bunun üzerine Adam,
“Allah’a yemin ederim ki, artık ne senin için, ne de başkası için vazife almayacağım” dedi. Bu söz karşısında Hz. Peygamber azı dişleri görününceye kadar tebessüm etti.[2]


[1] Heysemi, V/201(Tabarani’den)
[2] Heysemi, V/201(Tabarani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/103.

Hz. Ebubekir’in, Rafi et-Tai’ye Başkanlık Hakkında Tavsiyeleri

- Rafi et-Tai anlatıyor: Bir gazvede Ebubekir’le beraberdim. Gazveden dönünce ona,
“Ey Ebubekir! Bana tavsiyede bulun, nasihat yap!” dedim. O da bana,
“Farz namazı vaktinde kıl. Malının zekâtını nefsin razı olarak ver. Ramazan orucunu tut. Kâbe’yi ziyaret et. Ve bil ki İslâm’da hicret güzeldir. Ve bil ki hicrette cihad güzeldir. Sakın emir olma!” dedikten sonra, “İşte bugün soğuk gördüğün ve kimsenin istemediği şu emirlik, yakın bir zamanda çok rağbet görecek ve ehil olmayanların eline geçecek. Halbuki kıyamette sorgusu uzun ve azabı çetin olanlar emirlik yapanlardır. Emir olmayan bir kimse ise hesabı kolay olur. Azabı da hafif olur. Çünkü emirler Müslümanlara zulmetmeye daha müsait bir konumdadırlar. Kim Müslümanlara zulmederse, Allah’ın himaye ve teminatını çiğnemiş olur. Çünkü Müslümanlar Allah’ın kullarıdır ve onun teminatı altındadırlar. Allah’a yemin ederim ki, herhangi biriniz, sorumlu olduğu koyun ve devenin başına bir şey geldiği zaman sinir ve damarları şişer ve ‘Sahibimin koyunu, sahibimin devesi’ diye sızlanır durur. Oysa Allah’ın himayesinde olan kulları için kızmaya daha çok hakkı vardır” dedi.[1]
- Rafi şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber, Amr b. As’ı bir askeri birliğin başında Zâtü’s-Selasil denilen yere gönderdi. Amr b. As’ın beraberinde, Ebubekir, Ömer ve ashabın ileri gelenlerini de gönderdi. Onlar yola çıkıp Benî Tay kabilesinin iki dağı arasına indiler. Hz. Ömer,
“Yolu bilen bir kişi bulunuz?” dedi.
“Biz Rafi b. Amir’den başka yolu bilen bir kimse bilmiyoruz. Çünkü o, “Rebil”di dediler. Hz. Ömer,
“Rebil ne demek?” diye sordu.
“Rebil, bir kabileye tek başına baskın yapıp kabilenin malını çalan hırsız demektir” dediler. Biz gazvemizi bitirdikten sonra çıktığımız noktaya dönüp geldik ve Ebubekir’in yanına vararak,
“Ey malı helâl olan kişi, seni olgun bir insan olarak görüyorum. Bana öyle bir şey öğret ki, onu öğrendiğim zaman ben de, sizden biri ve sizin gibi olayım” dedim.
“Parmaklarının beş tane olduğunu biliyor musun?” dedi.
“Evet” dedim. Bana,
“Allah’tan başka ilah olmadığına, ortağı ve benzeri bulunmadığına ve Muhammed’in de Allah’ın kulu ve rasûlü olduğuna şehadet getirirsin, namazı kılar, zekâtı verir, Kâbe’yi ziyaret eder ve ramazan orucunu tutarsın. Bunları öğrendin mi?” dedi.
“Evet” dedim.
“Bir de, iki kişinin bile, başına emir olma” dedi.
“Bedir ashabı dururken, emirlik başkasına verilir mi?” dedim.
“Emirlik, yakın bir gelecekte yaygın hale gelir. Senin ve senden aşağı olanların bile eline geçer. Allah, Hz. Peygamber’i gönderdi ve insanlar İslâm’a girdiler. Kimisi Allah hidayet verdiği için girdi, kimisi de kılıç korkusundan. Bununla beraber hepsi de Allah’ın himayesine giren kimselerdir. Eğer bir kişi, emirlik görevini üzerine alır, birbirlerine zulmeden insanlara seyirci kalır da, mazlumun hakkını zâlimden almazsa, Allah ondan mutlaka intikam alır. Sizden herhangi bir kimse, himayesi altında olan birisinin koyunu elinden zorla alınırsa öfkeden damarları kabarmaz mı? İşte bunun gibi, Allah Teâlâ da himayesi altında olan kimsenin arkasındadır” dedi. Bir yıl sonrâ Ebubekir’in halife seçildiğini öğrendim. Hemen yanına gittim ve
“Ben Rafi’yim. Falan yerde sana kılavuzluk yapmıştım” dedim.
“Seni hatırladım” dedi. Ben de,
“Sen bana âmirlik alma demiştin. Fakat sen âmirliğin en büyüğünü aldın, ümmetin başına geçtin” dedim. Bana,
“Evet, kim ümmetin başına geçer de, onların arasında Allah’ın kitabıyla hükmetmezse, Allah’ın lânetine müstehak olur” dedi.[2]


[1] Kenz, III/162
[2] Heysemi, V/202 (Tabarani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/103-105.

Ashabın Gaziliği Kumandanlığa Tercih Etmeleri

- Amcalarım Halid, Eban, Amr b. Said b. As, Rasûlullah’ın vefatını işittiklerinde, vazifelerinden el çektiler ve Medine’ye geldiler. Ebubekir,
“Rasûlullah’ın görevlendirdiği kimseden daha lâyık kimse yoktur, o halde vazifelerinize dönünüz” dedi. Onlar da,
“Rasûlullah’tan sonra hiç kimsenin emrinde vazife yapmak istemiyoruz” dediler ve hepsi Şam cephesine savaşa gittiler. Hepsi de orada şehid düştüler.[1]


[1] Kenz, III/126 (Hakim, Ebu Nuaym ve İbn Asakir, Said b. Ömer b. Said b. el-As’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/105

Hz. Ömer ile Eban b. Said’in Emirlik Hususunda Konuşmaları ve A’lâ b. el-Hadramî’nin Bahreyn’e Vali Olarak Gönderilmesi

- Ömer b. Hattab, Eban b. Said’e, vazifesini bırakıp Medine’ye geldiğinde,
“Sen imamının iznini almadan vazifeni terkedip Medine’ye gelmeye yetkili değildin. Hele bu halde? Fakat sen halifeden emin oldun” dedi. Eban da,
“Ben Allah’ın peygamberinden sonra, hiç kimsenin emrinde vazife almak istemiyorum. Eğer ben Hz. Peygamber’den sonra, bir kişiden vazife alacak olsaydım, üstünlüğü ve İslâm’daki önceliğinden dolayı Ebubekir’den alırdım. Fakat Hz. Peygamber’den sonra hiç kimseden vazife almayacağım” dedi. Bunun üzerine Eban’dan boşalan Bahreyn Valiliği için, Ebubekir ashabla istişare etti. Hz. Osman A’lâ b. El-Hadrami’yi kasdederek,
“Hz. Peygamber’in Bahreyn’e gönderdiği ve onun da orada İslâm’ı yayarak, insanların itaatini sağlayan, aralarında kalarak oranın durumunu bilen adamı gönder” dedi. Hz. Ömer de,
“Eban b. Said b. el-As’ı zorla. Çünkü Eban aralarında kaldığı için onları iyi tanır” dedi. Hz. Ebubekir de,
“Ben Hz. Peygamber’den sonra kimseden memurluk almam” diyen bir kimseyi zorlamam” dedi. Sonra hepsi de A’lâ b. el-Hadramî üzerine birleştiler.[1]


[1] Kenz, III/133 (İbn Sa’d’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/105.

Ebu Hüreyre’nin Emirlik Görevini Kabul Etmemesi

- Ebu Hureyre şöyle anlatıyor: Hz. Ömer beni vali tayin etmek üzere çağırdı. Fakat ben kabul etmedim. Hz. Ömer,
“Sen vazifeden hoşlanmıyor musun? Halbuki senden daha hayırlı olan bir insan vazife istemiştir” dedi. Ben, onun kim olduğunu sorunca, Hz. Ömer,
“Yakub’un oğlu Yusuf (a.s.)” dedi. Ben de,
“O peygamber oğlu peygamberdi. Bense, Ümeyme’nin oğlu Ebu Hureyre’yim. Ben üç ile iki şeyden korkuyorum” dedim. Hz. Ömer bana,
“Niçin beş demiyorsun da üç ve iki diyorsun?” dedi. Ben de,
“İlimsiz söylemekten, delilsiz hükmetmekten, sırtımın acımasından, malımın alınmasından, şahsıma küfredilmesinden korkuyorum!” dedim.[1]


[1] Ebu Musa’nın “ez-Zeyl”de kaydettiği Ebu Nuaym’ın bu rivayeti hakkında İsabe sahibi “Senedi cidden zayıftır” diyor. Fakat Abdurrezzak da rivayet ettiği için “kuvvetlenmiştir” demiştir. Ayrıca İbn Sad’da, (IV/59)aynı manada bazı eklemelerle rivayet etmiştir.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/105-106.

İbn Ömer’in Kadılığa Yanaşmaması

- Hz. Osman İbn Ömer’i çağırdı ve
“Git, halk arasında hükmet!” dedi. Abdullah b. Ömer,
“Ey müminlerin emiri! Beni affedemez misin?” deyince Hz. Osman,
“Hayır! Kesinlikle gidip halk arasında hükmetmeni istiyorum” dedi. İbn Ömer,
“Acele etme, ben Allah’ın Rasûlü’nden, “Kim Allah’a sığınırsa o tam bir sığınak bulmuştur” diye duydum. Hz. Osman,
“Evet, Hz. Peygamber bunu söyledi” deyince İbn Ömer,
“Ben, kadı olmaktan Allah’a sığınıyorum” dedi. Hz. Osman,
“Sen niçin kadı olmuyorsun? Oysa senin baban hükmetti” dedi. İbn Ömer,
“Hz. Peygamber’in, “Kim kadı olur da bilmeden hükmederse, cehennem ehlinden olur” dediğini duydum. Durum böyle olunca ben kadılıktan ne umayım?” dedi.[1]
- Abdullah İbn Ömer şöyle anlatıyor: Hz. Osman beni kadı olmaya zorladı. Ben de bunu kabul etmedim ve “Hz. Peygamber’den, ‘Kadılar üç sınıftır. Birisi kurtulur, iki sınıfı cehennemdedir. Zulümle veya arzusuyla hükmeden helâk olur, hak ile hükmeden ise kurtulur’ buyurduğunu işittim” dedim.[2]


[1] Heysemi, IV/193 (Tabarani’nin el-Esvat ve el-Kebir’inden). İmam Ahmed’in rivayetinde “Bunun üzerine Osman, Abdullah b. Ömer’i affettiği gibi “Ben artık hiç kimseyi kadı olmaya zorlamayacağım” dedi” ibaresi de vardır.
[2] Heysemi, IV/193 (Tabarani’den); İbn Sa’d, IV/108; Ebu Ya’la da benzerini rivayet etmiştir.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/106.

İbn Ömer ile Kızkardeşi ve Mü’minlerin Annesi Hafsa Arasında, Dûmetü’l-Cendel Anlaşması Hakkında Geçen Konuşma

- Hz. Ali ile Muaviye’nin Dumetü’l-Cendel’de bir araya geldiklerinde müminlerin annesi Hafsa bana,
“Allah’ın ümmeti Muhammed arasında ıslah edeceği bir sulhtan geri kalman uygun değildir. Sen peygamberin kayınbiraderi ve Ömer b. Hattab’ın oğlusun” dedi. Bunun üzerine kalkıp Dûmetü’l-Cendel’e gittim. Büyük ve cins bir devenin sırtında oraya gelen Muaviye,
“Kim bu işe tamah eder ve boynunu uzatır?” dedi. Ben o günden önce dünyayı arzulamamıştım. Çıkıp ona,
“Seni ve babanı İslâm’a sokuncaya kadar vuran ve sizi zorla bu dine sokan kimse[1] buna göz diker” diyeyim dedim. Fakat cennet ve cennet nimetlerini hatırladım ve bunların söylemekten vazgeçtim.[2]
- İbn Ömer şöyle anlatıyor: Ali ile Muaviye bir araya geldiklerinde Muaviye ayağa kalkıp,
“Bu hilafete benden daha müstahak olan kim vardır?” diye sordu. Ben de kalkıp,
“Sen ve baban kâfir olduğunuz için size vuran kimseler, sizden daha müstehaktırlar” demeye hazırlandım. Fakat sözümün yanlış anlaşılarak, hilafeti benim istediğimi sanacaklar diye söylemedim.[3]


[1] Abdullah b. Ömer, kendisini kasdediyor.
[2] Heysemi, IV/208, “Doğru olan şudur ki, İbn Ömer, Hasan b. Ali ile Muaviye bir araya geldiklerinde demiştir de, ravi yanlış anlamıştır. Çünkü Ali, Muaviye ile bir araya gelmemiştir” diyor. İbn Sa’d, IV/135 (İbn Ömer’den)
[3] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/106-107.

İmran b. Husayn’ın Emirliği Kabul Etmemesi

- Ziyad, İmran b. Husayn’ı, Horasan’a vali olarak göndertmek istedi. İmran bu teklifi kabul etmedi. İmran’ın arkadaşları Horasan Valiliği’ni kabul etmediği için kendisini kınadılar. İmran,
“Allah’a yemin ederim ki, ben onun hararetinden kavrulurken, onlar da onun serinliğinde sefâ sürsünler istemiyorum. Düşmanla karşılaştığım sırada, Ziyad’dan bana mektup gelmesinden korkarım. Çünkü onun emrini yerine getirsem helâk olurum. Onun, emrini yerine getirmesem boynum vurulur” dedi. Ziyad da, Hakem b. Amr el-Ğıfari’yi Horasan’a vali tayin etti. Hakem de onun emrini yerine getirdi. İmran,
“Bana Hakem’i çağıracak birisi yok mu?” dedi. Birisi gidip Hakem’i çağırdı. Hakem gelince İmran ona,
“Hz. Peygamber’in, ‘Allah’a isyan yolunda hiç kimseye itaat edilmez’ dediğini duymadın mı?” dedi. Hakem,
“Evet, duydum” dedi. Bunun üzerine İmran,
“Elhamdülillah” veya “Allahu Ekber” dedi.
- Ziyad, Hakem’i bir ordunun başına kumandan tayin etti. İmran b. Husayn, Hakem’e geldi. Halkın arasında onunla buluştu. Hakem’e,
“Niçin geldiğimi biliyor musun?” diye sordu. Hakem,
“Niçin geldin?” deyince İmran ona,
“Adamın biri, amirinin emri üzerine kendini ateşe atmak isterken, yanındakiler ona engel olmuşlardı. Hz. Peygamber bunu duyunca,
“Eğer kendini ateşe atsaydı, hem kendisi, hem de emiri cehenneme gireceklerdi. Çünkü Allah’a isyan yolunda, kullara itaat edilmez” buyurdu. Sen bunu hatırlamıyor musun?” dedi. Hakem,
“Hatırlıyorum” deyince de,
“Ben, sadece bu olayı sana hatırlatmak için gelmiştim” dedi.[1]


[1] Heysemi, V/226 (İmam Ahmed’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/107-108.

Halife ve Amirlere Hürmet Gösterip Emirlerine Uymak
Bir Seferde Halid b. Velid ile Ammar b. Yasir Arasında Geçen Olay

- Hz. Peygamber, Halid b. Velid b. Muğire el-Mahzûmi’yi bir askeri birliğin başında kumandan olarak gönderdi. Aynı birlikte Ammar b. Yasir de er olarak bulunuyordu. Bu askeri birlik yola çıktı. Sabahleyin hücum etmek istedikleri kavme yaklaştılar. Gecenin bir saatinde konakladılar. Kabile halkı durumdan haberdar olup kaçtılar. Yalnız onlardan bir kişi kaldı. Kendisi ve aile efradı iman etmişti. Bundan dolayı kaçmaya gerek duymadılar. Adam ailesine,
“Siz durun. Ben bir yere kadar gidip geleceğim” dedi ve Ammar b. Yasir’e gelerek,
“Ey Ebu Yakazan, ben ve ailem daha önce müslüman olmuştuk. Bunun bana bir yararı olur mu?” dedi. Ammar da,
“Sen yerinde kal. Kimse sana karışamaz” dedi. Adam dönüp evine gitti. Sabahleyin Halid b. Velid köye baskın yaptı. Fakat köyde hiç kimseyi bulamadı. Yalnız müslüman olduğu için kaçmayan aile kalmıştı. Halid onları yakaladı. Ammar Halid’e,
“Sen bunlara karışamazsın. Çünkü bunlar daha önce müslüman olmuşlardır” dedi. Halid,
“Sen bu işe ne karışıyorsun. Amir benim. Benden izinsiz kimseye eman veremezsin” dedi. Ammar da,
“Evet, amir sensin, ama ben de eman verebilirim. Zaten ben eman vermeseydim, diğerleri gibi onlar da kaçabilirdi. Ben onlara, ‘Yerinizde kalın’ dediğim için kaçmadılar” dedi. Bunun üzerine birbiriyle çekiştiler. Birbirlerine ağır ve çirkin sözler söylediler. Medine’ye dönünce, Ammar olayı Hz. Peygamber’e anlattı. Hz. Peygamber, Ammar’ın eman verebileceğini söyledi ve “Fakat bundan sonra hiç kimse, amirinin izni olmadan kimseye eman vermesin” dedi. Bunun üzerine, Halid ile Ammar, yine birbirine ağır ve çirkin sözler söylediler. Halid, Hz. Peygamber’e,
“Ey Allah’ın rasûlü! Bu köle senin huzurunda bana sövüyor. Eğer sen olmasaydın o bana sövemezdi” dedi. Hz. Peygamber,
“Ey Halid! Ammar’dan vazgeç. Çünkü Ammar’a buğzedene Allah buğzeder. Ammar’a lânet okuyana Allah lanet eder!” dedi. Sonra Ammar kalkıp gitti. Halid b. Velid, Ammar’ın peşine düştü. Elbisesine yapıştı. Durmadan ona yalvardı. Bunun üzerine Nisa: 4/59 ayeti nazil oldu.[1]


[1] Kenz, I/242 (İbn Cerir, İbn Asakir, İbn Abbas’dan). Ayrıca Ebu Ya’la, Nesai, Tabarani, İmam Ahmed, Hakim, İbn Ebi Şeybe de rivayet etmişlerdir. Kenz, VII/73; Hakim, III/390; Heysemi, IX/294
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/108-109.

Halife ve Amirlere Hürmet Gösterip Emirlerine Uymak
Bir Seferde Halid b. Velid ile Ammar b. Yasir Arasında Geçen Olay

- Hz. Peygamber, Halid b. Velid b. Muğire el-Mahzûmi’yi bir askeri birliğin başında kumandan olarak gönderdi. Aynı birlikte Ammar b. Yasir de er olarak bulunuyordu. Bu askeri birlik yola çıktı. Sabahleyin hücum etmek istedikleri kavme yaklaştılar. Gecenin bir saatinde konakladılar. Kabile halkı durumdan haberdar olup kaçtılar. Yalnız onlardan bir kişi kaldı. Kendisi ve aile efradı iman etmişti. Bundan dolayı kaçmaya gerek duymadılar. Adam ailesine,
“Siz durun. Ben bir yere kadar gidip geleceğim” dedi ve Ammar b. Yasir’e gelerek,
“Ey Ebu Yakazan, ben ve ailem daha önce müslüman olmuştuk. Bunun bana bir yararı olur mu?” dedi. Ammar da,
“Sen yerinde kal. Kimse sana karışamaz” dedi. Adam dönüp evine gitti. Sabahleyin Halid b. Velid köye baskın yaptı. Fakat köyde hiç kimseyi bulamadı. Yalnız müslüman olduğu için kaçmayan aile kalmıştı. Halid onları yakaladı. Ammar Halid’e,
“Sen bunlara karışamazsın. Çünkü bunlar daha önce müslüman olmuşlardır” dedi. Halid,
“Sen bu işe ne karışıyorsun. Amir benim. Benden izinsiz kimseye eman veremezsin” dedi. Ammar da,
“Evet, amir sensin, ama ben de eman verebilirim. Zaten ben eman vermeseydim, diğerleri gibi onlar da kaçabilirdi. Ben onlara, ‘Yerinizde kalın’ dediğim için kaçmadılar” dedi. Bunun üzerine birbiriyle çekiştiler. Birbirlerine ağır ve çirkin sözler söylediler. Medine’ye dönünce, Ammar olayı Hz. Peygamber’e anlattı. Hz. Peygamber, Ammar’ın eman verebileceğini söyledi ve “Fakat bundan sonra hiç kimse, amirinin izni olmadan kimseye eman vermesin” dedi. Bunun üzerine, Halid ile Ammar, yine birbirine ağır ve çirkin sözler söylediler. Halid, Hz. Peygamber’e,
“Ey Allah’ın rasûlü! Bu köle senin huzurunda bana sövüyor. Eğer sen olmasaydın o bana sövemezdi” dedi. Hz. Peygamber,
“Ey Halid! Ammar’dan vazgeç. Çünkü Ammar’a buğzedene Allah buğzeder. Ammar’a lânet okuyana Allah lanet eder!” dedi. Sonra Ammar kalkıp gitti. Halid b. Velid, Ammar’ın peşine düştü. Elbisesine yapıştı. Durmadan ona yalvardı. Bunun üzerine Nisa: 4/59 ayeti nazil oldu.[1]


[1] Kenz, I/242 (İbn Cerir, İbn Asakir, İbn Abbas’dan). Ayrıca Ebu Ya’la, Nesai, Tabarani, İmam Ahmed, Hakim, İbn Ebi Şeybe de rivayet etmişlerdir. Kenz, VII/73; Hakim, III/390; Heysemi, IX/294
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/108-109.

Avf b. Mâlik ile Halid b. Velid Arasında Geçen Olay

- Zeyd b. Harise ile Mûte savaşına giden müslümanlarla beraber ben de vardım. Bu savaşa katılmak için Yemen’den gelen arkadaşlardan biri de benim yanımdaydı. Kılıcından başka silahı yoktu. Yolda müslümanlardan birisi bir deve kesti. Yanımdaki arkadaş, devenin derisinden bir parça istedi. O da verdi. Deriyi bir kalkan haline getirdi. Sonra Rumlarla karşılaştık. Rumların içinde eğeri altından kır bir ata binmiş, silahları da altın işlemeli bir Rum süvarisi vardı. Müslümanları biçip gidiyordu. Benim yanımdaki arkadaş da büyük bir taşın arkasında oturup onu vurmak için bir fırsat kollamaya başladı. O Rum süvarisi, onun yanından geçerken yerinden fırlayarak atının ayağını kesti. Rum süvarisi yere düştü. O da göğsüne çıkıp onu öldürdükten sonra atını, silahını ve eşyalarını aldı. Savaş bittikten sonra, Halid b. Velid, adam gönderip Rum süvarinin eşyalarını ondan aldırttı. Ben Halid’e vardım ve
“Ey Halid! Bilmez misin, Allah’ın Rasûlü öldürene, öldürülenin araç ve gereçlerinin verilmesine hükmetmişti!” dedim. Halid,
“Evet. Fakat ben bunu bu kişi için çok görüyorum” dedi. Ben de,
“Kesinlikle onun ganimetini kendisine vereceksin veya seni Hz. Peygamber’e şikayet edeceğim” dedim. Fakat geri vermedi. Hz. Peygamber’in yanına döndüğümüzde meseleyi anlattım. Hz. Peygamber,
“Ey Halid! Bu işi niçin yaptın?” deyince, Hz. Halid,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Bu kişiye onları çok gördüm” dedi. Hz. Peygamber de,
“Ey Halid! Ondan aldıklarını kendisine ver” dedi. Ben de Halid’e,
“Ne olduğunu gördün mü?” dedim. Hz. Peygamber,
“Ne var, ne oldu?” diye sordu. Ona aramızda geçen çekişmeyi anlattım. Bunun üzerine Hz. Peygamber öfkelendi ve
“Ey Halid! Geri verme. Benim amir tayin ettiğim kimseyi ne diye rahatsız ediyorsunuz? Sorumluluğu onlar çekiyor. İşin kazancını siz görüyorsunuz” dedi.[1]


[1] Bidaye, III/249 (İmam Ahmed, Avf b. Eşcai’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/109.

Devlet Başkanına Hürmet Hususunda Hz. Ömer’le Sa’d b. Ebî Vakkas Arasında Cereyan Eden Hadise

- Hz. Ömer’e bir miktar mal getirilmişti. O da onu halk arasında dağıtmaya başladı. Halk toplandı, büyük bir izdiham oldu. Bu sırada Sa’d b. Ebî Vakkas da gelerek kalabalığı ite kaka yarıp Hz. Ömer’in yanına kadar geldi. Onun bu yaptığını görmüş olan Hz. Ömer yanına geldiğinde onu kamçılayarak şöyle dedi:
“Sen, Allah’ın yeryüzündeki sultanından çekinip korkmaksızın buraya kadar geldin. Ben seni dövmek suretiyle Allah’ın sultanının senden korkmadığını göstermiş oldum.”[1]


[1] İbn Sa’d, III/206 (Raşid b. Sa’d’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/110.

Emîre İtaat Hususunda Amr İbnü’l-As ile Hz. Ömer Arasında Geçen Bir Olay

- Hz. Peygamber, içlerinde Hz. Ebubekir’le Ömer’in de bulunduğu bir askerî birliğin başına Amr İbnü’l-As’ı getirmişti. Hedefe varılıp da konaklanıldığında Amr İbnü’l-As ateş yakılmamasını emretti. Bunun üzerine Hz. Ömer öfkelenip ona küfretmeye kalkıştı. Hz. Ebubekir onu engelleyerek, “Hz. Peygamber, savaşı iyi bilmeseydi Amr’ı başımıza tayin etmezdi” dedi. Bu sözler üzerine Hz. Ömer yumuşadı.[1]


[1] Beyhaki, IX/41 (Abdullah b. Yezid’den); Hakim, III/42 (Abdullah b. Büreyde’den, o da babasından. Bu hadis “Hz. Peygamber, Amr İbnü’l-As’ı Zatü’s-Selasil gazvesinden emir olarak gönderildi...” cümlesiyle başlamakta ve olayı benzer şekilde anlatmaktadır. Ayrıca Hakim “Bu hadis, isnadı sahih olamasına rağmen Müslim ve Buhari tarafından rivayet edilmemiştir” demektedir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/110.

İyad b. Ğunm’un Devlet Başkanlarına Saygı Hususundaki Hadisi

- Dâra şehri müslümanlarca fethedildiğinde İyad b. Ğunm oranın ateşperest valisini dövdü. Bunun üzerine Hişam b. Hakîm onu azarlayarak,
“Bu adamı niçin dövdün, yazık değil mi?” dedi. Ancak bir kaç gün sonra özür dilemek üzere onun yanına gelerek şöyle dedi:
“Sen Hz. Peygamber’in, ‘Kıyamet gününde insanların en şiddetli azap görecek olanı dünyada insanlara en şiddetli ve sert davranan kişidir’ buyurduğunu duymadın mı?” İyad da ona şunları söyledi:
“Ey Hişam! Biz de senin gördüklerini gördük ve duyduklarını duyduk. Sen kiminle sohbet etmişsen biz de onunla sohbet ettik. Peki sen Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu işitmedin mi? ‘Kim otorite sahibine nasihat verecek olursa, bunu halkın huzurunda açıkça söylemesin. Elinden tutarak onu tenha bir yere götürüp öyle söyleyin. Şayet emir sahibi onun nasihatlarını kabul edecek olursa ne âlâ, aksi takdirde o kişi vazifesini yerine getirmiş olur.’ Sense ey Hişam! Allah’ın sultanına karşı gelmek cesaretini gösterdin. Peki onun seni öldürmesinden korkmadın mı? Sen kendini Allah’ın sultanına öldürtmek ister misin?”[1]


[1] Hakim, III/290 Cübeyr b. Nüfeyr’den. “Senedi sahih olmasına rağmen Müslim ve Buhari tarafından rivayet edilmemiştir” der); Zehebi de bu hadis için “Bu senette İbn Züreyk vardır ki bu şahıs çok zayıftır” demektedir; Heysemi, V/229 (Ahmed, Şureyh b. Ubeyd ve başkalarından. Hadiste “İyad b. Ğunm, Dara’yı fethettiğinde oranın kafir kralını dövdü; Hişam da ona kaba sözler söyledi” denilerek olay olduğu gibi anlatılmaktadır).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/110-111.

Huzeyfe’nin Emîre Karşı Silaha Sarılma Hakkındaki Sözleri

- Huzeyfe zamanında halk emîrin yaptığı işleri hoş karşılamadı. Bir gün halktan birisi mescide giderek safları yara yara, cemaatin içinde oturmakta olan Huzeyfe’nin bulunduğu yere kadar gitti. Yanıbaşında durarak,
“Ey Allah rasûlünün arkadaşı! Niçin iyiliği emredip kötülükten nehyetme görevini yerine getirmiyorsun?” dedi. Onun bu sözleri ne maksatla kullandığını anlayan Huzeyfe,
“İyiliği emredip kötülükten sakındırma çok güzel bir şeydir. Ancak sünnette emir sahiplerine silah çekmek diye bir şey yoktur” dedi.[1]


[1] Heysemi, V/224 (Bezzar, Zeyd b. Vehb’den. Heysemi, “Bu senette Habib b. Halid vardır. İbn Hibban onun için “Sikadır” derken Ebu Hatim kavi olmadığını söyler” der).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/111.

Emîre Hürmet Hususunda Ebu Bekre’nin Naklettiği Hadis

- Bir gün Abdullah b. Âmir minbere çıkarak halka hitap etti. Sırtında ince bir elbise vardı; saç ve sakalı da güzelce taranmıştı. Ebu Bekre de, o gün mescitte bulunuyor ve minberin hemen yanında oturuyordu. Abdullah hutbeyi bitirip indi ve namazı da kıldırdıktan sonra mescitten çıktı. Onun çıkışından sonra Hâricîlerden olan Mirdas Ebu Bilal kalkarak,
“Müslümanların emîrine de bakınız; ince elbiseler giyerek kendisini fâsıklara benzetmiş” dedi. Onun bu sözlerini işiten Ebu Bekre, oğlu Usayla’a,
“Git, bana Mirdas Ebu Bilal’i çağır!” dedi. Çocuk da koşup Ebu Bilal’i çağırdı. Ebu Bekre ona şunları söyledi:
“Emir hakkında söylemiş olduğun sözlerini duydum. Ancak ben Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu işitmiştim: “Kim Allah’ın sultanına ikramda bulunursa Allah onu şereflendirir. Kim de O’nun sultanını zayıflatıp rezil etmeye kalkışırsa Allah da onu zayıflatır ve rezil eder.”[1]


[1] Beyhaki, VIII/163 (Ziyad b. Küseyb el-Adevi’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/111.

Devlet Başkanına Ancak Meşru Şeylerde İtaat Edilmesi

- Hz. Peygamber Ensar’dan birini askerî bir birliğin başına kumandan tayin etti. Birlikte yer alan askerlere de kumandanlarının sözünden çıkmamalarını ve ona itaat etmelerini emretti. Ancak yola çıktıktan sonra bir meseleden dolayı onu kızdırdılar. Bunun üzerine kumandan,
“Bana odun toplayınız!” diye emretti; hemen toplayıp bir yere yığdılar.
“Tutuşturunuz!” dedi; tutuşturdular. Sonra
“Hz. Peygamber sizlere benim sözümden çıkmayıp bana itaat etmenizi emretti değil mi?” diye sordu. Onlar da,
“Evet!” deyince,
“O halde bu ateşe girmenizi emrediyorum!” dedi. Sahabiler birbirlerine baktılar ve sonra,
“Biz Hz. Peygamber’i, ateşten kurtulabilmek için kabul ettik; sense tutmuş bize ateşe girmemizi emrediyorsun!” dediler. Bunun üzerine kumandanın öfkesi dindi ve bu arada ateş de söndü. Geri döndüklerinde Sahabîler bu olayı Hz. Peygamber’e anlattılar. O da şöyle buyurdu:
“Eğer o ateşe girmiş olsaydınız artık ondan hiç çıkamazdınız; çünkü emre itaat ancak meşru şeyler için geçerlidir”[1]


[1] Bidaye, IV/226 (Buhari ve Müslim; Hz. Ali’den Aynı şekilde yine Buhari ve Müslim, İbn Abbas’tan da rivayet etmişlerdir); Kenz, III/170 (İbn Cerir, İbn Abbas’tan; İbn Ebi Şeybe de Ebu Said’den. Bu rivayette Ebu Said hadiste sözü geçen kişinin Abdullah b. Huzafe es- Sehmi olduğunu söyler. Ancak Abdullah, Ensar’dan değil Kureyş’tendir).; İsabe, II/296.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/112.

Devlet Başkanına İtaat Hususundaki İbn Ömer Hadisi

- Hz. Peygamber, bir kaç ashabıyla oturmakta olduğu bir sırada onlara,
“Sizler benim Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğuma inanıyorsunuz değil mi?” buyurdular. Onlar,
“Evet, inanıyoruz ve şehâdet ediyoruz ki, sen Allah’ın Rasûlü’sün!” dediler. Hz. Peygamber bu kez,
“Peki bana itaat edenin Allah’a itaat etmiş sayılıp, benim emirlerime uymanın Allah’a itaatın bir parçası demek olduğuna da inanıyor musunuz?” diye sordular. Sahabîler de,
“Evet! Şehadet ederiz ki sana itaat eden Allah’a itaat etmiş sayılıp, senin emirlerine uymak da Allah’a itaatin bir parçasıdır” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Bana itaat etmek Allah’a itaat demek olduğu gibi, emirlerime itaat de bana itaat demektir. Eğer onlar namazı oturarak kılarlarsa siz de oturarak kılınız” buyurdu.[1]


[1] Kenz, III/168 (Ebu Ya’la, İbn Asakir tarikiyle İbn Ömer’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/112.

Hz. Peygamber’in Ebu Zerr el-Gıfârî’ye Başkana Saygı Konusunda Tavsiyede Bulunması

- Ebu Zerr el-Gıfârî Hz. Peygamber’e hizmet eder; yaptığı hizmet bittikten sonra da mescide giderdi. Onun evi mescitti. Orada yatıp kalkıyordu. Bir gece Hz. Peygamber mescide çıktı. Orada toprak üzerinde uyumuş olan Ebu Zerr’i gördü. Ayağı ile dokunarak onu uyandırdı. Ebu Zerr kalkıp oturdu. Hz. Peygamber ona,
“Niçin burada uyuyorsun?” dedi. Ebu Zerr de,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Nerede uyuyayım? Benim mescitten başka evim yok ki!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber onun yanına oturdu ve
“Seni mescide koymayacak olurlarsa ne yapacaksın?” diye sordu. Ebu Zerr ise,
“Şam’a gideceğim. Çünkü orası hicret ve mahşer yurdudur; peygamberler diyarıdır. Oraya yerleşip onlardan biri olacağım” dedi. Hz. Peygamber ona,
“Peki seni Şam’dan da çıkaracak olurlarsa o zaman ne yapacaksın?” diye sordu. Ebu Zerr bu soruya,
“Yine buraya döner ve bu mescidi kendime ev edinirim” karşılığını verdi. Hz. Peygamber üçüncü defa olarak,
“Bu kez de müsaade etmeyecek olurlarsa” dedi. O zaman Ebu Zerr,
“Kılıcımı çeker, ölünceye dek çarpışırdım” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber onun sırtını sıvazlayıp gülümseyerek,
“Sana bundan daha hayırlısını haber vereyim mi?” buyurdular: Ebu Zerr de,
“Evet ey Allah’ın Rasûlü! Anam babam sana feda olsun!” dedi. Hz. Peygamber de ona,
“Seni nereye sürüklerlerse orada kalır; nereye sevkedecek olurlarsa oraya gidersin. Bana kavuşana dek de bu şekilde idare edersin” dediler.[1]
- Ebu Zerr şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber bana,
“Seni oradan çıkartacak olurlarsa ne yaparsın?” diye sordular. Ben de,
“Kılıcımı alır, beni çıkartan kişiyi öldürürdüm” diye cevap verdim. Bunun üzerine mübarek elleriyle omuzlarımın arasına vurarak,
“Ey Ebâ Zerr! Onları affet! Seni nereye çekerlerse oraya gidip; nerede kalmanı isterlerse orada kal! Başına siyahî bir köle de seçilmiş olsa ona itaat et!” buyurdular. Rebeze’ye sürgün edildiğimde orada zekât malları üzerine emir tayin edilmiş siyahî birisini gördüm. Bir namaz vakti namazı kıldırmak üzere öne geçeceği sırada beni görerek, geri çekilmek istedi. Bunun üzerine ona,
“Hayır, namazı sen kıldır; ben Hz. Peygamber’in emirine itaat ederim” dedim.[2]
- Rebeze’ye sürgüne giden Ebu Zerr orada Hz. Osman’ın zenci bir kölesini bir işin başında görevli olarak buldu. Bir gün o kişi ezan okuyup kamet getirerek,
“Ey Ebâ Zerr! Öne geç!” dedi. Ebu Zerr ise,
“Hayır, geçmem! Çünkü Hz. Peygamber siyah bir köle de olsa emir sahiplerine itaat edip onun sözünü dinlememi emretmişti” dedi. Bunun üzerine zenci öne geçerek namazı kıldırdı, Ebu Zerr de ona tâbi oldu.[3]
- Hz. Peygamber, Ömer (r.a.)’a şunları söyledi: “Başındaki emir Habeşli ve burnu kesik bir köle de olsa dinle ve itaat et! Sana zarar verecek olursa, sabır göster ve emirlerini yerine getir. Seni haklarından mahrum bıraksa bile karşı çıkma ve zulümlerine sabret! Şayet dininden taviz vermeni isteyecek olursa o zaman, “Kanım dinime feda olsun!” deyip bu yolda kendini feda et ve sakın cemaatten ayrılma!”[4]


[1] Kenz, III/168 (İbn Cerir, Esma binti Yezid’den); Heysemi, V/223 (Ahmed, Esma’dan bir benzerini rivayet etmektedir. Heysemi “ Bu hadisin ravileri arasında bulunan Şehr b. Havşeb zayıftır; ancak hadis alimleri onun sika olduğunu söylemişlerdir” der).
[2] İbn Cerir rivayet etmektedir.
[3] Kenz, III/168 (Abdurrezzak, Tavus’tan)
[4] Kenz, III/167 (İbn Ebi Şeybe, İbn Cerir, Beyhaki, Nuaym b. Hammad ve başkaları Hz. Ömer’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/113-114.

Devlet Başkanına Saygı Hususundaki Hz. Ömer Hadisi ve Bu Konuda Alkame ile Aralarında Geçen Bir Olay

- Alkame b. Alâse geceleyin Hz. Ömer’le karşılaştı. Gecenin karanlığında onu Halid b. Velid’e benzeterek,
“Ey Halid! Şu kişi (Hz. Ömer) seni haksız yere ordu kumandanlığından azletti. Senin bir suçun yoktu. Amcamın oğluyla birlikte ondan bir şey istemek üzere gelmiştik. Ancak seni azlettiğini öğrendikten sonra artık hiçbir şey istemeyeceğiz” dedi. Hz. Ömer de ona,
“Peki, daha başka neler diyeceksin?” dedi. O ise,
“Onlar bizim emirlerimizdir ve üzerimizde hakları vardır, biz bunları yerine getirmek zorundayız. Emrimiz Allah Teâlâ’ya aittir” dedi. Sabah olduğunda, Hz. Ömer, Halid b. Velid’e,
“Ey Halid! Dün gece Alkame sana ne söyledi?” diye sordu. O,
“Allah’a yemin ederim ki bana bir şey söylemedi” dedi. Hz. Ömer de,
“Bir de yemin edersin öyle mi?” dedi.
- O gece Alkame b. Alâse, Halid zannettiği Hz. Ömer’e,
“Ey Halid! Sâkin ol, sakın bir şey yapayım deme!” dedi.
- O gecenin sabahında Hz. Ömer, Alkame b. Alâse’nin ihtiyacını karşıladı ve isteklerini yerine getirdi.
- O gece Hz. Ömer, Alkâme’ye,
“Söyleyecek başka bir şeyin var mı?” dediğinde o,
“Dinlemek ve itaat etmek gerektiğinden başka bir şey diyemeyeceğim” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer de,
“Eğer çevremdekiler de böyle düşünecek olsalar falan falan şeylere sahip olmaktan daha iyi olurdu” dedi.[1]


[1] İsabe, II/504 (Bu son dört hadis sırasıyla Yakup b. Süfyan sahih bir senetle Hz. Hasan’dan; Ebu Nadre tarikiyle; İbn Aid’den ve Zübeyr b. Bekkar, Muhammed b. Seleme’den, o da Malik’ten. Ayrıca Seyf b. Ömer “Her ikisi de doğru söylediler” buyurmuştur).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/114-115.

Cüzzamlı Bir Kadının Devlet Başkanı Olan Hz. Ömer’e İtaat Etmesi

- Hz. Ömer, Kâbe’yi tavaf eden cüzzamlı bir hanımın yanından geçti ve ona,
“Ey Allah’ın kulu! Müslümanlara eziyet etme! Sen evinde oturmuş olsaydın çok daha iyi olurdu” dedi. Kadın da bu emre uyarak evine çekildi ve dışarı çıkmaz oldu. Sonunda bir kişi onun yanına giderek,
“Sana çıkmayı yasaklayan kişi öldü; artık çıkabilirsin” dedi. Ancak kadın,
“Hayattayken itaat edip de öldüğünde isyan edemem” cevabını verdi.[1]


[1] Kenz, V/192(İmam Malik, İbn Ebi Müleyke’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/115.

Emîre isyan Etmenin Tehlikeleri

- Hz. Ali’nin hilâfeti devrinde bir grup askerin başında bulunuyordum. Bir gün Hz. Ali bize bir görev verdi ve sonra da,
“Emrettiğim işi yerine getirdiniz mi?” diye sordu. Biz,
“Hayır!” deyince de,
“Allah’a yemin ederim ki ya size verilen emirleri yerine getirirsiniz ya da Yahudiler’le Hristiyanlar boyunlarınıza biner” buyurdu.[1]


[1] Kenz, III/167 (İbn Ebi Şeybe, Şemir’den, o da bir adamdan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/115.

Başkana İtaat Hususunda Amr İbnü’l-As, Ebu Ubeyde ve Hz. Ömer Arasında Geçen Bir Olay

- Hz. Peygamber, Amr İbnü’l-As’ı askerî bir birliğin başında, Şam hududundaki Zâtü’s Selâsil’e gönderdi. Düşmanlar belliydi. Bunlar Kudâa’ya bağlı olan Beliyy ve Abdullah oğulları kabileleri idi. Beliyy oğulları Amr İbnü’l-As’ın babası As b. Vâil’in dayı tarafıydı. Amr oraya vardığında, düşmanın çokluğundan korktu ve Hz. Peygamber’e haber göndererek imdat istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber içlerinde Hz. Ebubekir’le Ömer’in de bulunduğu ilk muhacirlerin ileri gelenlerinden kurulu bir imdat kuvveti hazırlayarak gönderdi. Başlarına da Ebu Ubeyde b. el-Cerrah’ı geçirdi. Zâtu’s-Selâsil’e vardıklarında Amr onlara,
“Ben sizin hepinizin emiriyim; çünkü Hz. Peygamber sizleri benim isteğim üzerine buraya göndermiştir” dedi. Muhacirlerse,
“Hayır, sen ancak daha önce seninle gelmiş olanların emirisin. Bizim emirimiz ebu Ubeyde’dir” dediler. Amr İbnü’l-As tekrar, “Siz bana imdat için gönderilmiş olduğunuzdan dolayı emirinizle birlikte bana tâbi olmak zorundasınız” dedi.
Ebu Ubeyde güzel ahlâklı ve yumuşak huylu birisiydi. Hadisenin daha fazla büyümesini önlemek için kalktı ve
“Ey Amr! Hz. Peygamber bizleri buraya gönderirken bana ikimizin birbirimize itaat edip yardımcı olmamızı emretti. Sen bana isyan etsen de ben sana itaat edeceğim” diyerek emirliği Amr İbnü’l-As’a verdi.[1] Hz. Peygamber Kelb, Gassan oğulları ve Şam hudutlarında oturan diğer Arap kafirleri üzerine iki ordu gönderdi. Bunların birinin başına Ebu Ubeyde b. el-Cerrah’ı, diğerinin başınaysa Amr İbnü’l-As’ı getirdi. Ebu Ubeyde ordusu içinde Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer de bulunuyordu. Medine’den çıkacakları sırada Hz. Peygamber, Ebu Ubeyde ile Amr’ı çağırtarak onlara, “Sakın birbirinize isyan etmeyiniz” tenbihinde bulundu. Medine’den çıktıktan sonra bu ikisi bir araya gelerek konuştular. Ebu Ubeyde, Amr İbnü’l-As’a şöyle dedi:
“Ey Amr! Biliyorsun Hz. Peygamber hem sana hem de bana birbirimize isyan etmememizi emretmiştir. O halde gel ya sen benim emrime gir, ya da ben senin emrine gireyim!” Bunun üzerine Amr İbnü’l-As,
“Ben senin emrine girmem; sen benim emrime gir!” dedi. Ebu Übeyde de bunu kabul etti ve böylece Amr her iki ordunun da komutanı olmuş oldu. Bu durum Hz. Ömer’in ağrına gitti ve Ebu Ubeyde’ye şöyle dedi:
“Sen nasıl oluyor da Nâbiğa’nın oğlunun emrine girip onu hem kendine ve hem de Ebubekir’le bizlere emir yapabiliyorsun? Bu yaptığın doğru bir şey midir?” Ebu Ubeyde ise ona
“Ey annemin oğlu! Hz. Peygamber bana da Amr’a da birbirimize isyan etmememizi emretmişti. Ben ona itaat etmediğim takdirde Hz. Peygamber’e isyan etmiş olmaktan korktum. Böylece benimle onun arasına halk girecek ve aramızda büyük bir anlaşmazlık da çıkacaktır. Allah’a yemin ederim ki dönünceye kadar ona itaatta devam edeceğim” dedi. Savaş bitip ordular Medine’ye döndüğünde Hz. Ömer bu durumu Hz. Peygamber’e şikayet etti. Hz. Peygamber de “Bundan böyle sizlere (muhacirlere) ancak sizden birisini tayin edeceğim” buyurdular.[2]


[1] Bidaye, IV/273 (Beyhaki, Urve b. Zübeyr’den); Kenz, V/310 (İbn Asakir, Urve’den. Burada “Şam huhudu” yerine “Şam’ın doğusu” tabiri geçmektedir).
[2] Kenz, V/319 (Zuhri’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/115-117.

Hz. Ömer’in, Devlet Başkanının Halkı Üzerindeki Hakları Konusunda Söyledikleri

- Hz. Ömer bir hutbelerinde şunları söylediler: “Ey ahali! Şunu biliniz ki üzerinizde bazı haklarımız vardır. Bunlar, bizim bulunmadığımız yerlerde bize ihanet etmemeniz ve hayırlı işlerde bizlere yardımcı olmanızdır. Ayrıca şunu bilmenizi de isterim ki Allah katında imamın (devlet başkanının) yumuşaklığından ve şefkatinden daha sevimli bir şey olamaz. Diğer taraftan da Allah Teâlâ katında imamın cahil ve öfkeli oluşundan daha kötü bir şey yoktur”[1]
- Hz. Ömer halka hitap ederek şunları söyledi: “Allah Teâlâ nezdinde imamın (devlet başkanının) yumuşak ve merhametli oluşundan daha güzel bir şey yoktur. Aynı şekilde Allah katında hiçbir cehalet imamın öfkeli ve cahil olmasından daha kötü değildir. Kim görmüş olduğu şeyleri affederse ona âfiyet verilir. İnsaflı ve halkın haklarına riayetkâr olanlar zafere ulaşır. Şunu da biliniz ki itaattaki zillet, isyandaki izzetten çok daha hayırlıdır.”[2]


[1] Kenz, III/165 (Hennad, Seleme b. Şihab’dan); Taberi, V/32 (Seleme b. Küheyl’den).
[2] Kenz, III/165 (Hennad, Abdullah b. Akim’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/117.

Enes’in Âmirlere Küfretmeme Hususundaki Hadisi

- Enes (r.a.) şöyle diyor: Hz. Peygamber’in sahabilerinden olan büyüklerimiz bizleri emirlerimize küfredip onlara hile yapmaktan ve isyan etmekten menettiler. Ayrıca da “Allah’tan korkunuz ve sabır gösteriniz; çünkü bu sayede Allah’a yakınlaşırsınız” dediler.[1]


[1] Kenz, III/168(İbn Cerir’den).

Devlet Başkanının Yanında Doğruyu Söylememenin Münafıklık Kabul Edilmesi

- Urve şöyle anlatıyor: Abdullah b. Ömer’e giderek şunları söyledim:
“Ey Ebâ Abdirrahman! Bizler emirlerimizin huzurunda bulunduğumuz sıralarda, doğru olmadığını bildiğimiz halde bazan onların sözlerini tasdik ediyoruz. Böylece da haksızlık yaptıklarında onları desteklemiş ve zulümlerini kendilerine güzel göstermiş oluyoruz. Bu durumda bizim halimiz ne olacaktır?” Abdullah b. Ömer bu soruma şöyle cevap verdi:
“Ey yeğenim! Biz Hz. Peygamber’le birlikteyken bunu münafıklık sayardık; ama siz nasıl görüyorsunuz bilmem”[1]
- Bir kişi Abdullah b. Ömer’e gelerek
“Bizler emirlerimizin yanlarına girip çıktığımızda onların huzurlarında söylediklerimizin tam tersini söylüyoruz. Bu konuda ne diyeceksiniz?” diye sordu. İbn Ömer de
“Biz bunu münafıklık sayardık” cevabını verdi.[2]
- İbn Ömer, ziyaretine gelen bir kişiye
“Valiniz Ebu Uneys’le nasılsınız? Onunla iyi geçinebiliyor musunuz?” diye sordu. Bunun üzerine o kişi
“Bizler onun huzuruna girdiğimizde hoşuna gidecek şeyler söylüyor; çıktıktan sonra da bunun tam tersini söylüyoruz” cevabını verdi. İbn Ömer de
“Biz Hz. Peygamber’le beraberken böyle şeyleri münafıklık kabul ederdik” dedi.[3]
- Şa’bî şöyle anlatıyor: Abdullah b. Ömer’e giderek
“Emirlerimizin huzuruna girdiğimizde onların hoşuna gidecek şekilde konuşuyoruz. Çıktığımızda ise tam tersini söylüyoruz, buna ne buyurursun?” dedik. İbn Ömer de
“Biz Hz. Peygamber zamanında böyle bir hareketi münafıklık sayardık” dedi.[4]


[1] Beyhaki, VIII/165
[2] Beyhaki, VIII/164 (Asım b. Muhammed’den, o da babasından); Terğib, IV/382 (Buhari’den aynı şekilde rivayet edilmektedir. Ancak orada “Biz Hz. Peygamber zamanında bunu münafıklık sayardık” denilmektedir).
[3] Kenz, I/93 (İbn Asakir, Mücahid’den)
[4] Ebu Nuaym, Hilye, IV/332
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/117-118.

Başkanları Güldürüp Eğlendirmenin Yasaklanması

- Alkame b. Vakkas şöyle anlatıyor: İşsiz güçsüz bir adam emirlerin yanına girip onları güldürüyordu. Dedem ona şunları söyledi:
“Ey falan adam! Azap olunasıca; sen niçin emirlerin yanına girip onları güldürmeye çalışıyorsun? Ben Hz. Peygamber’in sahabîlerinden Bilal b. Hâris el-Müzenî’den duydum ki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
‘Kim Allah’ın rızasına uygun olarak konuşursa Allah Teâlâ’dan hiç ummadığı dereceler kazanır. Bu konuşmadan dolayı ölüp de O’nun karşısına çıkıncaya dek Allah Teâlâ ondan razı olur. Kim de Allah’ın gazabına yol açacak bir şey söylerse; Allah Teâlâ onu hiç beklemediği derecede alçaltır ve ölüp de kendisine kavuşuncaya dek ona buğzeder.”[1]
- Bilal b. Hâris el-Müzenî emirleri eğlendirmeye çalışan bir adama şunları söylemiştir:
“Seni emirlerin huzuruna girip çıkarken görüyorum. Onların yanında neler söylediğini bilmiyorum ama ayağını denk al! Çünkü Hz. Peygamber’in ‘Kim Allah’ın gazabına yol açacak bir şey söylerse, Allah Teâlâ onu hiç beklemediği derecede alçaltır ve ölüp de kendisine kavuşuncaya dek ona buğzeder’ dediğini işittim.”[2]


[1] Beyhaki, VIII/165
[2] Beyhaki, VIII/165 (Alkame’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/118-119.

Huzeyfe’nin “Başkanların Kapıları Fitne Yerleridir” Demesi

- Huzeyfe (r.a.) bir gün
“Fitne yerlerine gitmekten sakınınız!” dedi. Bunun üzerine birisi
“Ey Ebâ Abdillah! Bu fitne yerleri neresidir?” diye sordu. Huzeyfe de
“Emirlerin huzurudur; çünkü sizler onların yanına giriyor, yalan söyledikleri halde onları tasdik ediyor ve onu kendisinde bulunmayan şeylerle methediyorsunuz” dedi.[1]


[1] Ebu Nuaym, Hilye, I/277 (Huzeyfe’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/119.

Devlet Başkanlarına Nasıl Davranılması Gerektiği Hakkında Hz. Abbas’ın Oğluna Nasihatta Bulunması

- İbn Abbas şöyle anlatıyor: Bir gün babam Abbas beni karşısına alarak bana şu nasihatta bulundu:
“Ey oğul! Görüyorum ki mü’minlerin emiri (halife) seni kendisine yakın kabul edip Hz. Peygamber’in ashabının yanı sıra seninle de istişârede bulunuyor. Sana üç tavsiyede bulunacağım; kulağını aç da bunları iyi öğren! Birincisi Allah’tan kork ve mü’minlerin emirine hiç yalan söyleyip onu aldatma. İkincisi onun sırrını hiç kimseye söyleme. Üçüncüsü ise yanında hiç kimsenin gıybetini yapma!” Bunu dinleyenlerden Âmir, İbn Abbas’a
“Bunların her birisi bin nasihata (veya dinara) bedeldir” dedi. İbn Abbas ise
“Bana göre de onbin nasihata (veya dinara) bedeldir” dedi.[1]
- Hz. Abbas, oğlu Abdullah’a şunları söyledi:
“Ey oğul! Gördüğüm kadarıyla şu kişi (Hz. Ömer) sana ikramda bulunup seni kendisine yakın kabul ediyor ve yine seni dengi olamayacağın kişilerle bir tutuyor. O halde söyleyeceğim şu üç şeyi iyi dinle ve öğren: Sakın o senin bir yalanını yakalamasın; ikinci olarak onun herhangi bir sırrını hiç kimseye ifşa edeyim deme. Son olarak da huzurunda kimsenin gıybetini yapma.”[2]


[1] Ebu Nuaym, Hilye, I/318; Tabarani de bir benzerini rivayet etmiştir; Heysemi, IV/221
[2] Beyhaki, VIII/167 (Şa’bi’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/119-120.

Başkanın Yanında Hakkın Söylenip, Başkan Allah’a İsyan Ettiğinde Onun Emirlerine Uyulmaması

- Hz. Ömer, hir âyetin okunuşu hakkında Übeyy b. Ka’b’a itirazda bulundu. Bunun üzerine Übeyy
“Ey Ömer! Ben bu âyeti Hz. Peygamber’den dinleyip öğrenirken sen Bakî’de alışverişle meşguldün” dedi. Hz. Ömer de
“Doğru söylüyorsun ey Übeyy! Ben bunu yanımda hakkı ve doğruyu söyleyen kimselerin bulunup bulunmadığını denemek için söylemiştim. Çünkü hakkı konuşmayan ve yanında haktan bahsedilmeyen emirde hayır yoktur” dedi.[1]
- Übeyy b. Ka’b, Mâide Sûresi’nin 107. âyetini okuyordu. Hz. Ömer onun okuyuşuna itiraz ederek
“Yanlış okudun; burası böyle olmayacak!” dedi. Übeyy ise
“Hayır, ben doğru okuyorum; yanlış okuyan sensin” diye karşılık verdi. Orada bulunanlardan birisi Übeyy’e
“Sen mü’minlerin emirini yalancılıkla mı itham ediyorsun?” dedi. Bunun üzerine Übeyy b. Ka’b şunları söyledi:
“Ben müminlerin emirinin hakkını senden daha fazla gözetirim. Ancak ben onu Allah’ın kitabını tasdik hususunda yalanladım. Bunu yapmaktaki gayem de Allah’ın kitabının doğru okunmasıdır” dedi. Hz. Ömer de
“Übeyy doğru söylüyor” diyerek meseleyi kapattı.[2]


[1] Kenz, VII/2 (İbn Raheveyh, Hasan’dan)
[2] Kenz, I/285 (Abd b. Humeyd, İbn Cerir ve İbn Adiyy, Ebu Miclez’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/120.

Beşir b. Sa’d’ın Hz. Ömer’e “Eğer Hatalı Davransaydın Biz de Seni Okların Doğrultulduğu Gibi Doğrulturduk” Demesi

- Hz. Ömer bir mecliste, etrafında muhacir ve ensar da bulunduğu halde şöyle buyurdu:
“Şayet bazı işlerinizde gevşek davranarak hatalar yapmış olsaydım ne yapardınız?” Oradakilerden hiç kimse cevap vermedi. Bunun üzerine Hz. Ömer sözlerini iki üç kere tekrar etti. Nihayet Beşir b. Sa’d kalkarak
“Eğer böyle yapacak olursan seni oklar nasıl doğrultuluyorsa öyle doğrulturuz” dedi. Hz. Ömer de
“Sizler, benim istediğim gibi hakkı müdâfaa eden bir müslüman topluluksunuz” dedi.[1]


[1] Kenz, III/148 (İbn Asakir ve Ebu Zerr el-Herevi, Cami’de Nu’man b. Beşir’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/120.

Muhammed b. Mesleme’nin Hz. Ömer’e “Seni Okun Ateşte Tutularak Düzeltilmesi Gibi Düzeltirdik” Demesi

- Hz. Ömer bir gün Hâriseoğullarının kuyularının bulunduğu yere gitti. Oraya vardığında Muhammed b. Mesleme’nin de orada bulunduğunu gördü. İbn Mesleme, Hz. Ömer’e
“Biz seni istediğimiz vasıflarda buluyor ve senin için hayırlar diliyoruz. Devletin gelirlerini ve ganimetleri artırıyor ve onlardan yeme hususunda da çok dürüst ve namuslu davranıyorsun. Dahası onları adaletli bir şekilde dağıtıyorsun. Eğer bunlardan ayrılacak olursan seni, okun ateşe tutularak düzeltildiği gibi düzeltiriz” dedi. Hz. Ömer de “Beni, haksızlık ve yanlışlıklar yaptığımda düzeltecek bir kavmin başına getirdiğinden dolayı Allah Teâlâ’ya şükürler olsun!” dedi.[1]


[1] Müntehab-ı Kenzi’l-Ummal, IV/381 (İbnü’l-Mübarek, Musa b. Ebi İsa’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/121.

Muaviye’nin, Kendisine İtiraz Eden Birisi İçin “Bu Kişi Beni İhya Etti” Demesi

- Muaviye Kamâme gününde (doğrusu cuma gününde) minbere çıkarak
“Mal bizim malımız, haraç bizim haracımızdır. Kime istersek ona verir, istemediklerimize de vermeyiz” dedi. Halktan hiç kimse de ona cevap vermedi. İkinci cumada yine aynı şeyleri söyledi ve fakat bu sefer de cemaattan hiçbir ses çıkmadı. Ancak üçüncü cumada da aynı sözleri tekrarlayınca orada bulunanlardan birisi kalkarak
“Hayır, nereden senin oluyormuş? Aksine mal bizim malımız, ganimetler de bizim ganimetimizdir. Kim onlarla bizim aramıza girip bizi onlardan mahrum etmeye kalkışacak olursa onu kılıçlarımızla Allah’ın mahkemesine sevkederiz” dedi. Muaviye minberden inip namazı kıldırdıktan sonra o kişiyi huzuruna çağırttı. Bunun üzerine halk bu kişinin öldürüleceğine kesin gözüyle bakmaya başladı ve onun arkasından Muaviye’nin huzuruna doluştular. Ancak içeri girdiklerinde o kişiyle Muaviye’nin yanyana oturmakta olduklarını gördüler.
Muaviye kalkarak, halka şunları söyledi:
“Bu kişi beni ihya etti, Allah da onu ihya etsin! Çünkü Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu duymuştum: ‘Benden sonra bazı yöneticiler ve emirler gelecektir. Halk, haksız da olsalar onlara karşılık vermeyecek ve böylece de maymunların itişip kakışmaları gibi sıkışık bir şekilde toptan ateşe gireceklerdir’. Ben ilk cumada o sözleri söyleyince sizden hiç kimse çıkıp bir şey söylemedi. Bunun üzerine ben kendim de bu emirlerden biri olmaktan korktum. Bu yüzden ikinci cumada da aynı sözleri tekrarladım. Yine cevap alamayınca kendi kendime ‘Ben de Hz. Peygamber’in bahsettiği o emirlerden biriyim’ dedim. Ancak üçüncü cumada bu kişi kalkarak bana cevap verdi ve böylece de beni ihya etmiş oldu. Allah da kendisini ihya etsin!”[1]


[1] Heysemi, V/236 (Tabarani Kebir ve Esvat adlı kitaplarında ve Ebu Ya’’la, Ebu Füneyl’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/121-122.

Halid’in Şam Valisi Ebu Ubeyde’ye Öğüt Vermesi

- Ebu Ubeyde, Şam’da valilik yaptığı sırada çiftçilerden bazılarını dövdü. Bunun üzerine o sırada orada bulunan Hz. Halid b. Hakim kalkarak onu azarladı. Huzurdakiler
“Valiyi öfkelendirdin” dediler. Halid’se şöyle cevap verdi:
“Gayem onu öfkelendirmek değildir. Ancak ben Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu işittim: ‘Kıyamet gününde insanların en şiddetli azap görecek olanları, bu dünyada insanlara en şiddetli ve sert davrananlardır’. Ben onu bu tehlikeden kurtarmak için nasihatta bulundum”[1]


[1] İsabe, I/403 (İbn Ebi Asım ve Beğavi, Halid b. Hakim b. Hizam’dan. Ayrıca İmam Ahmed, Tabarani, Baverdi ve Buhari’nin de Tarih’inde rivayet ettiği kaydedilir. Baverdi de şöyle bir ek vardır: “Ebu Ubeyde halka, ganimet hususunda eza verdi); Heysemi, V/234
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/122.

el-Hakem’in Devlet Başkanının Emrine Rağmen Müslümanlara Haklarını Vermesi

- Ziyad, el-Hakem b. Amr el-Gıfârî’yi Horasan’a emir olarak gönderdi. Orada çok büyük ganimetler elde edildi. Ziyad, el-Hakem’e bir mektup yazarak
“Mü’minlerin Emiri bana bir mektup gönderdi; onda altın ve gümüşlerin kendisi için ayırtılmasın istiyor. Sen de buna uyarak altın ve gümüşleri askerlerine dağıtmayacaksın” dedi. Bunun üzerine el-Hakem de ona şunları yazdı:
“Gönderdiğin mektupta Emîrü’l-Mü’minîn’in altın ve gümüşlerin kendisi için ayırtılmasın istediğini belirtiyorsun. Ancak ben bütün bunlardan önce Allah Teâlâ’nın mektubunu (kitabını) okumuştum. Yemin ederim ki Allah Teâlâ; yer ile gökler birbirine yapışacak olsa yine de kendisinden korkan kullarına bir çıkış yolu ihsan edecektir. Vesselam!”
el-Hakem bunların yazdıktan sonra tellallar çıkartarak
“Herkes ganimetini almak için gelsin!” diye bağırttı ve alınan ganimetleri müslümanlar arasında taksim etti. Bunu haber alan Muaviye onu zincirleterek hapse attırdı. el-Hakem orada vefat etti ve zincirleriyle birlikte defnedildi. O, ölmeden önce
“Ben kıyamet günü Allah’ın huzurunda Muaviye’den davacıyım” dedi.[1]
- Alınan ganimetleri müslümanlar arasında taksim eden el-Hakem
“Ey Rabbim! Eğer huzuruna çıkmam hayırlı olacaksa canımı al!” diye dua etti. Bundan sonra da Horasan’ın Merv şehrinde vefat etti.[2]
- el-Hakem, Ziyad’dan bir kınama mektubu alınca kendi kendisine beddua etti ve bunun üzüntüsüyle de öldü.[3]


[1] Hakim, III/442 (Hasan’dan)
[2] İbn Abdi’l-Berr, İstiab, I/316
[3] İsabe, I/347 (Burada olayın aslının böyle olduğu söylenilmektedir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/122-123.

İmran b. Husayn’ın Topladığı Zekat Mallarını Gereken Yerlere Dağıtması

- Ziyad veya onun oğlu, İmran b. Husayn’ı zekat toplamakla görevlendirdi. Ancak o geri döndüğünde yanında bir tek dirhem dahi getirmemişti. Ziyad (veya oğlu) ona
“Hani, getirmek üzere görevlendirildiğin mallar nerede?” diye sordu. Bunun üzerine İmran b. Husayn
“Sen beni zekat toplamak üzere göndermiştin. Ben de topladım ve Hz. Peygamber’in zamanında nasıl dağıtılıyorsa aynen öyle dağıttım. Böylece de elimde hiçbir şey kalmadı” dedi.[1]


[1] Hakim, III/471 (İbrahim b. Ata’dan, o da babasından).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/123.

Halkın Devlet Başkanı Üzerindeki Hakları; Hz. Ömer’in Halka İdarecilerinden Memnun Olup Olmadıklarını Sorması:

- Hz. Ömer, kendisini ziyarete gelen heyetlerden oranın emîrini sorar ve “Hastaları yoklamaya gidip kölelerin istekleriyle ilgilenir mi? Halka nasıl davranır; kapısında kimleri barındırır?” gibi sorulara cevap isterdi. Eğer gelen heyet bunlardan birine hayır diyecek olursa Hz. Ömer o valiyi derhal azlederdi.[1]
- Hz. Ömer bir vali tayin ettikten sonra, o şehirden gelen heyetlere şunları sorardı:
“Valinizin halka davranışı nasıldır? Köleleri ziyaret eder, cenazelere katılır mı? Yanına kolayca girilip çıkılabilir mi?” Eğer heyet
“Hasta köleleri ziyaret eder, yanına girip çıkmak da kolaydır” derse o valiyi yerinde bırakırdı. Aksi takdirde onu azletmek üzere hemen birisini yollardı.[2]


[1] Kenz, III/166 (Beyhaki, Esved b. Yezid’den).
[2] Kenz, III/166 (Hennad, İbrahim’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/123.

Hz. Ömer’in Tayin Ettiği İdarecilere Bazı Şartlar Koşması

- Hz. Ömer bir yere vali tayin ettiğinde ona cins atlara binip beyaz ekmek yemesini, ihtiyaç ve iş sahiplerine karşı kapılarını kapalı tutmasını ve ince elbiseler giymesini yasaklar;
“Eğer bunlardan birini yapacak olursan, azledilip cezaya çarptırılırsın” derdi. Daha sonra onu uğurlarken de şunları söylerdi:
“Ben sana müslümanlara dilediğince hükmetme ve karışma hakkı vermiyorum. Onların canlarına, mal ve namuslarına dokunamazsın. Senin görevin onların önlerine geçip namaz kıldırmak; alınan ganimetleri hakkınca taksim etmek ve aralarında adaletle hükmetmektir. Eğer altından kalkamayacağın bir şeyle karşılaşırsan onu bana gönder. Sakın askerlere ve müslümanlara vurayım deme; çünkü korkaklaşırlar ve sen de onlardan beklediğin verimi alamazsın. Askerleri hudut boylarında dört aydan fazla bekletme ki fitneye düşüp ahlakları bozulmasın. Onlara büyüklük taslama ki sana gelip ihtiyaçlarını söyleyebilsinler. Son olarak da birbirine karıştırılmaması için Kur’an âyetleriyle birlikte hadis ve açıklamalar yazma!”[1]
- Hz. Ömer, valilerine şöyle derdi:
“Kur’an âyetlerini başkalarından ayırınız, onları bir arada yazmayınız. Elinizden geldiğince Hz. Peygamber’den nakiller yapmayınız; çünkü ben de sizinle ortak olurum”. Hz. Ömer valiler ve diğer idarecilere kısas da yapardı. Şikayet edilen idareciyle şikayetçiyi yüzleştirir, suçu sabit görüldüğünde de onu işten alır ve cezalandırırdı.[2]
- Hz. Ömer bir kişiyi emir olarak tayin ettiğinde Ensar’dan ve başkalarından bir grup insanı da şahit tutarak ona “Ben seni müslümanların kanlarına hâkim kılmadım; onların kanlarına müdahale yetkin yoktur” derdi.[3]


[1] Kenz, III/148 (Beyhaki, Asım b. Ebi Nücüd’dan)
[2] Taberi, V/19 (Ebu Husayn’dan kısa olarak).
[3] Kenz, III/148 (İbn Ebi Şeybe ve İbn Asakir, Ebu Huzeyme b. Sabit’ten).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/124.

Hz. Ömer’in Başkan Seçilen Kişinin Vazifelerini Belirlemesi

- Hz. Ömer, Said b. Âmir el-Cumahî’ye haber göndererek
“Seni şu kişilerin başına emir olarak tayin ediyorum. Onların başında düşman topraklarına gidip cihad edeceksin” dedi. Said ise
“Ey Ömer! Ne olursun beni bu beladan uzak tut” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer şunları söyledi:
“Allah’a yemin ederim ki siz emirlerin peşini bırakmayacağım. Beni bu ağır yükün (halifeliğin) altında tek başıma bırakıp gitmenize izin vermeyeceğim. Seni onların başına daha üstün ve efdal olduğun için getirmedim. Bunun içindir ki onları dövüp, namus ve haysiyetlerini ayaklar altına alamazsın. Sen yalnızca onların başında düşmanla cihad edeceksin ve alınan ganimetleri de aralarında paylaştıracaksın.”[1]


[1] Kenz, III/149 (İbn Sa’d ve İbn Asakir, Abdurrahman b. Sabit’ten).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/124-125.

Ebu Musa’nın Valinin Vazifesi Hakkındaki Sözleri

- Ebu Musa (r.a.) şöyle anlatıyor: Vali olarak gönderildiğim şehrin halkına “Mü’minlerin Emîri Hz. Ömer beni sizlere Allah’ın kitabını ve Hz. Peygamber’in sünnetini öğretip yollarınızı tertemiz yapmam için gönderdi” dedim.[1]


[1] Kenz, III/149 (İbn Asakir ve Ebu Nuaym’ın Hilye’sinden).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/125.

Emîrin Halka Tepeden Bakıp Kapısını Onlara Kapatmasının Yasaklanması; Hz. Ömer’in Mısır’da Kendisi İçin Ev Yeri Olarak Ayırtılan Arsayı Müslümanlara Pazar Yeri Yapması

- Amr İbnü’l-As Mısır’dan bir mektup yazarak Hz. Ömer’e
“Biz senin için mescidin yanında bir ev yeri ayırdık; bu hususta emriniz nedir?” diye sordu. Hz. Ömer de ona
“Hicaz’da oturan bir kişi için Mısır’da ev mi yapılırmış?” şeklinde bir cevap yollayıp orayı müslümanlar için pazar yeri yapmasını emretti.[1]


[1] Kenz III/148 (İbn Abdi’l-Hakem, Ebu Salih el-Gıfari’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/125.

Emîrin Halka Tepeden Bakıp Kapısını Onlara Kapatmasının Yasaklanması; Hz. Ömer’in Mısır’da Kendisi İçin Ev Yeri Olarak Ayırtılan Arsayı Müslümanlara Pazar Yeri Yapması

- Amr İbnü’l-As Mısır’dan bir mektup yazarak Hz. Ömer’e
“Biz senin için mescidin yanında bir ev yeri ayırdık; bu hususta emriniz nedir?” diye sordu. Hz. Ömer de ona
“Hicaz’da oturan bir kişi için Mısır’da ev mi yapılırmış?” şeklinde bir cevap yollayıp orayı müslümanlar için pazar yeri yapmasını emretti.[1]


[1] Kenz III/148 (İbn Abdi’l-Hakem, Ebu Salih el-Gıfari’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/125.

Hz. Ömer’in; Kendisi İçin Bir Minber Yaptıran Mısır Valisi Amr İbnü’l-As’a O Minberi Yıkmasını Emretmesi

- Hz. Ömer, Mısır valisi olan Amr İbnü’l-As’a şunları yazdı: “Duyduğuma göre kendine bir minber yaptırmış ve arasıra çıkıp insanlara tepeden bakıyormuşsun. Acaba, sen orada ayakta durup müslümanlar ayaklarının seviyesinde dururken senin orada ayakta dikilip onlara hitap etmen yetmedi mi? Sana o minberi yıkmanı emrediyorum”[1]


[1] Kenz III/166 (İbn Abdi’l-Hakem, Ebu Temin el-Geyşani’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/125.

Hz. Ömer’in Ebu Osman en-Nehdî’ye Halka Kapısını Kapatmaması İçin Bir Mektup Yazması

- Ebu Osman (r.a.) şöyle anlatıyor: Biz Azarbeycan’da iken Hz. Ömer’den şöyle bir mektup aldık: “Ey Utbe b. Ferkad! Şunu bilesin ki elde edilen ganimetler ne annenin ve ne de babanın kazancı değildir Sen evinde karnını ne ile doyuruyorsan müslümanlara da ondan yedirmelisin. Sakın müşriklerin yaptıkları gibi dünya nimetlerine dalıp aşırılığa kaçma. İpekli elbiseler de giyeyim deme.”[1]


[1] Terğib, III/458 (Müslim’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/126.

Hz. Ömer’in Humus Valisini Cezalandırması

- Hz. Ömer bir hac mevsiminde halkın durumunu öğrenmek için çıkmıştı. Bu sırada Humus ahalisinden bir grup geldi. Hz. Ömer onları görünce kendilerine
“Valiniz nasıldır? Ondan memnun musunuz?” diye sordu. Humuslular
“O çok iyi birisidir. Kendisine bir şahnişin yâptırmış ve orada oturmaktadır” dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer derhal bir mektup yazarak bir ulakla ona gönderdi. Mektupta şahnişinin yakılmasını emrediyordu. Ulak Humus’a ulaştığında, valinin huzuruna çıkmadan önce bir miktar odun bularak şahnişinin kapısını yaktı. Bunu gören valinin adamları koşup ona
“Birisi gelmiş senin yaptırdığın şahnişini yakıyor” dediler. Vali de
“Ona dokunmayınız! O halife tarafından gönderilmiştir” dedi. Ulak daha sonra mektubu valiye verdi. Vali mektubu okuyup elinden bırakmaksızın derhal atına atladı ve Hz. Ömer’e gitmek üzere yola çıktı. Hz. Ömer kendisine gelen valiyi alıp zekat develerinin toplandığı Harre denilen yere götürdü. Orada elbiselerini çıkarttırıp ona göçebelerin giymekte olduğu, deve tüyünden yapılmış bir elbise giydirdi. Sonra da
“Şu kuyudan su çekip develeri sula!” diye emretti. Böylece vali yoruluncaya dek su çekti. Sonunda Hz. Ömer ona
“Ne zamandan beri valisin?” diye sordu. Vali
“Yakın bir zamandan beri ey Mü’minlerin Emîri!” dedi. Hz. Ömer de ona şunları söyledi:
“Bunun için mi böyle yüksek şahnişinler yaptırıp fakir fukaranın sırtına yük oluyorsun? Dul ve yetimlerin hakkını yiyorsun? Haydi şimdi tekrar işine dön! Ama sakın ikinci kez böyle bir şey yapayım deme!”[1]


[1] Kenz III/166 (İbn Asakir, Urve b. Ruveym’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/126.

Hz. Ömer’in Kendisine Bir Köşk Edinen Sa’d’ı Azarlaması

- Hz. Ömer, Sa’d b. Ebî Vakkas’ın kendisine bir köşk yaptırtıp kapısını da taktırdıktan sonra “Artık gürültü duyulmaz oldu!” dediğini haber aldı. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme’yi gönderdi. Hz. Ömer bir işin sağlama bağlanıp istediği gibi gerçekleşmesini arzu ettiğinde o iş için Muhammed b. Mesleme’yi gönderirdi. Hz. Ömer, elçisine
“Sa’d’a git ve onun yaptırdığı köşkün kapısını yak!” dedi. Muhammed b. Mesleme Kufe’ye vardığında ilk önce Sa’d’ın oturmakta olduğu köşkün kapısını yaktı. Bunu Sa’d’a haber verdiler ve Muhammed b. Mesleme’yi tarif ettiler. Sa’d onun kim olduğunu anladı.
Sonra Muhammed, Sa’d’ın huzuruna çıktı ve ona
“Emîrü’l-Mü’minîn’e gelen haberlere göre ‘Artık gürültü duyulmaz oldu!’ demişsin” dedi. Sa’d da böyle bir şey söylemediğine dair yemin etti. Muhammed
“Biz elçiler, emredildiğimiz şeyleri yapmak zorundayız. Ancak senin söyleyeceklerini de Mü’minlerin Emîri’ne iletiriz” dedi. Sa’d
“Sana yol azığı hazırlatayım” dediyse de Muhammed bunu kabul etmedi ve devesine atlayarak Medine’ye döndü. Hz. Ömer onu bu kadar çabuk beklemediğinden
“Eğer hakkında hüsn-ü zan beslememiş olsaydım verilen vazifeyi yerine getirmedin diyecektim” dedi. Muhammed’se
“Ben görevimi tam olarak yerine getirdim. Sa’d özür diliyor ve böyle bir şey söylemediğine dair de yemin ediyor” dedi. Hz. Ömer
“Peki Sa’d sana bir şey vermedi mi?” dedi. Muhammed de
“Yol azığı vermek istedi ama ben kabul etmedim. Sen niçin bana azık vermedin ey Mü’minlerin Emîri!” dedi. Hz. Ömer buna şu karşılığı verdi:
“Medine’de halk açlıktan kırılırken sana yiyecek veremezdim. Eğer böyle yapacak olsaydım serinliği senin, sıcaklığı ise benim üzerime olurdu. Çünkü Hz. Peygamber ‘Mü’min kişi komşusu aç iken karnım doyuramaz’ buyurmuştur”[1]
- Hz. Ömer’in kulağına Sa’d’ın halktan kaçıp kapısını onların yüzüne kapattığı çalınınca Ammar b. Yâsir’i ona göndererek “Eğer oraya vardığında kapıyı kilitli bulursan onu yak” dedi.[2]


[1] Kenz III/165 (İbnü’l-Mübarek, İbn Raheveyh ve Müsedded, Attab b. Rifaa’dan); İsabe, III/384; Heysemi, VIII/167 (“İmam Ahmed ve Ebu Ya’la da bu hadisin bir kısmını rivayet etmişlerdir” der).
[2] Heysemi, VIII/168
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/127.

Hz. Ömer’in Şam’da Lüks İçerisinde Yaşamakta Olan Bazı Memurlara Baskında Bulunması

- Ebu’d-Derdâ, Hz. Ömer’den Şam’a gitmek için izin istedi. Hz. Ömer
“İzin veririm ama vali olarak gitmeyi kabul edersen” dedi. Ebu’d-Derdâ ise
“Ben valilik yapamam” karşılığını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer
“Ben de sana izin vermem” dedi. Bu sözler üzerine valiliği kabul etmedikçe gidemeyeceğini anlayan Ebu’d-Derdâ
“Peki kabul ediyorum. Gidip ora halkına peygamberlerinin sünnetini öğretip namaz kıldırırım” dedi. Hz. Ömer de ona izin verdi. Bir müddet sonra da Hz. Ömer yanında kölesi Yerfe’ de olduğu halde Şam’a gitmek üzere yola çıktı. Oraya yaklaştıklarında şehre girmeyip geceyi beklemek üzere bir yerde konakladılar. Gece olduğunda Hz. Ömer kölesine şöyle dedi:
“Önce Ebu Süfyan’ın oğlu Yezid’in yanına gidelim. Şimdi onun yanında dostları ve arkadaşları vardır. Onlar parlak ışıklar altında ipekten yapılmış halılar üzerinde sohbet etmektedirler. Bütün bu saydığım şeyler müslümanların ganimetleriyle alınmıştır. Sen kapıyı vurup selam verecek ve içeri girmek için izin isteyeceksin. Ancak o senin kim olduğunu öğrenmedikçe kapıyı açmayacaktır”. Böylece ikisi birlikte Yezid’in kapısına vardılar. Yerfe’ kapıyı çalıp
“Esselâmu aleyküm” dedi. içeriden
“Ye aleykümü’s-selâm” dediler. Yerfe’
“Girebilir miyim?” deyince içerdeki ses
“Sen kimsin?” diye sordu. O zaman Yerfe’
“Kapıda senin hoşuna gitmeyecek birisi, Mü’minlerin Emîri Ömer vardır” dedi. O zaman Yezid kapıyı açtı. Gerçekten de onun yanında gece sohbeti için gelmiş olanlar bulunuyordu. Aynen Hz. Ömer’in dediği gibi parlak ışıklar altında ipekten yaygılar üzerinde oturmaktaydılar. İçeri girdiklerinde Hz. Ömer
“Ey Yerfe’! Kapıyı kapat ve hiç kimseyi dışarı bırakma!” dedi ve elindeki kamçı ile Yezid’in kafasına vurmaya başladı. Sonra da yerdeki yaygıları toplayarak evin ortasına yığdı ve orada bulunanlara
“Ben gelene kadar buradan hiçbir yere ayrılmayacaksınız” dedi. Hz. Ömer, kölesi Yerfe’ ile çıktı. Dışarda ona
“Ey Yerfe’! Şimdi de Amr İbnü’l-As’ın konağına gidelim. Onun da gece bekçileri vardır. Konağı ışıklandırılmış ve müslümanların ganimetleriyle alınmış ipek mefrûşâtla döşenmiştir. Kapıyı vurup selâm verdiğinde selâmın alınacak ancak kim olduğunu öğrenmedikçe içeri girmene izin verilmeyecektir” dedi. ikisi birlikte Amr İbnü’l-As’ın konağına gittiler. Konak ışıl ışıldı. Kapıyı vurup
“Selâmun Aleyküm!” dediler. İçerden
“Ye aleykumü’s-selâm!” denildiyse de kapı açılmayıp
“Kimsiniz?” denildi. Bunun üzerine Yerfe’
“Kapıdaki, senin hoşuna gitmeyecek birisidir. O Mü’minlerin Emîri Ömer’dir!” dedi. Bunun üzerine Amr İbnü’l-As kapıyı açtı. İçerisi yine Hz. Ömer’in söylediği gibiydi. Hz. Ömer yine kapıyı kapattırdı ve Yezid’e yaptığı gibi Amr’a da vurmaya başladı. Sonra Hz. Ömer oranın da yaygılarını toplattı ve orada bulunanlara kendisini beklemelerini emrederek çıktı.
Hz. Ömer’le hizmetçisi bu kez de Ebu Musa el-Eş’arî’nin köşküne yöneldiler. Hz. Ömer, onun da ilk ikisinden pek farklı olmadığını söyledi. Gerçekten de Ebu Musa’nın köşkü de diğerlerinden farksızdı. Aynı şekilde içeri girdiklerinde Hz. Ömer, Ebu Musa’ya da vurarak
“Sen de mi ey Ebâ Musa!” dedi. Bunun üzerine Ebu Musa el-Eş’arî
“Ey Mü’minlerin Emîri! Buradaki arkadaşların hepsi benim gibidir; hem bura halkı ‘Şam’da başka türlü idare sökmez’ demektedirler” dedi. Hz. Ömer ilk iki konakta yaptıklarını burada da yaptı.
Oradan çıktıklarında Hz. Ömer, kölesine
“Ey Yerfe’! Haydi şimdi de kardeşime (Ebu’d-Derdâ’ya) gidelim. Kesinkes biliyorum ki onun gece ziyaretçileri ve sohbetçileri olmadığı gibi lambası da yoktur. Kapısına da kilit takmamıştır Sırtında ince bir elbise olduğu halde kuru toprak üzerinde yatmaktadır ve soğuktan da oldukça rahatsızdır. Selâm verdiğinde karşılığını verecek; izin istediğinde kim olduğunu bilmediği halde sormaksızın seni içeri alacaktır” dedi.
Böylece Ebu’d-Derdâ’nın evine gittiler. Kapıyı çalıp
“Selâmün aleyküm” dediler. Ebu’d-Derdâ içerden
“ve aleykümü’s-selâm” diye karşılık verdi. Hz. Ömer
“İçeri girebilir miyiz?” diye sorunca da
“Buyurun girin!” dedi. Kapıda kilit yoktu ve içerisi de karanlıktı. Hz. Ömer elleriyle yoklayarak onu buldu. Toprağın üzerinde ve başının altında bir merkep palanı olduğu halde yatıyordu. Üzerinde de ince bir elbise vardı. Ebu’d-Derdâ
“Kimsin? Yoksa Mü’minlerin Emîri misin?” diye sordu. Hz. Ömer de
“Evet, benim” dedi. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ
“Yemin ederim ki seni çok özlemişim; görüşmeyeli bir yıl oluyor” dedi. Hz. Ömer ise
“Allah iyiliğini versin! Ben sana Medine’de rahat bir hayat temin etmemiş miydim? Bu ne hal?” diye sordu. Ebu’d-Derdâ da ona
“Ey Ömer! Hz. Peygamber’in bizlere söylemiş olduğu hadisi hatırlıyor musun?” dedi. Hz. Ömer
“Hangi hadis?” diye sorunca da
“Hani ‘Sizden birinizin dünya azığı bir yolcunun ki kadar olsun’ buyurmuştu ya” dedi. Hz. Ömer de
“Evet, onu hatırlıyorum” diye cevap verdi. Ebu’d-Derdâ ise
“Ey Ömer! Hz. Peygamber’den sonra neler yapmadık?” dedi. Böylece sabaha kadar konuşup ağlaştılar.[1]


[1] Kenz, VII/77 (İbn Asakir ve Yeşkeri, Hz. Cüveyriye’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/128-130.

Devlet Başkanının Halkın Durumuyla İlgilenmesi; Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir’in Halkın Durumuyla Yakından ilgilenmeleri

- Hz. Ömer, Medine’nin dış mahallelerinde oturmakta olan iki gözü kör ve kötürüm bir ihtiyar kadının suyunu taşıyıp diğer ihtiyaçlarını gidermek isterdi. Ancak ne zaman bu iş için oraya gidecek olsa birisinin kendisinden önce davranmış olduğunu görürdü. Sonunda onun kim olduğunu öğrenebilmek için bir tarafa gizlenerek beklemeye başladı. Onun, halife Hz. Ebubekir olduğunu öğrenince de
“Hayatım üzerine yemin ederim ki sen bu işlerde önceliği hiç kimseye kaptırmazsın!” dedi.[1]
- Talhâ (r.a.) bir gece evinden çıkan Hz. Ömer’i takip etti. Hz. Ömer iki eve uğradı ve bunlarda bir müddet kaldıktan sonra çıktı. Sabah olunca Talhâ o evlerden birine gitti. Orada iki gözü kör ve kötürüm bir ihtiyar kadın oturmaktaydı. Talhâ, kadına
“Dün gece gelen kişi buraya niçin geliyor?” diye sordu. Kadın da
“O kişi şu zamandan beri gelir ve benim ihtiyaçlarımı karşılar, ortalığı siler süpürür” diye cevap verdi. Bunun üzerine Talhâ kendi kendisine
“Ey Talhâ! Annen senin matemini tutsun! Sen Ömer’in sırlarını mı araştırıyorsun?” dedi.[2]


[1] Müntehabu’l-Kenz, IV/347 (Hatib, Ebu Salih el-Gıfari’den).
[2] Ebu Nuaym, Hilye, I/48 (Evzai).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/130.

Amellerin Zâhirine Göre Değerlendirilmesi; Hz. Ömer’in Amellerin Zâhirine Göre Değerlendirilmesi Hakkındaki Sözleri

- Abdullah b. Utbe b. Mes’ud şöyle anlatıyor: Hz. Ömer’in şöyle dediğini işittim: “Hz. Peygamber zamanında bazı insanlar vahiyle azarlanır ve rezil edilirdi. Artık vahiy kesilmiştir. Gizli hallerinizi bilemeyeceğimiz için sözleri amellerinizin zâhirine göre değerlendiririz. Hayır tarafını gösteren kimseyi emin sayar ve ona inanırız. Onun iç âlemini bilemeyeceğimiz gibi bundan sorumlu da değiliz. İç âlemi hususunda onu hesaba çekecek olan Allah Teâlâ’dır. Bize şer tarafını gösteren kimseyi, iç âleminin temiz olduğunu iddia etse bile emin saymayız ve kendisine de inanmayız.”[1]
- Hz. Ömer ilk hutbesinde, Allah’a hamd-ü senâlar ettikten sonra şunları söylemiştir: “Ben sizlerle, sizler de benimle imtihan olunmaktasınız. Ben iki arkadaşımdan (Hz. Peygamber ve Ebubekir) sonra sizin başınıza geçtim. Gözümüzün önünde olanları bizzat biz sevk ve idare edeceğiz. Bizden uzakta olanlara gelince onları da kuvvet ve ehliyet sahipleri sevk ve idare edecektir. iyilik yapanları daha güzeliyle mükâfatlandırır, kötülük yapanları da cezalandırırız. Allah sizleri de beni de affeylesin!”[2]


[1] Kenz III/147 (Abdurrezzak’tan); Beyhaki, VIII/201 (Abdullah’tan bir benzerini. Ayrıca Buhari’nin de Sahih’inde rivayet ettiği kaydedilir).
[2] Kenz III/147 (İbn Sa’d, III/196 ve Beyhaki, Hasan’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/130-131.

Valilerin ve Yöneticilerin Denetlenmesi

- Hz. Ömer, halka
“Bildiklerimin en hayırlısını size vali tayin eder, sonra da ona adaletle hükmetmesini emredersem vazifemi layıkıyla yerine getirmiş sayılır mıyım?” diye sordu.
“Evet!” diye cevap verdiler. Hz. Ömer ise
“Hayır, benim vazifem bununla bitmiyor. Tayin ettiğim kimsenin, emrettiğim şeylerle amel edip etmediğini kontrol etmedikçe görevimi tam olarak yerine getirmiş sayılmam” dedi.[1]


[1] Kenz III/165 (Beyhaki ve İbn Asakir, Tavus’tan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/131.

Sınırlardaki Askerlerin Çekilerek Yerlerine Yenilerinin Gönderilmesi

- Hz. Ömer her sene askerlerin bir kısmını hudutlardan geri çeker, yerlerine yeni askerler gönderirdi. Fakat bir sene, emirleriyle birlikte İran sınırlarında bulunan ve Ensar’dan meydana gelen bir orduyu ihmal etti. Bunun üzerine bu ordu bir müddet sonra Hz. Ömer’den emir gelmemesine rağmen geri döndüler. Hz. Ömer de ashabdan oluşan bu askerleri tehdit etti. Onlarsa
“Ey Ömer! Sen bizleri unuttun. Biz de Hz. Peygamber’in ‘Gazilerin bir bölümü diğerleriyle değiştirilir’ şeklindeki buyruklarına dayanarak geri döndük” dediler.[1]


[1] Kenz III/148 (Ebu Davud ve Beyhaki, Abdullah b. Ka’b b. Malik el-Ensari’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/131.

Devlet Başkanının Müslümanların Problemleriyle Yakından ilgilenmesi ve Onları Tehlikelerden Koruması; Şam’da Kolera Çıktığında Hz. Ömer’in Kumandanı Ebu Ubeyde’yi Geri Çağırması

- Hz. Ömer, Şam’da kolera hastalığı çıktığını ve birçok insanın ölmekte olduğunu duyduğunda orada bulunan Ebu Ubeyde b. Cerrah’a şu mektubu gönderdi:
“Sana çok acele ihtiyacım vardır; mutlaka benim yanımda bulunman gerekiyor. Mektubum eline gece ulaşırsa sabahı beklemeden, gündüz ulaşırsa da akşamı beklemeden yola çıkmanı emrediyorum”. Mektubu alan Ebu Ubeyde, Hz. Ömer’e
“Ben Mü’minlerin Emîri’nin ihtiyacını biliyorum. O, yeryüzünde ebedî kalamayacak olan bir insanın (yani benim) ölmesini istemiyor” diye haber göndererek şu cevabı yazdı:
“Ben, müslümanlardan meydana gelen bir ordunun başında bulunmaktayım. Bunun içindir ki onların hepsini ölümle başbaşa bırakarak kendi canımı kurtarmak istemiyorum. Bana olan ihtiyacının da ne olduğunu biliyorum. Sen, sonsuza dek yaşamayacak bir kimsenin ölmemesini istiyorsun. Bu mektubumu aldığında, emrini yerine getiremediğimden dolayı beni affet ve ordumun başında kalmama izin ver! “
Ebu Ubeyde’nin mektubunu okuyan Hz. Ömer kendisini tutamayarak ağlamaya başladı. Orada bulunan sahabiler
“Ne oldu ey Mü’minlerin Emîri! Yoksa Ebu Ubeyde vefat mı etmiş?” diye sordular. Hz. Ömer de
“Hayır, henüz vefat etmemiştir. Ancak böyle giderse ölümden de kurtulamayacaktır” dedi ve sonra Ebu Ubeyde’ye ikinci bir mektup yazdı. Bunda şöyle diyordu:
“Ürdün sıtma ve kolera gibi hastalıkların çıkmasına çok uygun bir memlekettir. Havası nemli olup bataklıklar hastalık yaymaktadır. Madem ordunun başında kalmak istiyorsun; hiç olmazsa onları Câbiye’ye naklet! Çünkü orası temiz ve havalı bir yerdir”. Bunun üzerine Ebu Ubeyde
“İşte şimdi oldu. Mü’minlerin Emîri’nin bu emrine uyacağız” dedi ve Ebu Musa el-Eş’arî’yi çağırtarak ona askeri toplayarak Câbiye’ye göndermesini emretti. Ancak o sırada Ebu Musa’nın hanımı koleradan öldü. Ebu Musa gidip bunu Ebu Ubeyde’ye söyledi. O da çıkarak askerleri bizzat kendisi toplamaya başladı. Bu sırada da koleraya yakalanarak vefat etti. Onun vefatından sonra da kolera kalktı.[1]
- Hz. Ömer’in mektubunu alan Ebu Ubeyde
“Allah Mü’minlerin Emîri’ne merhamet etsin! O bâki olmayan milletin ölmesini istemiyor” diyerek şu mektubu yazdı:
“Ben İslâm ordularından birisinin başında bulunuyorum. Askerlerimin hepsinin ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir sırada kendi canımı kurtarmak gayretine düşemem.”[2]
- Ebu Übeyde Hz. Ömer’e şunları yazmıştır:
“Ey Mü’minlerin Emîri! Bana olan ihtiyacının ne olduğunu biliyorum. Ancak ben İslam ordularından birinin başındayım. Onları bırakıp da kendi canımı kurtarmak istemiyorum. Allah Teâlâ’nın benim ve askerlerin için takdir etmiş olduğu şeylerin gerçekleşmesine dek onların arasında kalmak istiyorum. Ey Mü’minlerin Emîri! Beni affet ve askerlerimin arasında kalmama izin ver!”[3]


[1] Kenz, II/324 (İbn Asakir, Tarık b. Şihab’dan, o da Ebu Musa el-Eş’ari’den. Süfyan b. Üyeyne de daha kısa olarak rivayet etmektedir. Ayrıca Ebu’l-Müveccih’in şöyle dediği de kaydedilmektedir: “Ebu Ubeyde’nin emrinde otuzaltıbin kişilik bir ordu vardı. Bu ordudan ancak altıbin kişi kaldı; diğerleri koleradan şehit oldular).
[2] Hakim III/263 (Süfyan tarikiyle).
[3] Bidaye VII/78 (İbn ishak, Tarık tarikiyle); Taberi IV/201 (Yine Tarık’tan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/132-133.

Devlet Başkanının Müslümanların Problemleriyle Yakından ilgilenmesi ve Onları Tehlikelerden Koruması; Şam’da Kolera Çıktığında Hz. Ömer’in Kumandanı Ebu Ubeyde’yi Geri Çağırması

- Hz. Ömer, Şam’da kolera hastalığı çıktığını ve birçok insanın ölmekte olduğunu duyduğunda orada bulunan Ebu Ubeyde b. Cerrah’a şu mektubu gönderdi:
“Sana çok acele ihtiyacım vardır; mutlaka benim yanımda bulunman gerekiyor. Mektubum eline gece ulaşırsa sabahı beklemeden, gündüz ulaşırsa da akşamı beklemeden yola çıkmanı emrediyorum”. Mektubu alan Ebu Ubeyde, Hz. Ömer’e
“Ben Mü’minlerin Emîri’nin ihtiyacını biliyorum. O, yeryüzünde ebedî kalamayacak olan bir insanın (yani benim) ölmesini istemiyor” diye haber göndererek şu cevabı yazdı:
“Ben, müslümanlardan meydana gelen bir ordunun başında bulunmaktayım. Bunun içindir ki onların hepsini ölümle başbaşa bırakarak kendi canımı kurtarmak istemiyorum. Bana olan ihtiyacının da ne olduğunu biliyorum. Sen, sonsuza dek yaşamayacak bir kimsenin ölmemesini istiyorsun. Bu mektubumu aldığında, emrini yerine getiremediğimden dolayı beni affet ve ordumun başında kalmama izin ver! “
Ebu Ubeyde’nin mektubunu okuyan Hz. Ömer kendisini tutamayarak ağlamaya başladı. Orada bulunan sahabiler
“Ne oldu ey Mü’minlerin Emîri! Yoksa Ebu Ubeyde vefat mı etmiş?” diye sordular. Hz. Ömer de
“Hayır, henüz vefat etmemiştir. Ancak böyle giderse ölümden de kurtulamayacaktır” dedi ve sonra Ebu Ubeyde’ye ikinci bir mektup yazdı. Bunda şöyle diyordu:
“Ürdün sıtma ve kolera gibi hastalıkların çıkmasına çok uygun bir memlekettir. Havası nemli olup bataklıklar hastalık yaymaktadır. Madem ordunun başında kalmak istiyorsun; hiç olmazsa onları Câbiye’ye naklet! Çünkü orası temiz ve havalı bir yerdir”. Bunun üzerine Ebu Ubeyde
“İşte şimdi oldu. Mü’minlerin Emîri’nin bu emrine uyacağız” dedi ve Ebu Musa el-Eş’arî’yi çağırtarak ona askeri toplayarak Câbiye’ye göndermesini emretti. Ancak o sırada Ebu Musa’nın hanımı koleradan öldü. Ebu Musa gidip bunu Ebu Ubeyde’ye söyledi. O da çıkarak askerleri bizzat kendisi toplamaya başladı. Bu sırada da koleraya yakalanarak vefat etti. Onun vefatından sonra da kolera kalktı.[1]
- Hz. Ömer’in mektubunu alan Ebu Ubeyde
“Allah Mü’minlerin Emîri’ne merhamet etsin! O bâki olmayan milletin ölmesini istemiyor” diyerek şu mektubu yazdı:
“Ben İslâm ordularından birisinin başında bulunuyorum. Askerlerimin hepsinin ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir sırada kendi canımı kurtarmak gayretine düşemem.”[2]
- Ebu Übeyde Hz. Ömer’e şunları yazmıştır:
“Ey Mü’minlerin Emîri! Bana olan ihtiyacının ne olduğunu biliyorum. Ancak ben İslam ordularından birinin başındayım. Onları bırakıp da kendi canımı kurtarmak istemiyorum. Allah Teâlâ’nın benim ve askerlerin için takdir etmiş olduğu şeylerin gerçekleşmesine dek onların arasında kalmak istiyorum. Ey Mü’minlerin Emîri! Beni affet ve askerlerimin arasında kalmama izin ver!”[3]


[1] Kenz, II/324 (İbn Asakir, Tarık b. Şihab’dan, o da Ebu Musa el-Eş’ari’den. Süfyan b. Üyeyne de daha kısa olarak rivayet etmektedir. Ayrıca Ebu’l-Müveccih’in şöyle dediği de kaydedilmektedir: “Ebu Ubeyde’nin emrinde otuzaltıbin kişilik bir ordu vardı. Bu ordudan ancak altıbin kişi kaldı; diğerleri koleradan şehit oldular).
[2] Hakim III/263 (Süfyan tarikiyle).
[3] Bidaye VII/78 (İbn ishak, Tarık tarikiyle); Taberi IV/201 (Yine Tarık’tan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/132-133.

Devlet Başkanının Halkına ve İnsanlarına Karşı Merhametli Olması

- Ebu Üseyd, Bahreyn’den getirdiği tutsaklarla birlikte Hz. Peygamber’in huzuruna geldi. Tutsaklar arasında ağlayan bir kadın gören Hz. Peygamber onun yanına vararak niçin ağladığını sordu. Kadın, Ebu Üseyd’i işaretle
“Şu adam benim oğlumu sattı ve onu benden ayırdı” diye cevap verdi. Hz. Peygamber, Üseyd’e dönerek
“Bu kadının oğlunu sattığın doğru mudur?” dedi. Üseyd
“Evet ey Allah’ın Rasûlü! Doğrudur” karşılığını verdi. Hz. Peygamber bu kez
“Onu kimlere sattın?” diye sordu. Ebu Üseyd
“Abs oğullarına” deyince Hz. Peygamber
“O halde atına bin ve gidip o çocuğu, sattığın kişilerden geri alarak buraya getir!” buyurdular.[1]


[1] Kenz, II/229 (İbn Ebi Şeybe, Ebu Ca’fer’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/133.

Devlet Başkanının Halkına Olan Merhameti Hakkındaki Hz. Ömer’in Hutbesi

- Büreyde şöyle anlatıyor: Hz. Ömer’in yanında oturuyordum. O sırada bir çocuk çığlığı duyuldu. Hz. Ömer, kölesi Yerfe’ye
“Git bak bakalım, bu ses nedir?” diye emretti. Yerfe gitti, biraz sonra dönerek
“Bağıran, Kureyş’in kölelerinden küçük bir kız çocuğu imiş. Annesini satmak istedikleri için feryat ediyormuş” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer ona
“Bana Muhacir ve Ensar’ı çağır!” diye emretti. Bir saat içerisinde bizim bulunduğumuz yerle Hz. Peygamber’in mübarek evi arasındaki alan insanlarla doluverdi. Bundan sonra Hz. Ömer minbere çıkıp Allah’a hamdü senâlar ederek şunları söyledi:
“Ey insanlar! Siz Muhammedin getirdiği bu din ve nizam içerisinde akrabalık bağlarını koparmak ve insanlara acımamak gibi şeylerin olduğunu söyleyebilir misiniz?”. Sahabiler
“Hayır, biz öyle bir şey bilmiyoruz” dediler. Hz. Ömer
“Görüyorum ki bu söylediklerim bugün sizin aranızda yaygın bir hale gelmiştir” diyerek şu âyeti kerimeyi okudu:
“Demek iktidarı ele alırsanız (yahut imandan yüz çevirirseniz eski câhiliyetinize dönüp âdetiniz olduğu üzere) hemen yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık bağlarını parçalayacaksınız öyle mi?”. Sonra da şunları söyledi: “Sizin bu yaptığınız merhamete sığar mı? Nasıl oluyor da küçük bir kız çocuğunu alıkoyup annesini satabiliyorsunuz? Üstelik Allah Teâlâ sizi zengin etmiş ve buna ihtiyacınız da kalmamıştır”. Bunun üzerine orada toplanmış olanlar
“Ey Ömer! Sen bu konuda dilediğince hükmet! Biz de o şekilde hareket edelim” dediler. Hz. Ömer de bütün vali ve kumandanlarına
“Bundan böyle çocuklar alıkonularak anneleri satılmayacaktır. Çünkü bu akrabalık bağlarını koparmak demektir ve dinimizce de helal değildir” şeklinde emirnâmeler yazdı.[1]


[1] Kenz, II/226 (İbnü’l-Münzir, Hakim ve Beyhaki’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/133-134.

İdarecilerin Şefkatli Olması Hakkındaki Ebu Osman en-Nehdi Hadisi

- Hz. Ömer Esedoğulları kabilesinden birisini bir göreve getirmişti. O kişi tayin belgesini almak üzere Hz. Ömer’e geldi. Oturuyorlarken Hz. Ömer’in çocuklarından biri çıkageldi. Hz. Ömer onu öptü, okşadı. Bunu gören adam
“Ey Mü’minlerin Emîri! Sen de mi çocukları öpüp okşuyorsun? Allah’a yemin ederim ki ben bugüne kadar hiç bir çocuğu öpmüş değilim” dedi. Adamın bu sözlerini işiten Hz. Ömer başını kaldırıp onu şöyle bir süzdükten sonra
“Ben de Allah’a yemin ederim ki sen insanların başına getirilecek biri değilsin. Çünkü gördüğüm kadarıyla merhametsiz ve akrabalık hukukuna riayet etmez birisin. Ver bakalım sana verdiğim o tayin belgesini!” dedi. Belgeyi aldıktan sonra onu yırtarak
“Ben hayatta bulunduğum sürece sana devlet görevi verilmeyecektir” dedi.[1]
- Hz. Ömer o adama şunları söyledi:
“Allah senin kalbinden merhameti söküp almışsa benim günahım nedir? O’nun kullarına merhamet etmeyen kimseye Allah da merhamet etmez. Sen kendi çocuklarına bile şefkat ve merhamet göstermiyorsun ki idare ettiğin kişilere gösteresin” dedi ve onu görevden aldı.[2]


[1] Beyhaki IX/41 (Halid, Ebu Osman en-Nehdi’den); Kenz III/165.
[2] Kenz VIII/310 (Dineveri, Muhammed b. Sellam’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/134-135.
Top