ihya.org

Sultan 2. Selim

2. Selim Han

Padişahlık Sırası 11

Saltanatı 8 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 76
Cülûsu 30 Eylül 1566
Babası Kanuni Sultan Süleyman Hân
Annesi Hürrem Sultan
Doğumu 28 Mayıs 1524
Vefâtı 15 Aralık 1574
Kabri İstanbul Ayasofya Camiî yanında Sultan Selim Türbesindedir

Osmanlı pâdişâhlarının on birincisi ve İslâm halîfelerinin yetmiş altıncısı. Kânûnî Sultan Süleyman Hanın oğlu olup, 28 Mayıs 1524 senesinde Hürrem Haseki Sultandan doğdu. Şehzâdeliğinde mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Devlet idâresi ve teşkilâtını iyice öğrenmesi için Anadolu’nun çeşitli vilâyetlerinde sancak beyliği yaptı. Vâlilik yıllarında tahsile devâm edip, bilgi ve kültürünü arttırdı. Çok kuvvetli bir kültür seviyesine sâhip oldu. İlim ve sohbet meclislerinde çok bulunurdu.

Sultan Süleyman Han (1520-1566), Macaristan seferine çıkıp, Zigetvar Kalesinin fethi öncesinde vefât edince, Pâdişâhın ölümünü gizli tutan Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşa, veliaht Selim’e haber göndererek saltanata dâvet etti. Bu sırada Kütahya Sancakbeyliğinde bulunan Selim Han, sür’atle İstanbul’a gelerek 30 Eylül 1566 târihinde tahta çıktı.

2. Selim'in Sadrıazam ve Şeyhülislamları

2 Selim; gelmiş olduğu Osmanlı tahtında en büyük yar­dımcısı kızı ismihan Sultanhanımın kocası olan tedbirli ve akıllı devlet adamı, Sokullu Tavil Mehmed Paşaya riayet ede­rek tıkır tıkır işleyen devlet çarkına, müdehale etmemek su­retiyle ülkesine en hayırlı hizmeti yapmıştı. 2. Selim hân, sal­tanatının tamamını tek sadnazamla geçirmiştir. Şeyhülislâm­lara gelince kendisinin vefatından çok kısa bir zaman önce Ebussuud Efendinin vukubulan vefatı üzerine, boşalan ma­kama Konyalı Mahmud Hamid Efendi'yi getirmiştir ve iki şeyhülislâmla, dönemini geçirmiştir.

Sultan 2. Selimin Hanımları ve Çocukları

2. Selim'in hanımları meselesi biraz karışıktır. Bu hâli oğul 3. Murad'da da görmek kabildir. Sultan 2. Selim'in Nurbânû sultan isimli hanımı adetâ tek çiçekle bahar geçiren kimse­nin durumunu çağrıştırıyorsa da, tabii ki vaziyet öyle olma­yıp, hanedan da olsa, aile mahremiyetine haylice önem ver­mekten kaynaklanmaktadır. Nurbânû Sultan hakkında yahu-di ve italyan olduğu hakkında rivayetler varsada, Öztuna bey yahudilik isnadının da doğru olmadığını ileri sürüyor. Nurbâ­nû Sultanın doğum târihi Öztuna tarafından 1530 olarak gösterildiği gibi vefatı da, 7/aralık/1583 olarak işaret edil­mektedir. İzdivacını 2. Selim ile 1545'de Konya'da yaptığını da ileri sürmektedir sayın Yılmaz Öztuna.. Evlilik müddetleri 29 yi] sürdü. Nurbânû Sultan valide, daha sonra padişah olan şehzadesi 3. Murad'ın annesi olarak vâlidelik makamın­da 8 sene, 11 ay, 23 gün ömür geçirmiştir. İsmihan ve Fat­ma Sultanhanımlarında annesidir. Bir çok hayır ve hasenatın sahibidir. Vefatında cenazesi Fâtih Camiinden kaldırılarak, Ayasofya Camii avlusunda kocası, 2. Selim'in türbesinde toprağa verildi.

Şeyhülislam Ebusuud Efendi'nin ve Hazreti Padişahın Vefatı

Sekiz buçuk yıl süren devri saltanatında Sokullu gibi Sad­razamı Şeyhü! İslâm Ebu-s Suud Efendi gibi bir büyük âlim'in varlığı sayesinde huzur İçinde hüküm sürmüş fakat diğer tarihlerin yazdığı gibi devlet işlerine bakmamış değil bilhasa çok dikkat etmiş ve tıkır tıkır işleyen çarkı aksatma­mak için hislerine hakim olabilmiş ve bu hususta silik bir şahsiyyet gibi görünmeye itina göstermiştir. Devri saltanatın­da bir çok fetih ve savaşlar olmasına rağmen hiç sefere çık­mayan padişah unvanını almıştır.

Çok sevdiği ve babasının bergüzarı Ebu-s Suud Efendinin vefatı kendi üzerinde büyük üzüntüler tevlit etmişti. Bu üzün­tüler artık bir dalgınlık halini almış tam bir derviş hayatına intibakına vesile olmuş sarayı bahçesine kurdurduğu rahleye oturur ve aralıksız Kur'an-ı Kerim tilavet eder, Devleti Osma-niyye'nin bekasının bu kitabı mübine ittibada gördüğünü musahiplerine en samimi hislerle meşbu olarak söylerdi. Bir gün hamamda ayağı kaymış ve başını yere çarpmış ve oniki gün sonra bir an bile gafil olmadığı Yüce mevlâ'nın dön em­rine uymuştu.

Tunus'un Feth Edilmesi

Bu muahede imzalandıktan sonra Fransa Kralı Şarlken'in evlâdı mânevisi İspanya Kralı Don Juan, Tunus'u zapt etmiş­ti. Kıbrıs'ın fethinden evvel Tunus'u Kılıç Ali Paşa feth etmiş­se de bu fetih yalnız şehir merkezine raci idi. Vakit olmadı­ğından şehrin etrafını İspanyolar'dan temizleyememişti.

İnebahtı ve donanmanın yeniden tanzimi için geçirilen za­man zarfında İspanyollar yeniden Don Juan'ın talimatıyla Tunus'u yeniden ele geçirmişlerse de 200 gemi ile Tunus'a gelen Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa Tunus'u yeniden ve bu sefer esaslı surette feth ederek Osmanlı sancağını uzun yıllar dalgalandıracak biçimde semalara yükseltmişti. Bu fetihte ..Sinan Paşanın tecrübe ve azmi çok iyi netice alınmasına ve­sile olmuştur. Hicrî 982/Milâdî 1574

Venedik ile Sulh Antlaşması

Donanmayı Hümayun açık denizlerde kendini gösterince İstanbul'da bulunan Venedik elçisi, devleti tarafından derha! bir sulh imzalamaya memur edilmişti. Görülüyorki kuvvetli olmak bir mağlûbiyete rağmen rakibi sulha çağırma imkânı veriyor. Bu anlaşmaya çok dikkatli bakmak icab eder. Bütün Avrupa devletleri anlaşma olduktan sonra müttefikan şunu söylemişlerdir. Bu anlaşmada mağlûp taraf galip gibi, galip taraf mağlûp gibi masaya oturdular. Bu sözler bize, Birinci Cihan Savaşında müttefiklerimizin mağlûp ve münhezim ola­rak savaştan çekilmelerine bağlı olarak hiç bir mücadeleyi bariz olarak kaybetmeyen Devlet Aliyye sulh müzakerelerine mağlûp taraf olarak oturtulmuştur. Bunun sebebi yeni bir müdaleye girecek gücünün kalmamasından olduğu aşikâr­dır. Böylece meşhur atalar sözü burada bir daha zikredilirse yenidir.

«İstersen sulhu salâh, hazır ot cenge.»

İnebahtı Deniz Savaşı

Kıbrıs'ın fethi bütün hırıstiyan âlemini büyük bir müzüntü-ye gark etmişti. Papa dîni otoritesini kullanarak Kıbrıs'ı kay­betmenin acısını mutlaka Osmanlı Devletinin üzerine yapıla­cak bir Haçlt seferiyle ve müslümanlan perişan edecekleri bir hücumla teselli edebileceği fikrini yaymaya başlamıştı. Bu Haçlı seferi Osmanlı Devletinin kuruluşundan bu yana onu-ÇÜncü seferiydi. Bu seferin yarısının masrafı İspanyollar, di­ğer yarısı ise Venedik ve Papalık tarafından karşılanmıştı. Bu sefere mukaddes ittifak denilmişti. Ikiyüz kadırga yüz sefine ile ellibin piyade asker, beşbin deniz askeri ile mükemmel bir Haçlı ordusu teşkil etmişlerdi.

Lefkoşe'nin Muhasara Olunması ve Fethi

Lefkoşe kalesi çok metin bir kale olup Sultan Selim Han'ın cülusunu müteakip niyetini tahmin ettikleri için kalayı bir kat daha tahkim ettiler. Adanın müdafaasında İtalyan, Arnavud, yerli Rumlar vazife almış, sayıları onbinden ziyade idi. Lala Mustafa Paşa deniz kıyısından şehre kadar olan sahrayı on­gun içinde emniyete almış ve kafi muharasaya Temmuz ayı­nın sonunda bilfiil başlamıştı. Osmanlı ordusu bu savaşa yüzbin kişilik kuvvetle girmişti. Lefkoşe kal'ası yedi burçtan müteşekkil olduğundan, beher burcun karşısına birer ku­mandan tayin etmiş orduyu yediye taksim etmiş ve her fırka emrine yedişer top vermişti.

Muhasara yedi hafta devam etmiş ve bu sırada gerek or­duyu hümayuna vaki olabilecek saldırıyı karşılamak gerekse adaya gelmesi muhtemel yardımların önünü kesmek için pi­yale Paşa 42 gemi ile Türk gölü haline gelmiş olan Akd-niz'de bir aşağı bir yukarı volta atmıştı.

Kıbrıs'ın Fethi

Padişah 2. Selim tahta geçmeden evvel dahi Kıbrıs adası­nın feth olunmasını vaz geçilmez bir aşkla istiyordu. Çünkü çok iyi biliyordu ki Akdeniz'in ortasında tam bir ikmal ve Ak-denizj tarassut eden stratejik döneme haiz bir ada idi. Bir çok tarihler Hazreti padişahın Konya Valisi iken kendisine hediye olarak gemiyle gönderilen atlan, Kıbrıs adasın! üs olarak kul­lanan korsanlar tarafından söz konusu geminin zaptı ve neti­cede atların kâfirlerin eline geçmesini bir türlü hazmedeme-mişte, bunun imtikamını almak için yanıp tutuşuyormuş! Ba­kiri Allah aşkına şunların yazış tarzına... Yahu insafınız kuru­sun, atlar gitti diye üzülünmez mi?

Ayrıca İlâyı Kelimetuliah için dünyanın üç kıtasında yedi , e nice can verip şan alan Devleti Osmaniye Kıbrıs dasını bundan hariç mi tutacaktı? Hele, hele Ski Cihan Ser­erinin mübarek halası o topraklar üzerinde medfunken, yine binlerce İslâm şehidinin kanlan ile o tarihler dokuz asır evvel suladıkları mezkûr adayı, İslâm devletinin devamı olan bu ecdad, Ada'y1 küffara mı bırakacaktı? Şüphesiz ki hayır. Bel­ki korsanların bu tal'ani adanın ehemmiyyetini his ettirmiştir. Vakti saati gelince de icab eden yapılmıştı.

Yemen Kıtasının Fethedilmesi

Yemen ülkesi Kaanuni devrinde Cebeli Yemen tarafların­dan kaynaklanan bir Zeydiye hareketine sahne olmuştu. Zeydiye kabilesinin kurucusu olan Şemseddin bin Ahmed kendi neslini Hz. Hüseyin dolayısıyla Hz. Ali (R.A.)'a isnat ediyor ve böylece Emirülmü'minûn unvanlarını kullanıyor idi. Zeydiye namı Üçüncü İmâm denilen Zeynel Abidin bin Hüseyin (R.A.)'ın kardeşi Zeyd'e mensub olup ehli sünnet ve'1-cemaat ile Zeydiyeler arasındaki akâid ihtilâflarına bağ­lıydı. Bunlara Mu'tezile denilir. Hicrî 945/Milâdî 1539'da Ha­dim Süleyman Paşa tarafından Zeyd ve Aden zaptolunmuş idi. Mustafa Bey buraların idaresine tayin edilmişti. Fakat Ta-az kasabasına yapmış olduğu fetih harekâtı akim kalmıştı. Azledilen Mustafa Bey'in yerine Mustafa Paşa tayin kılınmış­tı. Onun halefi Veyis Paşa; Zeydi'lerin imamı olan Şerafed-din'in iki oğlu arasında vukubulan ihtilâftan istifade ederek bunlardan Mutahhar'a yardım ederek Taaz kasabasını ele ge­çirmiş oldu. Hicri 951/Milâdî 1545. Ancak bu Taaz kasabası­nı alan Veyis Paşa bir müddet sonra Öldürüldü. Bu öldürül­menin sebebi Veyis Paşa'nın gösterdiği çok şedid bir idare idi. Ancak fazla vakit geçmeden Çerkeş Özdemir Paşa bu suikastın hesabını sordu.

Mimarlar Padişahı Sinan

Yeniçerilerinin içinde yetişmiş, Osmanlı fütuhatının her bi­rinde imzası olan Yeniçeri askerinin kıymetli ve sanatkâr ev­lâdı Mimar Sinan, fetih ordularının bir çok suları aşması için yaptığı köprüler, muhasara vasıtaları, çeşmeler, mescidier, camiler, kemerler manzumesine kendisinin deyimiyle «usta­lık eserim» dediği Selimiye Camiini Edirne şehrinde yedi se­nelik bir çalışmadan sonra meydana getirmiş dünyanın en büyük kubbesini havi Ayasofya Camiinden bu imtiyazı alıp ondan iki arşın daha geniş bir kubbeli Selimiye Camii mey­dana getirmiştir. Şimdi yeri gelmişken halk arasında anlatı­lan bir hikâyeyi anlatalım, kim ki bundan bir ders çıkara...

«Mimar Sinan; camii şerifi bitirmiş, açılışını yapmak üzere Hazreti Padişahın geleceği günü bekerken caminin etrafında geziyordu. İki çocuğun bir minareye bakıp kendi aralarında konuştuklarını tekrar bakıp birtakım işaretler yaptıklarını gö­rür, yanlarına yaklaşır ve sorar:

Çocuklar o minareye bakıp bakıp birşeyler konuşuyorsu­nuz, acaba ne var?

Çocuklar cevap verir:

— Abe amca görmez misin de şu minareye yamuktur. Mimar Sinan sükunetle bakar ve bir göz aldanması oldu­ğunu anlar.

Avusturya, İran ve Lehistan ile Sulh Müzakereleri

Zigetvar kalesinin İslâm'ın eline geçmesinden sonra san­cak beylerinden Mahmud Bey'in esir düşmesi bazı küçük ka­leleri muhafaza eden bey'lerin geri çekilmesi bu kalelerin Avusturyalıların eline geçmesi Devleti Osmaniyye'nin meş­hur Pertev Paşası ki, o zaman üçüncü Vezir idi. Onbeşbin Ta­tar askeri ile oralarda bir dolaşmış ve seksenbeşbin kişiyi esaretine almıştı. Bu durumdan bîzar olan Avusturya İmpa­ratoru Maksimilyen üç elçisini son derece kıymetli hediyele­re hâmil olarak Hazreti Padişahın huzuruna göndermişti.

Bu üç elçi hediyelerini Hazreti Padişah, sadrazam ve İkin­ci, Üçüncü Vezirlere takdimden sonra yedi ay süren müzake­relerden sonra OndÖrdüncü içtimada sulh sekiz seneyi ve yirmibeş maddeyi havi olarak imzalandığında Hicrî 975/Mi-lâdî 1568 yılını gösteriyordu' Bu sırada İran ve Lehistan'dan gelen elçiler daha evvelki sulhu tecdide yâni yenilemeyi ta-leb ettiler.

Alimlerin, Vezirlerin ve Memurların Mükâfatlandırılması

Yeni padişah 2. Selim'in tahta cülusu sırasında Yeniçerilere cülus bahşişlerini anlatmıştık. Osmanlı tarihinde tahta geçen padişahlar daima orduya cülus bahşişi vermeyi âdet edin­mişlerdi. Halbuki Osmanlı Devleti kuruluşundan bugüne ka­dar geçen iki buçuk asrı mütecaviz ömründe daima ordusu ile kendisini göstermiş ve bütün dünyayı hallaç pamuğu gibi atan bu ordu bir cihan devletinin meydana çıkmasına bani olmuştu. Artık bütün dünya devletleri, merkezi devlette kâh elçilikler, kâh maslahatgüzarlar ile temsil ediliyor, o devletle­rin işleriyle meşgul olacak, onları görüşmelere kabui edecek devlet görevlilerinin de; ordunun savaş alanlarında kılıç şa­kırtıları, top sesleri arasında hizmet vermesi gibi dünya siya­set sahnesine savaşacaklarının bunun da bir nevi harp oldu­ğunu gören ve tesbit eden Hazreti Padişah 2. Selim, ecdadı­nın hilâfına başta ulema, bilginler, vezirler ve memurlara cü­lus bahşişini teşmil edip onları da malî hediyelerle görevleri­ne daha bir şevkle sarılmaları yoluna gitti.

Sakız'ın Fethi

Yukarıda da söylemiştik. Padişahın en önemli vaziferinin başında «İş bilene, kılıç kuşanana') hakkını vermektir. Hicrî 973/Milâdl 1567 yılında merhum Padişah Kaanuni Sultan Süleyman Han'ın Kaptan-ı Deryalığa tayin etmiş olduğu Ri­yale aynı zamanda Sakız Adası'nın fethi ile de vazifelendiril-misti. Sakız Adası o esnada Venediklilere bağlı idiyse de bir nevi muhtariyetle idare olunurlardı.

Piyale Paşa, 60 sefineyle Sakız Önlerine geldi. Cenevizliler kendisini karşıladılar. Bir çok hediye takdim ettiler. Piyale Paşa, Sakız Adası idarecilerinin ileri gelenlerinden 12 kişiyi gemiye davet edip kendilerini enterne etti. Böylece Ada'nın kendisini müdafaa etmesine fırsat vermeyip, Ada'ya asker çıkararak sessizce fethi tamamlayıp Ada'nın semalarında İs­lâm bayrağının şan ve şerefle dalgalanmasını müyesser kılan Allahü Zülcelâle şükür nazarları hediye eyledi.

Sokullu'nun Vazifesinde İpka Olunması

Padişah 2. Selim merhum padişahın cenazesini karşıla­mak üzere yanına almış olduğu hafif süvari alayı ile gayet süratli bir yolculuk sonunda Belgrad'a vasıl oldu. Merhum Padişah'ın cesedi pâkî, tahnit edilmiş olarak bir arabada Belgrad'a geldi. Sokullu, sultan 2. Selim gelene kadar ordu­yu hümayuna Padişahı cennetmekânın nezle olduğu müna­sebetle arabasından çıkmadığını yayar ve ara sıra arabanın yanına gider, perdeyi aralar iradeyi seniyye alır gibi yaparak şüphede olanları bu şüphelerinden vazgeçirecek şekilde ha­reket ederdi. Bunda taki Sultan Selim, Belgrad'a gelinceye kadar muvaffak olmuştu. Suitan Selim geldiğine göre artık merhumun vefatını saklamakta bir mânâ görmediğinden ha­fızlara Kur'an-ı Kerim tilâvet ettirerek Yüce Sultanın irtihalini açıklattı. Bütün asker, güngörmüş serhat beyleri, paşalar, Ci­han Hükümdarı'nın vefatı haberini yanık sesli hafızlardan du­yunca içten gelen bir teessürle ağlamaya başladılar.

Top